CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

MENKIBELER (K)

Kânûnî Sultan Süleymân devri âlim ve velîlerinden Kalburcu Şeyhi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında şöyle bir hâdise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyla berâber her biri, gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından duâ istediler. Hocaları bu talebelerini kırmadı. Onlar için duâ etti. Hocalarının duâsı bereketiyle, o talebelerden biri Pâdişâhın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse oldu. Ahmed Dede ise; hazret-i İbrâhim gibi çok mâl ve mülke kavuştu, zengin oldu. Daha sonra İstanbul'a geldi. Burada büyük zâtlardan olan Kütahyalı Merkez Efendinin yanında hizmet etti. Merkez Efendinin yanında İslâmiyetin güzel ahlâkını ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu öğretmek için izin aldı. Yine büyük zâtlardan Kastamonulu Şâban Efendinin de iltifatlarına kavuştu.

İstanbul'dan ayrılıp memleketine geldi. Burada yaptırdığı zâviyesinde ikâmet eder, insanlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yollarını öğretirdi. Hocasının duâsı bereketiyle çok mal ve mülke kavuştuğundan, herkese çok fazla ikrâmlarda bulunurdu. Gece-gündüz, gelene geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Zâviyesinde sofra hiç eksik olmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Ömrü boyunca hiç kimseden hediye, maaş ve sadaka gibi şeyleri kabûl etmedi. Çiftçilikle geçinirdi. Tarlalarından elde ettiği ürünlerden, misâfirlerine yedirmek ve ihtiyaç sâhiplerine vermek için bir mikdar ayırmak âdetiydi. Hattâ hayvanlar ve kuşlar için bile yiyecek ve buğday ayırırdı.

Tarlaya ektiği buğday ve çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Bu sebeple Ahmed Dede'ye halk arasında Çavdar Şeyhi de derlerdi. Tarlalardan elde ettiği buğdayı bir anbara koyar, kapısını kapatırdı. Buğdayı anbarın altındaki oluktan alırlardı. Anbarın tamâmen boşaldığı hiç görülmedi. Bu sâyede hiçbir zaman zahire sıkıntısı çekilmezdi. Ahmed Dede'ye civar köy ve kasabalardan çok misâfirler gelirdi. Misâfirlere, ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol azığı yaparlardı. Her zaman; "Bu nîmetlerin hepsi, Ahmed Dede'nin hocası Abdüllatîf Efendinin duâsı bereketi iledir" diye Allahü teâlâya şükrederlerdi.

Hindistan evliyâsının büyüklerinden Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sefere çıktığında yolda hastalandı, geçirdiği kaza neticesinde bir eli kırıldı. Yol üzerinde bir eve misâfir oldu. O evin avlusunda hurma ağaçları vardı ve o ağaçların altında oturuluyordu. Kayyûm-i Zaman sandalyede değil yerde oturdu. Herkes istirahate çekildikten sonra o, rahatsızlığından ve kolunun kırık olmasından bütün gece uyumadı. Yere düşen hurmaları ve hurma yapraklarını hürmetle alıp edeple yüksekçe bir yere koydu. Sabah olunca ev sâhibi onun uyumadığını, yere düşen hurma ve hurma yapraklarını toplamakla ve yüksek bir yere koymakla meşgûl olduğunu, görünce bu hâlinin sebebini sordu. Ona cevâben buyurdu ki: Hadîs-i şerîfte; "Halanız olan hurmaya saygı gösteriniz. Çünkü bu ağaç Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıktan yaratılmıştır." buyruldu. Emre uyarak hurmayı azîz tutmak, ona saygılı olmak îcâb ediyor.

Evliyânın önde gelenlerinden Kutbüddîn İznîkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri anlatır: "Bir zaman Tîmûr Han ordusuyla Anadolu'ya gelmişti. İnsanlar başlarına bir zarar gelir düşüncesiyle çok korktular ve Kutbüddîn İznîkî hazretlerine gelerek; "Efendim! bize bir kurtuluş yolu gösterseniz." diye ağlayıp sızladılar. Bunun üzerine Kutbüddîn İznîkî hazretleri bir mektup yazıp bana verdiler ve; "Var bunu Tîmûr Han ordusu içinde sâlih bir serdar vardır. Bizden selâm eyle ve bu kâğıdı ona ver." buyurdu. Bunun üzerine askerin içine girdim. Târif edilen kimseyi buldum ve yanımdaki mektubu verdim. Serdar; "Emir onlardandır. Ne yapalım öyle olsun." dedi ve harb âletlerini toplamaya başladı. Sonra etrâfa haberciler çıkarıp, hareket emrini verdi. Ordu kısa zamanda Anadolu'yu terk etti.