|
MENKIBELER (K)
Kânûnî Sultan Süleymân devri
âlim ve velîlerinden Kalburcu Şeyhi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında
şöyle bir hâdise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip
gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyla berâber her biri,
gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından duâ istediler. Hocaları
bu talebelerini kırmadı. Onlar için duâ etti. Hocalarının duâsı bereketiyle, o
talebelerden biri Pâdişâhın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse
oldu. Ahmed Dede ise; hazret-i İbrâhim gibi çok mâl ve mülke kavuştu, zengin
oldu. Daha sonra İstanbul'a geldi. Burada büyük zâtlardan olan Kütahyalı Merkez
Efendinin yanında hizmet etti. Merkez Efendinin yanında İslâmiyetin güzel
ahlâkını ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu öğretmek
için izin aldı. Yine büyük zâtlardan Kastamonulu Şâban Efendinin de
iltifatlarına kavuştu.
İstanbul'dan ayrılıp
memleketine geldi. Burada yaptırdığı zâviyesinde ikâmet eder, insanlara dünyâ ve
âhiret saâdetinin yollarını öğretirdi. Hocasının duâsı bereketiyle çok mal ve
mülke kavuştuğundan, herkese çok fazla ikrâmlarda bulunurdu. Gece-gündüz, gelene
geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Zâviyesinde sofra hiç eksik olmazdı. Çok
kerâmetleri görüldü. Ömrü boyunca hiç kimseden hediye, maaş ve sadaka gibi
şeyleri kabûl etmedi. Çiftçilikle geçinirdi. Tarlalarından elde ettiği
ürünlerden, misâfirlerine yedirmek ve ihtiyaç sâhiplerine vermek için bir mikdar
ayırmak âdetiydi. Hattâ hayvanlar ve kuşlar için bile yiyecek ve buğday
ayırırdı.
Tarlaya ektiği buğday ve
çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Bu
sebeple Ahmed Dede'ye halk arasında Çavdar Şeyhi de derlerdi. Tarlalardan elde
ettiği buğdayı bir anbara koyar, kapısını kapatırdı. Buğdayı anbarın altındaki
oluktan alırlardı. Anbarın tamâmen boşaldığı hiç görülmedi. Bu sâyede hiçbir
zaman zahire sıkıntısı çekilmezdi. Ahmed Dede'ye civar köy ve kasabalardan çok
misâfirler gelirdi. Misâfirlere, ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol
azığı yaparlardı. Her zaman; "Bu nîmetlerin hepsi, Ahmed Dede'nin hocası
Abdüllatîf Efendinin duâsı bereketi iledir" diye Allahü teâlâya şükrederlerdi.
Hindistan evliyâsının
büyüklerinden Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah (rahmetullahi
teâlâ aleyh) bir sefere çıktığında yolda hastalandı, geçirdiği kaza neticesinde
bir eli kırıldı. Yol üzerinde bir eve misâfir oldu. O evin avlusunda hurma
ağaçları vardı ve o ağaçların altında oturuluyordu. Kayyûm-i Zaman sandalyede
değil yerde oturdu. Herkes istirahate çekildikten sonra o, rahatsızlığından ve
kolunun kırık olmasından bütün gece uyumadı. Yere düşen hurmaları ve hurma
yapraklarını hürmetle alıp edeple yüksekçe bir yere koydu. Sabah olunca ev
sâhibi onun uyumadığını, yere düşen hurma ve hurma yapraklarını toplamakla ve
yüksek bir yere koymakla meşgûl olduğunu, görünce bu hâlinin sebebini sordu. Ona
cevâben buyurdu ki: Hadîs-i şerîfte; "Halanız olan hurmaya saygı gösteriniz.
Çünkü bu ağaç Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıktan yaratılmıştır."
buyruldu. Emre uyarak hurmayı azîz tutmak, ona saygılı olmak îcâb ediyor.
Evliyânın önde gelenlerinden
Kutbüddîn İznîkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden
biri anlatır: "Bir zaman Tîmûr Han ordusuyla Anadolu'ya gelmişti. İnsanlar
başlarına bir zarar gelir düşüncesiyle çok korktular ve Kutbüddîn İznîkî
hazretlerine gelerek; "Efendim! bize bir kurtuluş yolu gösterseniz." diye
ağlayıp sızladılar. Bunun üzerine Kutbüddîn İznîkî hazretleri bir mektup yazıp
bana verdiler ve; "Var bunu Tîmûr Han ordusu içinde sâlih bir serdar vardır.
Bizden selâm eyle ve bu kâğıdı ona ver." buyurdu. Bunun üzerine askerin içine
girdim. Târif edilen kimseyi buldum ve yanımdaki mektubu verdim. Serdar; "Emir
onlardandır. Ne yapalım öyle olsun." dedi ve harb âletlerini toplamaya başladı.
Sonra etrâfa haberciler çıkarıp, hareket emrini verdi. Ordu kısa zamanda
Anadolu'yu terk etti.
|
|