|
KOMŞU
Âlim ve evliyâdan Ahmed
Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) komşu hakkında şöyle bildirdi:
Hazret-i Enes, Peygamber efendimizden rivâyet etti ki: "Kişinin îmânı doğru
olmadıkça, kalbi doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Mümin,
komşusunun lisanından (dilinden) emin olmadıkça Cennet'e giremez."
Evliyânın büyüklerinden
Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin büyük oğlu
Gıyâseddîn anlatır: "Bir yaz günü, yatsı namazından sonra, uyumak üzere odama
çekilmiştim. Gökte ay yükselmiş, ortalık ay ışığı ile aydınlanmıştı. Evimizin
bitişiğinde bir ev vardı ve içi bomboş görünüyordu. O evde, kimsecikler yoktu.
Bir ara bu evden bâzı sesler geldiğini hissettim. Merakla, bir kenardan evin
içine baktım. İçeride, gölge hâlinde, karşılıklı oturan bir erkekle bir kadının
konuştuklarını gördüm. Sonra gelip yatağıma yattım, uyudum. Sabahleyin namazdan
sonra, babam bana; "Evlâdım! Komşu evine bakıp içindekileri seyretmek câiz
değildir. Yandaki evden duyulan sesin ne olduğunu araştırmak ve anlamaya
çalışmak senin vazifen değil ki!" buyurdu."
Tâbiîn devrinin tanınmış
hadîs ve tefsîr âlimlerinden Atâ bin Meysere el-Horasânî hazretleri
komşuluk ve komşu hakkının önemi husûsunda Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinden naklen bildirmiştir. Resûlullah efendimiz şöyle
buyurdular: "Komşular üç kısımdır. Birinin bir hakkı vardır. Bu, (hakkı) en az
olan komşudur. İkincisinin iki hakkı vardır. Üçüncüsünün üç hakkı vardır. En
fazla hakkı olan budur. Bir hakkı olan müşrik komşudur. Akrabâ da değildir.
Bunun sâdece, komşuluk hakkı vardır. İki hakkı olan, müslüman komşudur.
Akrabâlığı da yoktur. Haklarından birisi, müslümanın, müslümana olan hakkı,
diğeri komşuluk hakkıdır. Üç hakkı olan, müslüman komşudur ki, aynı zamanda,
akrabâlığı da vardır. Haklarından biri, müslümanın, müslüman üzerinde olan
hakkı, komşuluk hakkı, diğeri akrabâlık hakkıdır. Komşuluk hakkının en aşağısı,
et ve benzeri yiyeceklerden çıkan koku ile komşuya eziyet vermemektir. Ancak
tencerede pişenden bir mikdâr verilirse, eziyet edilmemiş olur."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî hazretleri, Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ'dan) rivâyet edilen şu
hadîs-i şerîfi nakletti: Peygamber efendimiz; "Tencerede bir şey pişirdiğin
zaman, suyunu çoğalt ve komşulara dağıt." buyurdular.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kuşçuluk yapan bir komşusu
vardı. Her zaman ona sıkıntı verirdi. Çünkü onun evinin damına konan
güvercinleri taşlayıp uçururdu. Bir gün Ebû Ali Sekafî hazretleri evinin damında
oturmuş Kur'ân-ı kerîm okuyordu. Kuşçu komşusu yine güvercinlere taş attı. Lâkin
attığı taş bu defâ Ebû Ali Sekafî hazretlerinin alnına rastladı ve yardı.
Yüzünden aşağı kanlar akmaya başladı. Etraftan bu hâli görenler; "Şimdi Ebû Ali
hazretleri şehrin vâlisine gider, onu şikâyet eder ve zararını defeder. Zîrâ
vâli onun ricâsını kabûl eder. Böylece hepimiz onun zarârından kurtuluruz."
dediler. O zaman Ebû Ali hazretleri hizmetkârını çağırdı ve; "Evlâdım! Şimdi şu
bahçeye git ve uzunca bir çubuk yap getir." buyurdu. Hizmetçi çubuğu hazırlayıp
getirdi. O zaman; "Şimdi şu çubuğu kuşçu komşumuza götür ve şu güvercinleri taş
atarak değil de, bu çubukla uçurmasını söyle." buyurdu. Hizmetçi gidip Ebû Ali
Sekafî hazretlerinin sözlerini söylediğinde, kuşçu yaptıklarına pişman oldu ve
özür diledi.
Tâbiînden, İslâm âleminde
Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin komşusu bir genç,
her gece içki içer, eve sarhoş gelir, bağırır çağırırdı. Bir gün devletin
görevlileri onu yakalayıp hapse attılar. Ertesi gün İmâm-ı A'zam, "Komşumuzun
sesi kulağımıza gelmez oldu." deyince, bir talebesi onun hapse atıldığını
söyledi. Bunun üzerine İmâm-ı A'zam vâliye gitti. Vâli, onu görünce ayağa kalkıp
hürmetle karşıladı. Teşrifinizin sebebi nedir? dedi. O da hâdiseyi anlatınca,
vâli: "Böyle ehemmiyetsiz bir iş için zât-ı âliniz buraya kadar niçin zahmet
ettiniz, bir haber gönderseydiniz kâfi idi." dedi ve o genci serbest bıraktı.
İmâm-ı A'zam o gence; "Bak biz seni unutmuyoruz." diyerek, bir kese de akçe
(para) verdi. Bunun üzerine o genç, yaptığı kötü işlerden tövbe edip, İmâm-ı
A'zam'ın derslerine devam etmeye başladı ve fıkıh ilminde âlim olarak yetişti.
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yahûdî bir komşusu
vardı. Yahûdî evinin helâ çukurunu düşmanlık olsun diye Mâlik hazretlerinin
evinin yanına yaptı. Zamanla sızıntı ve pis koku Mâlik hazretlerinin evine
sirâyet etti. O her gün sızıntıyı temizler ve pis kokuyu gidermek için güzel
kokulu şeyler yakardı. Yahûdî, Mâlik hazretlerinin rahatsız olduğunu anladı.
Fakat beklediği şikâyet gelmeyince, çok hayret etti. Bir gün Mâlik hazretlerinin
evine gitti. Pis kokuyu duyunca; "Bu ne?" dedi. O; "Kokulu şeyler yakıyorum."
dedi. Yahûdî; "Hayır bu lağım kokusu. Bak duvardan sızıyor. Niye bana
söylemiyorsun?" dedi. Mâlik hazretleri; "Eğer söyleseydim, üzülebilirdin. Bizim
dînimizde komşuyu üzmek ve eziyet yoktur. Kavga ve gürültü de olmaz." buyurdu.
Yahûdî, bu sözler karşısında sarsıldı ve; "Bugüne kadar size düşmandım. Şimdi
Dîninize hayran oldum. Böyle hükümler ancak İslâm dîninde olur. Ey Mâlik! Îmân
etmek istiyorum." dedi ve Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu.
Tâbiînin büyüklerinden,
oniki İmâm’ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin’in oğlu olan İmâm-ı
Zeynelâbidîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri’nin şöyle buyurduğunu,
Sâbit bin Ebî Hamza es-Simâlî nakletmiştir: “Kıyâmet günü, bir nidâ gelir.
Allahü teâlânın komşuları kalksın, denir. Bir grup insan kalkar, fakat bunların
sayıları azdır. Onlara da, hadi Cennet’e giriniz, denilir. Melekler karşılayıp
aynı şeyleri onlara da sorarak sizin ameliniz nedir? dediklerinde; “Biz Allah
rızâsı için birbirimizi ziyâret ederdik. Allah rızâsı için oturup sohbet ederdik
ve Allah rızâsı için birbirimize mallarımızı bol bol verirdik.” derler. Bunun
üzerine melekler sâlih ve iyi amel işleyenlerin mükâfâtları ne güzeldir. Hadi
girin Cennet'e, derler.” |
|