CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

KUL - 1

Her insan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratıldı. Onun için herkes, Allahü teâlâyı yaratıcı, kendisini yaratılmış bilmelidir. Bir kimsenin, Allahü teâlâya kul olması için, O'ndan başka şeylere kul olmaktan ve bağlanmaktan tam kurtulması lâzımdır. Bunun için büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî vilâyet yâni evliyâlık mertebelerinin sonunun, en yükseğinin abdiyyet (kulluk) makâmı olduğunu ifâde etmiştir. (E. Ans. c.1, s. 6)

Evliyânın büyüklerinden Abdülmecîd Şirvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Mevlânâ hazretlerinin şu sözünü sık sık söylerdi.

 

"Men bende şüdem, bende şüdem, bende, şüdem

Men bende behaclet beser efkende şüdem

Her bende şeved şâd ki âzad şeved

Men şâd ezânem ki türâ bende şüdem"

 

 (Allahım ben kul oldum, kul oldum, kul oldum. Kulluktaki vazîfemi yapamadığımdan utanarak başımı eğdim. Her kul kapısından âzâd olduğunda sevinir mesrûr olur. Bense ne zaman sana tam kul olursam o vakit şad olur, neşelenirim.)

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kulundan şunları ister. Kalbin; Allahü teâlânın evine hürmet, yarattıklarına şefkat etmesi. Lisanın; Kelime-i tevhidi söyleyip, yaratıklara yumuşaklıkla muâmele etmesi. Bedenin; ibâdet ve tâatte bulunup, müminlere yardım etmesi. Huyun; Allahü teâlânın hükmüne sabır gösterip, yarattıklarına karşı halîm-selîm olması."

Allahü teâlânın emirlerine uymayı tercih etmek, nefsi ayıplamak ve dostların nasîhatini öğüt kabûl etmek husûsunda da şöyle buyurmuştur: "Kul, gizli ve açık her zaman Allahü teâlâya itâat eder, hiç bir an O'nun emrinden çıkmaz. Kendisine kötülük edene iyilik eder, nefsin arzusuna uymaz, nîmet zamânında şükreder, şiddet zamânında sabreder. Kendinden aşağı olana ikrâm eder. Kendisiyle istişâre edenin sözünü dinler."

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Kulu Allahü teâlâya yaklaştıran en iyi iş nedir? dediler. Haddâd hazretleri; "Kulu, Allahü teâlâya yaklaştıran en iyi vesîle, kulun her hâlükârda dâimî sûrette O'na ihtiyaç duyması, bütün işlerde sünnet-i seniyyeye dört elle sarılması ve gıdâyı helâl yoldan temin etmesidir." buyurdular.

"Ubûdiyyet (kulluk) nedir?" diye sordular. O; "Malı bırakıp emrolunan husûsa sımsıkı sarılmakdır. Hak aramak yerine vazîfeye koşmaktır."

"Öyleyse kerem nedir?" "Dünyâyı ona muhtac olanlara bırakıp, Allahü teâlâya kulluğa yönelmektir." buyurdular.

Türkistan'da yetişen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ ile kul arasında perde, yer ve gök değildir. Arş ve Kürsî de değildir. Perde, insanın benliğidir. Bu aradan kaldırılırsa Allah'a kavuşulur."

"Kim kendini iyi zannederse o kendisini bilmiyordur."

"Kul, Allahü teâlâ için neyi terk ederse, Allahü teâlâ ona karşılık daha hayırlısını verir."

"Kişinin helâkı, Allahü teâlâdan başkasına gönül bağladığı şeydir."

Dîvân şâirlerinden ve mevlevî şeyhi Esrâr Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) ve hocası Şeyh Gâlib’in Osmanlı Sultanı Üçüncü Selîm Hana tam bir muhabbet ve bağlılıkları vardı. Bu durum Sultanın aleyhinde olanların onlar hakkında ileri geri konuşmalarına sebep oluyordu. Bunlara karşılık bir gazelinde;

 

Ne Süleymân ne Selîm'in kuluyuz,

Hazret-i Rabb-i Rahîmin kuluyuz.

Husrev-i âleme yok minnetimiz,

Öyle bir şâh-ı kerîmin kuluyuz.

 

diyerek çok güzel bir cevap vermiştir.

Sofiyye-i aliyye denilen büyük velîlerden Hallâc-ı Mansûr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul, ubûdiyetin, kulluğun  bütün şartlarını kendinde toplarsa, Allah'tan başkasına kul olmanın yorgunluğundan kurtularak hürriyete kavuşur, külfetsiz ve sıkıntısız bir şekilde Allah'a kul olmanın zîneti ile süslenir. Peygamberlerin ve sıddîkların makâmı budur. Bu durumdaki kula ibâdet ve tâat zor gelse bile, Allahü teâlânın yardımı ile onu zevk ve gönül rahatlığı ile îfâ eder. İslâmiyet yönünden bu nevî ibâdetlerle süslü bulunduğu halde ibâdetlerinde kalbine en küçük bir meşakkat, sıkıntı ârız olmaz."

"Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyyete, kulluğa sıkı bir şekilde devâm etsin. Hakîkî hürriyet Allah'tan başkasına kulluk yapmamaktır."

"Azîz ve celîl olan Allah'tan başka bir şeyden korkan veya bir şeyi ümid eden kimsenin yüzüne, Allahü teâlâ bütün kapıları kapatır, ona âdî bir korkuyu (Allah korkusunun dışında kalan korkuları) musallat eder. Kendisi de onun arasına yetmiş perde çeker, bu perdelerin en incesi şüphe, vesvese olur."

Büyük velîlerden İbn-i Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kuluna hayır murâd ederse, ona sâlih ve ihtiyar zâtlara hizmet etmeyi, onların istedikleri işleri yapmayı, hayır yollarına girmeyi ve bu hayırları görmeyi nasîb eder."

"Kula lâzım olan şey, sünnete uygun olarak kulluğa yapışmak ve bu yolda yürümektir."

Yine buyurdular ki: "Emirleri hafif tutmak, o emri veren âmiri az tanımaktan ileri gelir. Eğer kul, emir veren, âmir olan Allahü teâlâyı tam hakkı ile tanırsa, emirlerini hafif görmez."

İstanbul'da medfûn bulunan en büyük üç evliyâdan biri olan Seyyid Murâd-ı Münzâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul ile Rabbi arasında olan muâmele, henüz sütten yeni kesilmiş mâsum bir çocuk ile annesi arasında olan muâmele gibi olmalıdır. Mâsum çocuk annesini kaybetmiş, oturmuş ağlar. Annemi isterim, der. Annenin ismi nedir oğul dediklerinde, bilmem der. Yine annemi isterim diye ağlar. Annenin evi nerededir dediklerinde, bilmem der. Yine annemi isterim diye ağlar. İşte bu şekildeki çocuğu herkes korur, yardımcı olur."

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul; nâfileleri yaparken farzları yapmayı unutursa ve bedeni ile ibâdet ederken, kalbi Allahü teâlâdan gâfil olursa, Hak teâlâdan uzaklaşır."

Yine buyurdular ki: "Kulun amellerini boşa çıkaran, kalbleri bozan, kulu en süratli helâke götüren, devamlı hüzne boğan, cezâyı çabuklaştıran, riyâyı sevdiren, ucba (amellerini beğenip güzel görmek) götüren, baş olmak hevesine kaptıran şey, insanın nefsini tanımaması, kendi ayıblarını bırakıp, başkalarının ayıblarını görmesidir."

"Kul dört şeyle yükselir. Bunlar: İlim, edep, emânet ve iffettir."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kulun, Allahü teâlânın emirlerine göre hareket etmesi gerektiğini söylerdi.

"Kul olduğunu iddiâ edip, şahsî arzuları da bulunan kimse bu iddiâsında yalancıdır. Çünkü, kulun arzuları bulunmamalı, sâhibinin irâdesi istikâmetinde hareket etmelidir." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Sübeyhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Allahü teâlâya karşı gerçek kulluktan soruldu. O zaman; "Allahü teâlâya karşı gerçek kulluk, Resûlüne, sallallahü aleyhi ve sellem tam uymakla isbât edilir. Bu da, ahde vefâ, O'nun emirlerine uygun hareket, mevcûd olana rızâ, kayıp olana sabretmektir." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir."

"Bir kulun ereceği saâdet, emredilen ibâdetleri ve tâatleri kolayca yapmasıdır. Bütün işlerinde sünnet üzere yürümeyi başarmasıdır. Sâlih kullara karşı içten sevgi beslemesi, hangi işte olursa olsun, ahlâkını değiştirmemesidir."

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) nasîhat isteyen birisine; "Sen kimin esiri ve mülküysen onun kulusun. Eğer nefsinin esiri (ve mülkü) isen nefsinin kulusun. Eğer dünyânın esiriysen, dünyânın kulusun (ve kölesisin)." buyurdular.

Zaman zaman hocası Nasrabâdî'den anlatırdı. Hocam buyurdular ki: "Kul olanın kıymeti, mâbudu olan Allahü teâlâya göredir. Ârifin şerefi de mârufa (bilinene tanınana) göredir. Maddeye tapanın değeri maddeye göre, Allahü teâlâya tapanın değeri de O'na göredir. Kulluktan daha şerefli bir şey yoktur. Mümin için ubûdiyetle, kullukla ilgili isim almaktan daha mükemmel bir isim yoktur. Bundan dolayı Allahü teâlâ mîrac gecesi Peygamber efendimizi vasfederken meâlen; "Bir gece kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulumu (Muhammed aleyhisselâmı) Mescid-i Haramdan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâya götüren Allahü teâlâ, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir." (İsrâ sûresi: 1) buyurdular.

Tebe-i tâbiînden meşhur fıkıh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kul, dünyâdaki her ânından kıyâmette hesâb ve sorguya çekilecek. Hem de gün gün, saat saat. Bu durumda, Allahü teâlâyı anmadığı bir an karşısına çıkınca, pişman olur ve kendini parçalamak ister."

Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulluk, insanın, âcizliğini idrâk edip, anlamasıdır."

Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın sevgili bir kulu, vâcibi bırakmadığı gibi, sünnetleri de bırakmamaya dikkat etmedikçe; büyük günahlardan nedâmet, pişmanlık duyduğu kadar, küçük günahlardan da pişmanlık duymadıkça, edeb makâmına yükselemez.”

Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) içi dışına, dışı içine uygun bir zât olup; "Bir kulun içi dışı bir olunca; cenâb-ı Hak; “İşte benim gerçek kulum budur.” buyurur." derdi.

Evliyânın büyüklerinden Nesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâya sevap umarak veya azâbından korkarak hizmet eden, tamahını ve hasisliğini ortaya koyar. Kulun efendisine bir bedel (menfaat) karşılığı hizmet etmesi ne kötü şeydir.”

Büyük velîlerden Osman bin Merzûk el-Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, "Hakîki kul kime denir?" dediler. O; "Hakîkî kul, Mevlâsı hâriç, her şeyden ümidini kesendir." buyurdular.

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) buyurdular ki: "Kul Allahü teâlânın sevgisini tattığı zaman, Allah o kulunun kusurlarını kendisine gösterir. Böylece o, başkalarının kusurlarını göremez olur."

Evliyânın büyüklerinden Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulun Hakk'a ulaşmasının başlangıcı, vücûdunun ihtiyaçlarını gidermekle uğraşmaktan vazgeçmesidir. Haktan uzaklaşmasının başlangıcı da, nefsine uyup onunla haşır-neşir olmasıdır."

Hindistan evliyâsından ve Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun."

Evliyânın büyüklerinden Abdullah Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır."

"Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir."

Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsi için bir hizmetçi istemediği müddetçe kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düşmüş ve kulluğun edeblerini terkedip sınırlarını aşmış olur. Çünkü başkasının kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüştür."

"Eğer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksız kalırsa, o bir ânın bereketini ömrünün sonuna kadar duyar."

Evliyânın büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kul, Allahü teâlânın sevgisini, Allahü teâlânın sevmediklerine düşman olmakla kazanır. Allahü teâlânın sevmedikleri ise, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin hepsidir."

"Kul ne ile muhabbete nâil olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânın evliyâsına dost olmak, düşmanlarına da düşman olmakla" buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Kul, muhabbet makâmına, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve Allahü teâlâya düşman olanlara düşmanlık etmekle kavuşur."

İstanbul'un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akşemseddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulluk beş kısımdır: Birincisi ten kulluğudur. Bu, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. İkincisi; nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek, ıslâh etmek, mücâhede ve nefsin istemediği şeyleri yapmak, riyâzet çekip nefsin istediği şeyleri yapmamaktır. Üçüncüsü; Gönül kulluğudur. Bu ise, dünyâdan ve dünyâda bulunan şeylerden yüz çevirip, âhirete yönelmektir. Âhirete yarar iş yapmaktır. Dördüncüsü; sır kulluğudur. Bu, her şeyi bırakıp, tamâmen Allahü teâlâya dönüp, O'nun rızâsını kazanmaktır. Beşincisi; can kulluğu. Bu kulluk, müşâhedeye ermek için kendini Allah yoluna vermekle olur..."

Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, kulluk hakkında buyurdular ki: "İnsanoğluna verilen mükellefiyet ve mes'ûliyet, mahlûklardan hiçbirine verilmemiştir. İnsanın, bâzı ibâdet ve tâatları yapmasıyla iş bitmez. Bunlarla berâber, kulluğa sımsıkı sarılmak, söz söylemekte, yemek yemekte, hattâ etrâfına bakınmakta fevkalâde dikkati gerektirir. Çünkü, her söz ve hareketinden mes'ûldür, hepsinden Allahü teâlâya hesap verecektir."

Evliyânın meşhûrlarıdan Ali bin Meymûn Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerinden birisini başkasının mülkü olan duvar üzerinde ceviz kırarken gördü. Orada ceviz kırmamasını söyleyince talebe merakla sebebini sordu. O da; "Sen öyle ceviz kırarken duvarın toprakları döküldüğünden başkasının malına zarar vermektesin. Bu da kul hakkına girer." buyurdular.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on ikincisi olan Ali Râmitenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâ katında sevgili bir kul olabilmenin on şartı olduğunu bildirip bunları şöyle sıralamaktadır: 

Birincisi; temiz olmaktır. Temizlik de iki kısma ayrılır. 1Zâhirî temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanılacak bütün eşyâların temiz olmasıdır. 2Bâtın temizliği: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Hased etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allahü teâlânın düşmanlarından nefret etmek, dostlarına da muhabbet etmek gibi Cenâb-ı Hakkın beğendiği iyi huylardır. Kalb, Allahü teâlânın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünyâ sevgisi doldurmamalıdır. Haram olan yiyeceklerle beslenmemelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte; "Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp duâ ediyor. Yâ Rabbî! diye yalvarıyor. Hâlbuki, yediği içtiği haram, gıdâsı hep haram. Bunun duâsı nasıl kabûl olur?" Yâni haram yiyenin duâsı kabûl olmaz buyruldu. Gönül, kalb temiz olmazsa ibâdetlerin lezzeti alınamaz, mârifete, Allahü teâlâya âit bilgilere kavuşulamaz.

İkincisi; dilin temizliğidir. Dilin münâsebetsiz ve uygun olmayan sözleri söylemeyip susması, Kur'ân-ı kerîm okuması, emr-i ma'rûf ve nehy-i münkerde bulunması, Allahü teâlânın emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi, ilim öğretmesi gibi. Zîrâ sevgili Peygamberimiz; "İnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem'e atılırlar."  buyurdular.

Üçüncü şart; mümkün olduğu kadar insanlardan uzak durmağa çalışmalıdır. Bu sebeple göz, haram şeylere bakmamış olur. Zîrâ kalb, göze tâbidir. Her harama bakış, kalb aynasını karartır. Nitekim Peygamber efendimiz; "Yabancı kadınların yüzlerine şehvet ile bakanların gözlerine, kıyâmet günü ergimiş kızgın kurşun dökülecektir." buyurmuştur. Yabancı kadınlara bakmak haramdır.

Dördüncü şart; oruç tutmaktır. İnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiş ve nefsini kahretmiş olur. Bununla ilgili hadîs-i kudsîde; "Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbı nihâyetsizdir. Muhakkak, sabrederek ölenlerin ecirleri hesapsızdır." buyrulmaktadır. Yine hadîs-i şerîfte; "Oruç, Cehennem'e kalkandır." buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzûra kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hâsıl etmelidir.

Beşinci şart; Allahü teâlâyı çok hatırlamak, ismini çok söylemektir. En fazîletli olan zikir, "Lâ ilâhe illallah"tır. Lâ ilâhe illallah diyen kimse ihlâs sâhibi olur. İhlâs; bütün işlerini Allahü teâlânın rızâsı için yapmak,  dünyâya âit mal ve makamlardan hevesini kesip âhireti istemektir. İhlâslı kimse; "İlâhî! Benim maksudum sensin, seni istiyorum!" der. Nitekim Resûlullah efendimiz, "Lâ ilâhe illallah" demenin çok fazîletli olduğunu ve günahların affedileceğini buyurdu. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, Ahzâb sûresinin kırk birinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey îmân edenler! Allah'ı çok zikrediniz." buyurdu. Nefsin arzu ve isteklerinden kurtulmak için devamlı zikretmelidir.

Altıncı şart; hâtıra yâni kalbe gelen düşüncelerdir. İnsanın kalbine gelen düşünceler dört kısımdır. Bunlar; Rahmânî, melekânî, şeytânî, nefsânîdir. Hâtır-ı rahmânî; gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaktır. Hâtır-ı melekânî; ibâdete, tâate rağbet etmektir. Hâtır-ı şeytânî; günahı süslemekdir. Hâtır-ı nefsânî de; dünyâyı taleb etmek, istemektir. Şeytânî ve nefsânî düşüncelerden kurtulmak gerekmektedir.

Yedinci şart; Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermek, irâdesine teslim olmaktır. Havf ve recâ, korku ve ümid arasında yaşamaktır. Zîrâ Allah'tan korkan kimse, günah işlemez. Ayrıca mümin, ümitsizliğe de düşmez. Allahü teâlâ, ümitsizliğe düşmemeyi emretmektedir.

Sekizinci şart; sâlihlerle sohbeti seçmektir. Sâlihlerle sohbet edildiği takdirde, günahlara perde çekilir, haramlar gözüne kötü görünür.

Dokuzuncu şart; iyi ve güzel hasletlerle bezenmektir. Bu da, her şeyi yaratan Allahü teâlânın ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Çünkü Peygamber efendimiz; "Allahü teâlânın ahlâkıyla ahlâklanınız." buyurdu.

Onuncu şart, helâl ve temiz lokma yemektir. Bu da farzlardandır. Nitekim Allahü teâlâ, Bekara sûresinin yüz altmış sekizinci ayet-i kerîmesinde meâlen; "Yeryüzündekilerden helâl ve temiz olanını yiyiniz." buyurmaktadır. Peygamber efendimiz ise; "İbâdet on cüzdür. Dokuzu helâlı taleb etmektir." Geriye kalan bütün ibâdetler bir cüzdür. Helâl yemeyen kimse, Allahü teâlâya itâat etme gücünü kendisinde bulamaz. Helâl yiyen kimse de, Allahü teâlâya isyânkâr olmaz. Helâl ve temiz yer, isrâf etmez.