CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

MA’RİFET

Gönülle bilmek, Allahü teâlâyı hakkıyla tanıyıp bilmek mârifet diye isimlendirilir. Muhammed Ma'sûm Fârûkî insanın izzetinin, îmân ve mârifet ile olduğunu, mal ve mevki ile olmadığını belirtmiştir. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri; "Mârifetin hakîkati, Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak ve Allahü teâlâdan başka her şeyden ümîdini kesmektir." demiştir. Ebü'l-Kâsım Nasrâbâdî mârifet ve Allahü teâlâya yakın olma hâlinin, farzları edâ etmekle ve sünnet-i seniyyeye tâbi olmakla ele geçeceğini ifâde etmiştir. Ebü'l-Hasan bin Sâî ise; "Mârifet, her durumda kulun, Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmede âciz kaldığını, genç ve kuvvetli zamanlarında zayıf olduğunu bilmesi ile ele geçer." demiştir. (E. Ans. c.1, s. 26)

Allahü teâlâyı kalp ve rûhla tanıyıp bilmeye mârifetullah da derler. Sülûk-ül-Ulemâ adlı eserde geçen bir hadîs-i şerîfte; "İlimlerden öyleleri vardır ki, onları ancak mârifetullaha sâhib olanlar bilirler. Onlar bu ilimlerden haber verdikleri zaman, mârifetullaha sâhib olmayanlardan başkası onları inkâr etmez." buyrulmuştur. Muhammed Mâsûm bu dünyâda en kıymetli şeyin mârifetullaha kavuşmak olduğunu belirtmiş, İmâm-ı Rabbânî kalbinde hardâl tânesi kadar dünyâ muhabbeti bulunan kimsenin mârifetullaha kavuşamayacağını ifâde etmiştir. (E. Ans. c.1, s. 26)

Hâdimî hazretleri; "Mârifetullah bilgileri, keşfle ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. İbâdetlerin yapılması ve bütün şerîat (İslâmiyet) bilgileri ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir. Şerîat bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı." demiştir. (E. Ans. c.1, s. 26)

Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin hakîkati, Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak ve Allahü teâlâdan başka her şeyden ümidini kesmektir."

Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine mârifetten sordular; cevaben; "Mârifet, Allahü teâlâyı tanımak, O'nu düşünüp tövbe, pişman olmakla ele geçer." buyurdular.

Yine sık sık: "Bâtıl olan şeye çok bakmak, kalbden Hakkın mârifetini giderir." Buyururdu.

Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifet; Allahü teâlânın Rubûbiyyetinin yâni kemâl sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan uzaklığının kemâlde olduğunu, kendi nefsinin O'nun kölesi bulunduğunu idrâk etmek, O'nun her şeyin sâhibi olduğunu, her şeyin O'nunla var ve kâim olduğunu, her şeyin O'na döneceğini ve bütün mahlûkların rızkının O'na âid olduğunu bilmek demektir."

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Mârifetten mahrum kalan kimse, ibâdetinin tadını bulamaz."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifet ehli, Allahü teâlâyı tanımakla hayattadırlar ve hakîkî hayat da, onların yaşadıkları hayattır. Allahü teâlâyı tanımayanlar diri sayılmazlar. Onlar ölü gibidir."

Nişâbur'da yetişen velîlerin büyüklerinden Ebû Bekr el-Ferrâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin bir sohbeti sırasında; "Bir kimse Allahü teâlâyı bütün yaratılmışlara tercih etmezse, onun kalbinde hiçbir zaman mârifet nûru parlamaz." buyurdu.

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın mârifetle aziz kıldığı bir kimseye yaraşan, günah işleyerek kendini zelîl etmemesidir."

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbinde (ilâhî) mârifetin yer tuttuğu bir kimseye, iki cihanda ancak O'nu görmek, O'ndan duymak ve O'nunla meşgul olmak yaraşır."

Şam'da yetişen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında; "Mârifetin hakîkati nedir?" diye sordular. Cevâbında; "İki cihanda kişinin murâdının birden yâni Allahü teâlâdan başka olmamasıdır. Gece Hak teâlâdan gâfil yatıp uyuyan kimse, muhabbetullah ve Allah sevgisi dâvâsında yalancıdır. Cezâ görecektir." buyurdular.

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) mârifetle ilgili olarak soranlara buyurdular ki: "Mârifet iki türlüdür. Hakkı bilmek, hakîkatı bilmek. Hakk'ı bilmek en bâriz sıfatlarla vahdâniyeti yâni Allahü teâlânın tek olduğunu isbattır. Hakîkatı bilmenin yolu yoktur. Çünkü semedâniyyete ermek, Rablığın hakîkatını anlamak mümkün değildir."

Musul âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Konuşunca Allahü teâlâdan konuşanlar, amel edince Allah için amel edenler, bir şey isteyince de Allahü teâlâdan isteyenler gerçek mârifet sâhipleridir.

Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allah'ın öyle kulları vardır ki, Allah'ın azametinden kalpleri parça parça olur, sonra biter; yine pârelenip tekrar biter. Ve bu hâl yaşadıkları müddetçe devam eder. Kulun, azâmet-i ilâhiye karşısındaki korku ve saygısı, ilâhî mârifetten nasîbi mikdarında olur!"

Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşayan evliyânın büyüklerinden Hacı Bektâş-ı Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin birinci makâmı edep, ikinci makâmı, korkudur. Üçüncü makâmı, az yemektir. Dördüncü makâmı, sabır ve kanâttır. Beşinci bakâmı, utanmaktır. Altıncı makâmı, cömertliktir. Yedinci makâmı, ilimdir. Sekizinci makâmı, mârifettir. Dokuzuncu makâmı, kendi nefsini bilmektir."

Evliyânın büyüklerinden, “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin kısım ve mertebeleri çoktur. İşin esâsı, dînimizin esâsı üzere olmaktır."

Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İslâmiyete uymadıkça, hiçbir vakit mârifet-i ilâhî hâsıl olmaz."

Hindistan'ın büyük velîlerinden Muhammed Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey oğlum! Kutb-i irşâdın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili mârifetler, Mebde' ve Me'âd Risâlesi'nde, "İfâde ve istifâde" bâbında yazılmıştı. Sırası gelmiş iken, faydalı olan bu mârifeti de, buraya yazıyorum. Orada yazılı olan ile karşılaştırınız! Kutb-i irşâd, kemâlât-i ferdiyyeye de mâliktir. Çok az bulunur. Asırlardan, çok uzun zaman sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından tâ arşa kadar, herkese; rüşd, hidâyet, îmân ve mârifet onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan kimse bu nîmete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyanus gibi, (çok kuvvetli radyo dalgaları gibi) bütün dünyâyı sarmıştır. O deryâ, sanki buz tutmuştur. Hiç dalgalanmaz. O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yâhud, o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. Fakat, birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhut o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, Allahü teâlâyı zikr etse bile, rüşd ve hidâyete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. O zât, bunun istifâdesini istese bile, hidâyete kavuşamaz. Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yoktur. Faydası çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. Fârisî beyt tercümesi:

 

Sustum artık, zekîlere bu yeter,

Çok bağırdım, dinleyen varsa eğer.

 

Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! O, rahmandır ve rahîmdir. O'nun resûlü Muhammed aleyhisselâma, Âline ve Eshâbına, sonsuz salât ve selâm olsun."

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) buyurdular ki: "Mârifetin alâmeti, her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."

Evliyânın büyüklerinden, maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: Ebü'l-Hasan Dîneverî'den "Mârifet nedir?" diye soruldu. "Allahü teâlânın nîmetini görmek ve bu nîmetlere şükürden âciz olduğunu anlamaktır" buyurdular.

Konya'ya gelen büyük velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir kimse; "Efendim! Mârifeti bana anlatır mısınız?" dedi. O da; "Bir gönül ki, Allahü teâlânın muhabbetiyle yanıp, onunla hayat buluyorsa, bu mârifettir." buyurdu. Soruyu soran; "Peki ben ne yaparsam bu mârifeti elde edebilirim?" diye tekrar sordu. "Bedeni terk ederek. Çünkü Allahü teâlâ ile kul arasındaki perde, kişinin bedenidir. Allahü teâlâya vâsıl olmasına mâni olacak şey dört tânedir: 1) Şehvet, 2) Çok yemek. 3) Mal ve makam, 4) Ucb ve gurûr. İşte bu dört şey, kulun cenâb-ı Hakk'a ulaşmasına mânidir." buyurdular.

Meşhûr velîlerden Şeyh Ahmed Akvâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında şehirli Ahmed Paşa Rumeli vâlisi idi. Manastır'da ikâmet ettiği sırada Ahmed Akvâvî hazretleri ile eskiden dostluğu olduğundan dolayı onu dâvet etmişti. Sohbet sırasında velîlerden bâzılarının bâzı meyveler ortaya çıkardığından bahsedildi. Şeyh hazretleri o işler mârifettir, kerâmet değildir. Kemâl ehli arasında bu nevi işler makbul değildir." buyurdu. Sonra bir karpuz çekirdeği getirtip, ocakta yanan ateşin içine attı. Karpuz çekirdeği ateş içinde filizlenip büyüdü. Ateşten dışarı taştı. Koca bir karpuz kökeni oldu. Bir saat içinde karpuz yetişti. Bu karpuzu koparıp kestiler ve yediler. Çekirdeklerini ve kabuklarını ateşe atıp yaktılar. Sonra buyurdu ki: "Bu gibi işler kerâmet değildir. Böyle şeylere aldanıp gönül vermeyiniz. Böyle şeyler riyâzetle de meydana gelebilir. Kemâl ehli böyle şeylerle meşgûl olmamalıdır."

Şam'ın büyük velîlerinden Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Kendisine "Mârifet nedir?" denildi. O; "Mârifet odur ki, ona kavuşmakla Allahü teâlâ her şeyden üstün tutulur." buyurdular.

"Bir kimse kendisi için üstünlük iddiâ eder veya söz söylemekte ileri giderse, o mârifet sâhibi olamaz ve Allahü teâlâyı tanıyamaz." buyurdu. Sık sık Allahü teâlâdan korkmanın ehemmiyetini bildirirdi. Bu sebeple; "Allahü teâlâdan korkmak, her işin başıdır. Fakat bu herkeste başkadır." buyurdular.