MA’RİFET
Gönülle bilmek, Allahü
teâlâyı hakkıyla tanıyıp bilmek mârifet diye isimlendirilir. Muhammed Ma'sûm
Fârûkî insanın izzetinin, îmân ve mârifet ile olduğunu, mal ve mevki ile
olmadığını belirtmiştir. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri; "Mârifetin hakîkati,
Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak ve Allahü teâlâdan başka her
şeyden ümîdini kesmektir." demiştir. Ebü'l-Kâsım Nasrâbâdî mârifet ve Allahü
teâlâya yakın olma hâlinin, farzları edâ etmekle ve sünnet-i seniyyeye tâbi
olmakla ele geçeceğini ifâde etmiştir. Ebü'l-Hasan bin Sâî ise; "Mârifet, her
durumda kulun, Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmede âciz kaldığını, genç
ve kuvvetli zamanlarında zayıf olduğunu bilmesi ile ele geçer." demiştir.
(E. Ans. c.1, s. 26)
Allahü teâlâyı kalp ve rûhla
tanıyıp bilmeye mârifetullah da derler. Sülûk-ül-Ulemâ adlı eserde geçen bir
hadîs-i şerîfte; "İlimlerden öyleleri vardır ki, onları ancak mârifetullaha
sâhib olanlar bilirler. Onlar bu ilimlerden haber verdikleri zaman,
mârifetullaha sâhib olmayanlardan başkası onları inkâr etmez." buyrulmuştur.
Muhammed Mâsûm bu dünyâda en kıymetli şeyin mârifetullaha kavuşmak olduğunu
belirtmiş, İmâm-ı Rabbânî kalbinde hardâl tânesi kadar dünyâ muhabbeti bulunan
kimsenin mârifetullaha kavuşamayacağını ifâde etmiştir.
(E. Ans. c.1, s. 26)
Hâdimî hazretleri; "Mârifetullah
bilgileri, keşfle ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. İbâdetlerin
yapılması ve bütün şerîat (İslâmiyet) bilgileri ise, üstâddan öğrenmekle elde
edilir. Şerîat bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın peygamberler
ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı." demiştir.
(E. Ans. c.1, s. 26)
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin
hakîkati, Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak ve Allahü teâlâdan başka
her şeyden ümidini kesmektir."
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine mârifetten sordular;
cevaben; "Mârifet, Allahü teâlâyı tanımak, O'nu düşünüp tövbe, pişman olmakla
ele geçer." buyurdular.
Yine sık sık: "Bâtıl olan
şeye çok bakmak, kalbden Hakkın mârifetini giderir." Buyururdu.
Meşhûr velîlerden Ali
Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifet; Allahü teâlânın
Rubûbiyyetinin yâni kemâl sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan uzaklığının
kemâlde olduğunu, kendi nefsinin O'nun kölesi bulunduğunu idrâk etmek, O'nun her
şeyin sâhibi olduğunu, her şeyin O'nunla var ve kâim olduğunu, her şeyin O'na
döneceğini ve bütün mahlûkların rızkının O'na âid olduğunu bilmek demektir."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Mârifetten
mahrum kalan kimse, ibâdetinin tadını bulamaz."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifet ehli,
Allahü teâlâyı tanımakla hayattadırlar ve hakîkî hayat da, onların yaşadıkları
hayattır. Allahü teâlâyı tanımayanlar diri sayılmazlar. Onlar ölü gibidir."
Nişâbur'da yetişen velîlerin
büyüklerinden Ebû Bekr el-Ferrâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin
bir sohbeti sırasında; "Bir kimse Allahü teâlâyı bütün yaratılmışlara tercih
etmezse, onun kalbinde hiçbir zaman mârifet nûru parlamaz." buyurdu.
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın
mârifetle aziz kıldığı bir kimseye yaraşan, günah işleyerek kendini zelîl
etmemesidir."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbinde
(ilâhî) mârifetin yer tuttuğu bir kimseye, iki cihanda ancak O'nu görmek, O'ndan
duymak ve O'nunla meşgul olmak yaraşır."
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti
sırasında; "Mârifetin hakîkati nedir?" diye sordular. Cevâbında; "İki cihanda
kişinin murâdının birden yâni Allahü teâlâdan başka olmamasıdır. Gece Hak
teâlâdan gâfil yatıp uyuyan kimse, muhabbetullah ve Allah sevgisi dâvâsında
yalancıdır. Cezâ görecektir." buyurdular.
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) mârifetle ilgili olarak
soranlara buyurdular ki: "Mârifet iki türlüdür. Hakkı bilmek, hakîkatı bilmek.
Hakk'ı bilmek en bâriz sıfatlarla vahdâniyeti yâni Allahü teâlânın tek olduğunu
isbattır. Hakîkatı bilmenin yolu yoktur. Çünkü semedâniyyete ermek, Rablığın
hakîkatını anlamak mümkün değildir."
Musul âlimlerinden ve
Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Konuşunca Allahü teâlâdan konuşanlar, amel edince Allah için
amel edenler, bir şey isteyince de Allahü teâlâdan isteyenler gerçek mârifet
sâhipleridir.
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allah'ın öyle
kulları vardır ki, Allah'ın azametinden kalpleri parça parça olur, sonra biter;
yine pârelenip tekrar biter. Ve bu hâl yaşadıkları müddetçe devam eder. Kulun,
azâmet-i ilâhiye karşısındaki korku ve saygısı, ilâhî mârifetten nasîbi
mikdarında olur!"
Osmanlı devletinin kuruluş
yıllarında yaşayan evliyânın büyüklerinden Hacı Bektâş-ı Velî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin birinci makâmı edep, ikinci makâmı,
korkudur. Üçüncü makâmı, az yemektir. Dördüncü makâmı, sabır ve kanâttır.
Beşinci bakâmı, utanmaktır. Altıncı makâmı, cömertliktir. Yedinci makâmı,
ilimdir. Sekizinci makâmı, mârifettir. Dokuzuncu makâmı, kendi nefsini
bilmektir."
Evliyânın büyüklerinden,
“Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan
Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mârifetin
kısım ve mertebeleri çoktur. İşin esâsı, dînimizin esâsı üzere olmaktır."
Evliyânın meşhûrlarından ve
büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "İslâmiyete uymadıkça, hiçbir vakit mârifet-i ilâhî hâsıl olmaz."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Muhammed Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey
oğlum! Kutb-i irşâdın feyz vermesi ve ondan feyz almakla ilgili mârifetler,
Mebde' ve Me'âd Risâlesi'nde, "İfâde ve istifâde" bâbında yazılmıştı. Sırası
gelmiş iken, faydalı olan bu mârifeti de, buraya yazıyorum. Orada yazılı olan
ile karşılaştırınız! Kutb-i irşâd, kemâlât-i ferdiyyeye de mâliktir. Çok az
bulunur. Asırlardan, çok uzun zaman sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir.
Kararmış olan âlem onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının ve hidâyetinin
nûrları, bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından tâ arşa kadar, herkese;
rüşd, hidâyet, îmân ve mârifet onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz alır.
Arada o olmadan kimse bu nîmete kavuşamaz. Onun hidâyetinin nûrları, bir okyanus
gibi, (çok kuvvetli radyo dalgaları gibi) bütün dünyâyı sarmıştır. O deryâ,
sanki buz tutmuştur. Hiç dalgalanmaz. O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse,
onu düşünürse, yâhud, o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o
kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına
göre, o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse, Allahü teâlâyı zikr
ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır.
Fakat, birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder,
beğenmezse, yâhut o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, Allahü teâlâyı zikr etse
bile, rüşd ve hidâyete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz
yolunu kapatır. O zât, bunun istifâdesini istese bile, hidâyete kavuşamaz. Rüşd
ve hidâyet, var görünür ise de yoktur. Faydası çok azdır. O zâta inanan ve
sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikr etmeseler de, yalnız
sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar. Fârisî beyt tercümesi:
Sustum artık, zekîlere bu
yeter,
Çok bağırdım, dinleyen varsa
eğer.
Âlemlerin rabbi olan Allahü
teâlâya hamd olsun! O, rahmandır ve rahîmdir. O'nun resûlü Muhammed
aleyhisselâma, Âline ve Eshâbına, sonsuz salât ve selâm olsun."
Tâbiînden ve hanım velîlerin
büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) buyurdular ki:
"Mârifetin alâmeti, her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."
Evliyânın büyüklerinden,
maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır:
Ebü'l-Hasan Dîneverî'den "Mârifet nedir?" diye soruldu. "Allahü teâlânın
nîmetini görmek ve bu nîmetlere şükürden âciz olduğunu anlamaktır" buyurdular.
Konya'ya gelen büyük
velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir
kimse; "Efendim! Mârifeti bana anlatır mısınız?" dedi. O da; "Bir gönül ki,
Allahü teâlânın muhabbetiyle yanıp, onunla hayat buluyorsa, bu mârifettir."
buyurdu. Soruyu soran; "Peki ben ne yaparsam bu mârifeti elde edebilirim?" diye
tekrar sordu. "Bedeni terk ederek. Çünkü Allahü teâlâ ile kul arasındaki perde,
kişinin bedenidir. Allahü teâlâya vâsıl olmasına mâni olacak şey dört tânedir:
1) Şehvet, 2) Çok yemek. 3) Mal ve makam, 4) Ucb ve gurûr. İşte bu dört şey,
kulun cenâb-ı Hakk'a ulaşmasına mânidir." buyurdular.
Meşhûr velîlerden Şeyh
Ahmed Akvâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında şehirli Ahmed Paşa Rumeli
vâlisi idi. Manastır'da ikâmet ettiği sırada Ahmed Akvâvî hazretleri
ile eskiden dostluğu olduğundan dolayı onu dâvet etmişti. Sohbet sırasında
velîlerden bâzılarının bâzı meyveler ortaya çıkardığından bahsedildi. Şeyh
hazretleri o işler mârifettir, kerâmet değildir. Kemâl ehli arasında bu nevi
işler makbul değildir." buyurdu. Sonra bir karpuz çekirdeği getirtip, ocakta
yanan ateşin içine attı. Karpuz çekirdeği ateş içinde filizlenip büyüdü. Ateşten
dışarı taştı. Koca bir karpuz kökeni oldu. Bir saat içinde karpuz yetişti. Bu
karpuzu koparıp kestiler ve yediler. Çekirdeklerini ve kabuklarını ateşe atıp
yaktılar. Sonra buyurdu ki: "Bu gibi işler kerâmet değildir. Böyle şeylere
aldanıp gönül vermeyiniz. Böyle şeyler riyâzetle de meydana gelebilir. Kemâl
ehli böyle şeylerle meşgûl olmamalıdır."
Şam'ın büyük velîlerinden
Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hikmetli sözleri
çoktur. Kendisine "Mârifet nedir?" denildi. O; "Mârifet odur ki, ona kavuşmakla
Allahü teâlâ her şeyden üstün tutulur." buyurdular.
"Bir kimse kendisi için
üstünlük iddiâ eder veya söz söylemekte ileri giderse, o mârifet sâhibi olamaz
ve Allahü teâlâyı tanıyamaz." buyurdu. Sık sık Allahü teâlâdan korkmanın
ehemmiyetini bildirirdi. Bu sebeple; "Allahü teâlâdan korkmak, her işin başıdır.
Fakat bu herkeste başkadır." buyurdular. |