KONUŞMAK
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) faydasız
şeyleri bırakmak husûsunda: "Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında
konuşmayı bırak. Dünyâ ve âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle
uğraşmayı bırak. Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyâdan
alınacak, âhirete götürüleceksin. Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama. Resûl-i
ekrem; "Hayat, âhiret hayâtıdır" buyurdular."
Evliyânın meşhûrlarından
Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden nasihat
isteyenlere buyurdular ki: En faydalı, doğru söz, Allahü teâlânın rızâsı için
nefsinin ayıplarını kabûl ve tasdik etmektir. En faydalı ihlâs, riyâdan ve
gösterişten kurtulmaktır.
İstanbul'da yetişen
evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Raûfî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde büyüklerden nakille buyurdular ki: Câbir radıyallahü anhın
bildirdiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Zikrin en fazîletlisi lâ ilâhe
illallahdır." Bâzı âlimler, en fazîletli zikrin Lâ ilâhe illallah olduğunu
gösteren Kur'ân-ı kerîmden yetmiş âyet-i kerîme bildirdiler. Çünkü bu mübârek
sözde Allahü teâlânın birliği, ilâhlığın Allahü teâlâya mahsus olduğu, O'ndan
başkasının ilâh olamayacağı isbat edilmektedir. Îmân, bunun mânâsına inanmakla
olur. Bu husûsiyetler, başka kelimelerde ve başka zikirlerde yoktur. Ebü'l-Fadl
Cevherî şöyle bildirir: Cennet ehli Cennet'e girdiklerinde, Cennet nehirlerinin,
ağaçlarının ve Cennet içindeki şeylerin hepsinin, lâ ilâhe illallah dediklerini
işitirler. Onların bâzısı bâzısına, bu kelimeden biz dünyâda iken gâfildik,
derler. Mûsâ aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! Bana bir kelime öğret ki, seni onunla
anayım, yâhut onunla sana duâ edeyim." dedi. Allahü teâlâ; "Ey Mûsâ! Lâ ilâhe
illallah de." buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! Bu kelimeyi bütün kulların
söylüyor. Ben bana mahsus bir şey istiyorum." dedi. Allahü teâlâ; "Ey Mûsâ! Yedi
kat gökler, yedi kat yerler, bir kefeye konsa, lâ ilâhe illallah mübârek sözü
bir kefeye konsa bu daha ağır gelir." buyurdu.
Çok konuşmasını, lüzumsuz
söz söylemesini sevmezdi. Bu hususla ilgili olarak şunları naklederdi: Peygamber
efendimiz buyurdular ki: "Susmak hikmettir. Onu yapan azdır. Hikmet insanı
cehâletten ve sefâhatten koruyan faydalı bir şeydir." İmâm-ı Gazâlî; "Susmaya
yapış. Zarûret mikdârı hâriç." buyurdu. Ebû Bekr kendisini konuşmaktan men
etmesi için ağzına taş koyardı. Dilin tehlikesi büyüktür. Âfeti çoktur. Susmakla
bunlardan kurtulunur. Denilmiştir ki: "Dilin kendisi küçüktür. Fakat yaptığı
cürmü büyüktür ve çoktur." Lokman Hakim oğluna dedi ki: "Konuşmak gümüş ise
susmak altındır." Hadîs-i şerîfte; "Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanan ya
hayır söylesin yâhut sussun." buyruldu.
Evliyânın meşhûrlarıdan
Ali bin Meymûn Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hâlinin
onda dokuzu susmak, biri de konuşmak olsun."
Mâverâünnehir böldesinde
yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Nesefî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Ey oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman az konuş. Sana sorulmayan
şeye cevap verme. Bir şey sorulursa cevâbını bilmiyorsan, bilmiyorum de.
Bilmediğine, bilmem demek ilmin yarısıdır. Eğer cevâbını biliyorsan, kısa cevap
ver. Sözü uzatma. Mecliste bulunanlara imtihân için bir şey sorma. Onlarla
münâzara ve münâkaşa etme.
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Konuşmak
hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş."
İslâm âlimlerinin ve
velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
çok konuşmanın zararlarını ve konuşma âdâbını şöyle anlatır:
"Fazla konuşmamalıdır. Zîrâ
çok konuşmak; zihin hafifliği, akıl zayıflığının alâmetidir. Kişinin heybetini
kırar, îtibârını düşürür. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) buyurur ki: "Hiçbir
sözü boş olmayan Resûlullah efendimiz, az, öz ve tâne tâne konuşurdu. Bir
mecliste konuşsa, mübârek ağzından çıkan kelimeler sayılmak istense,
sayılabilirdi." Âlimler demişlerdir ki, lüzûmsuz çok konuşan bir kimseyi
görürsen, bilki, aklı yoktur. Söyliyeceği sözü iyice düşünmeden dile
getirmemeli, ağzından çıkarmamalıdır. Hikmet sâhibleri; "Önce düşün, sonra
söyle." demişlerdir. İhtiyaç, lüzûm olmadan konuşmamalıdır.
Konuşurken gülmemelidir.
Mecliste birisi konuşurken, sözünü kesip araya girmemelidir. Bir kimsenin
anlattığı bir şeyi bilse de, bildiğini belli etmeyip, o kimse sözünü
tamamlamalıdır.
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
bir kısım insanlar gelip; "Bâzı kimseler mescidde dünyâ lafı ediyor." diye
şikâyette bulundular. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Her kim altı yerde
dünyâ sözü ile meşgûl olursa otuz yıllık temiz ve kabûl olmuş ibâdeti reddedilir
ve boşa gider. Bu altı yerin birincisi mescid, ikincisi ilim meclisi, üçüncüsü
cenâze, dördüncüsü mezarlık, beşincisi ezan vakti, altıncısı Kur'ân-ı kerîm
okunurkendir. Bunların herbirisinin geniş açıklamaları vardır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine çok konuşmanın
zararlarından soruldu. O zaman; "Çok söz, iyilikleri yer bitirir. Hattâ yer,
kurutur. Tıpkı kuru arâzinin suyu yuttuğu gibi olur." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Amr ez-Zücâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse,
kendinde olmadığı bir halden konuşursa, dinleyenleri fitneye sürükler. Kendisi
de Allahü teâlâyı tanımaktan mahrûm kalır."
Büyük velî, hadîs ve kırâat
âlimi Ebû Bekr bin İyâş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Sükûtun en küçük faydası, sıkıntı ve belâlardan kurtarmasıdır. İyilik olarak,
insana bu yeter. Fazla ve lüzumsuz konuşmanın en küçük zararı, şöhrettir. Belâ
olarak, şöhret insana yeterlidir."
Büyük velîlerden Ebû Hafs
Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Velînin sükût
hâli mi yoksa konuşma hâli mi daha fazîletlidir?" diye sordular. Cevaben;
"Konuşan, sözde bulunan felâketi bilse, Nûh aleyhisselâm kadar ömrü bile olsa
gücü yettiği kadar sükût eder konuşmazdı. Sükût eden, susmada bulunan âfeti
bilse, konuşayım diye Nûh aleyhisselâmın yaptığının iki katı bir müddetle Allahü
teâlâya duâ ve niyazda bulunurdu." buyurdular.
Nişâbur'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Muhammed Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri,
"Susmayı ganîmet saymayan kimse, ne kadar konuşursa konuşsun boşunadır."
buyurdular.
Hocası, Osman Hîrî
hazretlerini çok sever ve; "Pek çok evliyâ ile görüşüp sohbet ettim. Lâkin
Allahü teâlâyı tanımak husûsunda hocamdan daha çok mârifet sâhibi birini
görmedim." derdi.
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hakk'ın
kulları içinde öyle bir zümre vardır ki, onları yüce Allah'ın korkusu
susturmuştur. Yoksa onun hakkında gâyet fasîh ve belîğ konuşmayı da bilirler."
Tâbiînin büyüklerinden,
hadîs ve fıkıh âlimi Eyyûb-i Sahtiyânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine, birisi "Bana nasîhatte bulun." dedi. O da; "Diline sâhib ol, az
konuşmaya dikkat et." buyurdular.
Evliyânın
büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) lüzumsuz
konuşmaktan sakındırırdı. Bu sebeple; "Sözünü (hesâbını vereceği) amelinden
sayan bir kimse kendisini ilgilendiren hususlar dışında pek az konuşur."
buyurdular.
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf
âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
yüksek derecesi, güzel hâlleri ve hikmetli sözleri yayılınca, bâzı büyük zâtlar
kendisine mürâcaat edip; "Artık konuşunuz, halka nasîhat ediniz" diye ısrâr
ettiler. Kendini buna lâyık görmeyip; "Bir kimse, sustuğu zaman din bozulur,
konuştuğu zaman bozukluk kalmaz ise, böyle bir zâtın konuşması doğru olur. Bizim
gibilerin halka nasîhat etmesi uygun olmayıp, kalplere tesir etmez. Kalplere
tesir etmeyecek sözü söylemek, ilmi hafife almak ve dîni küçümsemek olur."
buyurdu.
Kendisine sordular ki: "Eski
büyüklerin sözleri, bizim sözlerimizden daha tesirliydi. Bunun hikmeti nedir?"
cevâbında buyurdu ki: "Onlar, Allahü teâlânın rızâsı, İslâmiyetin izzeti,
yükselmesi ve nefslerinden kurtulmaları için konuşurlardı. Biz ise nefsimiz
için, dünyâlık ele geçirmek ve insanlar tarafından kabûl görmek için
konuşuyoruz. Böyle olunca, elbette sözlerimiz kimseye tesir etmez."
Tâbiînden, meşhur hadîs
âlimi ve veli İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mescidde
üç kelâm hâriç her türlü kelâmı konuşmak câiz değildir. Bunlar; namaz kılanın
kelâmı, zikredenin kelâmı, Allahü teâlânın dînini öğreten veya ondan birşey
soranın kelâmı."
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Sükût iyi bir huydur. Çünkü, verâ (şüphelilerden kaçınma) ve
günahların azlığına güzel bir vesîle (çâre, yol) dir."
Irak'ta yetişen büyük
velîlerden Mâcid el-Kürdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) az konuşmanın
fazîletini anlatırken, "Susmak, yorulmadan, güçlük çekmeden yapılan bir
ibâdettir. Zâhirî bir süs ile süslenmeden kazanılan bir zînettir. İnsanı özür
dilemek zilletine düşmekten koruyan bir zenginliktir. Kirâmen kâtibîn
meleklerine rahatlıktır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) lüzumsuz konuşmanın zararı
hakkında; "Kulun lüzumsuz ve boş sözlerle vakit geçirmesi, kalbi karartır,
bedeni zayıflatır, geçim sebeplerini de zorlaştırır." buyurdular.
Büyük velîlerden Ma'rûf-ı
Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kulun mâlâyanî boş ve
faydasız konuşması, Allahü teâlânın onu zelil ve yalnız bırakmasının
alâmetidir."
Evliyânın büyüklerinden
Mevlânâ Muhammed Rukıyye (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine hitaben
hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Ya hayır söyle veya sus. Susan kurtulur." Yâni
sükût eden kimse, dünyâda düşmanlarından, âhirette ise ateşten kurtulur. Eshâb-ı
kirâmdan Ukbe bin Âmir buyurdu ki: Resûlullah efendimize; "Dünyâ ve âhirette
kurtuluş ne ile olur?" diye suâl ettim. Resûlullah efendimiz; "Dilini muhâfaza
eyle. Zarûret olmadıkça evinden çıkma. Günahlarını hatırlayıp, ağla. Kurtuluş
bunlarla olur." buyurdular.
Yine buyurdu ki: Dilin yirmi
bir âfeti vardır. Bu âfetler şunlardır: 1) Fâidesiz konuşmak. 2) Bâtıla dalmak,
yâni içki meclislerini, fâsıkların yaptığı işleri, zenginlerin rahatını,
sultanların zulmünü güzel görerek anlatmak. 3) Sözde başkalarına galip gelmek
için münâkaşa ve mücâdele etmek. 4) Düşmanlık. 5) Halk beğensin diye konuşmak.
6) Edebe uygun olmayan sözler söylemek. 7) İki dilli ve iki yüzlü olmak. 8) Bir
kimseyi yüzüne karşı medh etmek. 9) Günâhı ve suçu olmayan bir müslümanı alaya
almak. 10) Günâha götürecek latîfeler yapmak. 11) Bir müslümanla alay etmek. 12)
Bir müslümanı bir toplumda maskara yapmak. 13) Müslümanın sırrını başkasına
duyurmak. 14) Verdiği sözü yerine getirmemek. 15) İki müslüman arasında söz
taşımak. 16) Yalan söylemek. 17) Yalan yere yemin etmek. 18) Küfre sebeb olan
sözleri söylemek. 19) Konuşulmaması gerekeni konuşmak. Şeyh Sa'dî buyuruyor ki:
"Şu iki şey aklın noksanlığındandır: Konuşulacak yerde konuşmamak,
konuşulmayacak yerde konuşmak." 20) İnsan ve hayvana lânet etmek. 21) Gıybet
etmek.
Irak'ta ve Mısır'da yaşamış
olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları ve talebelerini boş söz konuşmaktan
sakındırırdı. "Boş söz konuşan ve boş şeylerle meşgûl olan kimsenin tasavvuf
yoluna girmesi lâyık değildir. Hele bu yola girmişse, boş şeylerle meşgûl olması
hiç lâyık değildir. Çok konuşmak kalbi öldürür ve zikrin kalbe yerleşmesine mâni
olur." buyurdular.
Tâbiînden Muhammed bin
Sûka (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden Ya’lî bin Ubeyd, nasîhat
istedi. O da; “Sizden önceki, insanlar çok konuşmaktan pek sakınmışlar, çok
konuşmak üç yerde iyidir demişlerdir. Birincisi, Allahü teâlânın kelâmı olan
Kur’ân-ı kerîmi çok okumak, ikincisi, çok emr-i mâruf yapmak sebebiyle fazla
konuşmak. Üçüncüsü, fazla nehy-i münkerden dolayı çok konuşmak. Bu üç şeyden
başka ancak çok lüzûm olursa konuşun. Zîrâ sizlerle beraber kirâmen kâtibîn
melekleri vardır. İsimleri Rakib ve Adid’dir. Onlar hayır ve şer konuşulan her
şeyi yazarlar. Akşam olduğu vakit, meleklerin yazdıklarında âhıretle ilgili
yazıları çok olan ne bahtiyar kimsedir. Dünyâ ile ilgili olan yazısı çok olan ne
bedbaht kimsedir.
Allahü teâlâ, müstehak
olmayan hiçbir kimseye azap yapmaz. Azap yapılan kimseler, muhakkak ona
lâyıktır. Şöyle ki, bir kimseye dünyâlık verilir. O kimse, verilen dünyâlığa çok
sevinir. Fakat, dîninden birşey fazlalaştığı zaman hiç farkına varmaz. Böyle
kimse nasıl azâba müstehak olmasın?”
EN
KIYMETLİ İŞ
Muhammed bin Sûka
ki, Tâbiîni
izâmdan,
Cömertliğiyle meşhur, İslâm
ulemâsından.
Dünyâdan tam kesilip,
Rabbine yönelmişti,
Kendini tamâmiyle, ibâdete
vermişti.
O kadar çok ibâdet, ederdi
ki her gün de,
Bundan daha fazlası,
yapılmazdı bir günde.
“Sen yârın öleceksin”,
denseydi kendisine,
Tâatını arttırmak, mümkün
değildi yine.
Dediler: “Farzdan sonra, en
kıymetli iş nedir?”
Buyurdu: “Bir mümini, sevip
sevindirmektir.”
Kendisinden nasîhat, isteyen
bir insana,
Buyurdu: “Çok konuşmak, çok
zarar verir sana.
İhtiyâç haricinde, fazla
konuşmayınız,
Böylece âhirette, pişmanlık
duymayınız.
.
Zîrâ hergün, kirâmen-kâtibîn
melekleri,
Yazar konuştuğumuz, bütün
kelimeleri.
Yârın mahşer gününde,
verilir defterimiz,
Yazılmıştır oraya, söz ve
amellerimiz,
Lüzûmsuz, mâlâyânî,
sözlerimiz çok ise,
Nasıl cevap veririz, o gün
biz Rabbimize?
Eğer azâb ederse, birine
cenâb-ı Hak,
O kişi, o azâba, müstehaktır
muhakkak,
Hak teâlâ birine, bir
dünyâlık verirse,
O da bu dünyâlığa, kalbinden
sevinirse,
Lâkin ibâdetinde, olunca bir
fazlalık,
Buna sevinmez ise, azâba
olur lâyık.
Ve yine dünyâlığı, azalsa
bir kimsenin,
O kişi de kalbinden, üzülse
bunun için,
Lâkin onun dîninde,
noksanlık olur ise,
Üzülmezse, azâba, lâyık olur
o kimse.”
Muhaddis, zâhid, âbid,
ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri, “Bir gün Mâlik bin Dinâr’a; “İnsanlara karşı dili
korumak, gümüş ve altını korumaktan zordur.” Çok az konuşmasına rağmen
buyurdukları da hikmet doludur.
Buhârâ'da yetişen büyük
velîlerden Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde sık sık şöyle buyurdular: "Susmak, konuşmaktan çok daha
faydalıdır. Susmak ile ve hâl lisânı ile insanlara faydalı olamıyan, konuşmakla
hiç faydalı olamaz."
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı
Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) yerinde ve zamânında konuşmanın önemini
belirterek buyurdular ki: "Söz, yüce bir şeydir. Zamânında ve yerinde
olmalıdır."
"Söz söylemek, dilin
gönülle, gönlün de Hak ile olduğu zaman makbûldür."
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Düşünmeden
konuşan pişmân olur. Konuşmadan önce düşünen selâmet bulur.”
Büyük velîlerden ve Mısır’da
yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kelimenin yerini hakkıyla vermeden, o kelimeyi
kullanmamalısınız. Zîrâ söz, yayından çıkan bir oka benzer. İnsandan yerinde
olmayan bir söz çıkarsa, insan ona mahkûm, söz insana hâkim olur.”
“Ey insan! Dilini tut ve ona
kement vur. Seni sokmasın. Çünkü o bir yılandır. Kabir, kendi dillerinin
kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki, babayiğitler bile
kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.”
Oğluna nasîhat ederken
buyurdular ki: “Ey oğlum! Şunu bil ki, eski sâlih kişiler açlık yoluyla
dillerine hâkim olurlardı. Şimdi evliyâ olan fakirlerin elinde ve yolunda
yetişmeyen kimseler, bu yolu da bir çıkmaza soktular. Ey evlâdım! Bu yolu
ehlinden öğrenmelisin.” |