CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

KALB (H - Z)

Evliyânın büyüklerinden Hâce Evliyâ-i Kebîr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün, Buhârâ çarşısında nûr yüzlü bir zât gördü. Elinde bir paket olduğu halde yürüyordu. Gönlü bu zâta meyletti. Hemen yanına yaklaşarak; "Efendim! Müsâade buyurursanız, bu paketi evinize kadar ben taşımak istiyorum." dedi. Bunun üzerine nûr yüzlü zât, taşıması için paketi ona verdi. Eve kadar birlikte geldiler. Bu zât, Ehl-i sünnet âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden olan Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleriydi. Evin önüne geldiklerinde Abdülhâlık hazretleri ona; "Teşekkür ederim. Bir saat sonra gelin! Yemeği berâber yiyelim." buyurdular.

Anadolu'da yetişmiş velîlerden Hacı Muhammed Sâmî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında buyurdular ki: "Kimsenin kal-  bini kırmayınız. Herkese hürmetle muâmele ediniz. Zîrâ karşınızdaki bir velî olabilir. Böylece onların nazarına, himmetine kavuşursunuz. "Evliyânın nazarı ve bakışı kimyâdır." denilmiştir. Eğer onu bunu incitmeyi huy ve tabiat edinirseniz bir gün bilmeden Allahü teâlânın sevdiklerinden birinin kalbini kırar, üzersiniz de, sonra perişân olursunuz. Nitekim hadîs-i kudsîde; "Ben kalpleri kırık olanların yanındayım." buyruldu. Bunun için "Her gördüğünü Hızır bil!" demişlerdir.

Peygamber efendimiz; "Cemâatte rahmet vardır." buyurdu. Cemâatten birinin duâsı, dileği kabûl olursa cemâatin hepsinin birden duâsı kabûl olur. Cemâatle namaz kılmanın hikmeti budur.

Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer kulun başına bir belâ gelecekse, bunun alâmeti kalbin Allahü teâlâyı anmamaya başlamasıdır. Artık kalb, bundan sonra, gaflete dalar."

Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin bozulması altı şeydendir: 1) Allahü teâlânın rahmetini umarak, tövbeyi terk etmek, 2) İlmi ile amel etmemek, 3) Amelinde ihlâs sâhibi olmamak, 4) Allahü teâlânın ihsân buyurduğu rızkı yiyip, şükür etmemek, 5) Allahü teâlânın taksimine râzı olmamak, 6) Vefât edenleri kabrine defnedip, onlardan ibret almamak. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Ondan kurtulana, ondan sonrası daha hafif ve kolay, ondan kurtulamayana, ondan sonrası daha zor ve çetindir."

Vâz ve nasîhatler öyle kamçılardı ki, onlarla kalplere vurulur. Nasıl gözümüzle gördüğümüz kamçılar bedene vurulduğu zaman tesir ederse, nasîhatler de öyle kalbe tesir eder. Büyüklerden birisi şöyle buyurdu: "Ancak temiz bir kalpten çıkan nasîhatler tesir eder. Çünkü kalpten gelerek yapılan nasîhat kalbe gider. Sâdece dille yapılan nasîhatler bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkar, tesirli olmaz. İlmiyle amel etmeyen âlim mum gibidir. İnsanları aydınlatır fakat kendisini yakıp bitirir."

Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Beş türlü kalp vardır. Kalp vardır ölüdür, kalp vardır hastadır, kalp vardır gâfildir, kalp vardır mühürlüdür, kalp vardır sapasağlamdır. Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın kalbi hastadır. Nasîbsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fenâ iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allahü teâlâdan korkup dâimâ ibâdette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalptir."

Harrân'da yetişen evliyânın büyüklerinden ve âriflerin ileri gelenlerinden Hayât bin Kays el-Harrânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile hâllenmek isteyen kimse, her işinde sünnet-i seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir. İnsanın meleklik sıfatından mahrûm olması; haram yemesi ve Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet etmesi sebebiyledir."

"Kalb yumuşaklığını, Allah adamı olan evliyânın sohbetlerine devâm etmekte aramalıdır. Kalb nûrunu da, sohbete olan gayreti devâm ettirmede aramalıdır."

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin kalbinde, kendisini nefsin isteklerinden, kötülüklerden koruyacak kadar âhiret düşüncesi yoksa, bunları terk etmeye güç bulamaz."

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin ölü olmasının alâmetlerinden biri, insanın kaçırdığı iyiliklere üzülmemesi ve yaptığı kötülüklere pişmân olmamasıdır."

Yine buyurdular ki: "Şehveti kalbden, kökünden söküp koparan, Allah korkusu, yâhut kalbden taşacak kadar O'na olan sevgidir."

Büyük velîlerden İbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin olgunlaşması, Allahü teâlânın zikri ile olur."

Mısır'da yetişen büyük velîlerden Seyyid İbrâhim Desûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sevdiklerine kalp temizliğinin önemini anlatırdı. Bu hususta; "Allahü teâlâ, kullarının kalbine nazar eder. O halde ey insanlar! Kalplerinizi çok temiz tutunuz! Onu cilâlandırınız! Güzel ve parlak ediniz! Orada yalnız ihlâs ve doğruluk bulunsun!" buyururdu.

Evliyânın büyüklerinden İbrâhim-i Havvâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin ilâcı beştir: Kur'ân-ı kerîm okumak ve Kur'ân-ı kerîme bakmak, mîdeyi boş tutmak, gece kalkıp ibâdet etmek, seher vaktinde ağlayıp sızlamak ve iyilerle berâber bulunmaktır."

Hindistan'da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kalbin tasviyesi (temizlenmesi); İslâmiyete uymakla, sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikr ve rehberi, doğru yolu gösteren âlimi sevmek bunu kolaylaştırır.

Kalbin birçok şeyleri sevmesinin sebebi, hep o bir şey içindir. O da nefsdir.

Yine buyurdular ki: Sâlih ameller İslâmın beş şartıdır. Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz.

Gönül dalgınlığının ilâcı; gönlünü Allahü teâlâya vermiş olanların sohbetidir.

Büyük velî, fıkıh, tefsîr, hadîs ve kelâm âlimi İmâm-ı Kuşeyrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kalbi huşû' içinde bulunan kimseye şeytan yaklaşamaz.

Evliyânın büyüklerinden Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün; "Kimin gözü ve gönlü, şu fânî hayattan ebedî hayat için iyi bir ders almamış ise, onun kalbi perdeli ve ameli azdır." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Bahar yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi, Kur'ân-ı kerîm de kalbin yağmurudur ve onu canlandırır."

"Üç şey gönlü öldürür: Çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak."

Medîne-i münevverede yaşayan âlim ve velîlerden İmâm-ı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir kimse bâtın (kalp) ilimleriyle ilgili bilgi sordu. Mâlik bin Enes bu kimsenin suâlini hoş karşılamadı ve ona; "Bâtın ilmi zâhir ilmini öğrendikten sonra öğrenilir. Zâhirî ilimleri öğrenip onunla amel eden kimseye Allahü teâlâ bâtın ilmini açar. Bâtın ilmi ancak kalbin açık olup nûrlanması ile elde edilir." buyurup, suâli soran şahsa dönüp; "Sen açık ve zâhir olan şeylere sarıl. Bilinmeyen yollara girmekten sakın. Bildiklerinle amel et. Bilmediklerini, anlayamadığın şeyleri bırak." buyurdular.

Tâbiînden, meşhûr hadîs hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsanların en yumuşak ve ince kalblisi, günâhı az olanlardır.”

Evliyânın büyüklerinden İbrâhim el-Metbûlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kalbini dünyâ muhabbetinden temizle ki, kalbine, îmân kanalları açılsın. Kalbini temizlemeyenin kalbine îmân kanalları açılmaz.”

Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsan bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yerleştirilir. Tövbe edince kalbi cilâlanır ve parlar. Dolayısı ile o siyah nokta kaybolur. Ama tövbe etmezse ve günah işlemeye de devam ederse, nokta nokta kalb kararır. Nihâyet bu siyahlık bütün kalbi kaplar. İşte buna (rân) kalbin tamamen kararması denir.”

Evliyânın büyüklerinden Ahî Mîrim Halvetî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine buyurdular ki: "Hak yolunun yolcusu gönlünü âhirete vermeli, dünyâlıklara kapılmamalıdır. Bir olan Allahü teâlâya bağlanmalı, başka şeylere heves etmemelidir."

Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir evliyânın, bu âlemde kalbinden başka sermâyesi yoktur. O kalbe, dünyâlık işlere dâir birşeyler doldurmak ona yakışmaz. Kalb, sâdece Allahü teâlânın sevgisi ile dolu olmalıdır.”

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sözün özü şudur ki: Gönül dostla olmalı, beden de işte bulunmalıdır."

Irak'ta ve Mısır'da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kalbini Allahü teâlânın zikrinden başkasıyla meşgûl etmediği gibi, meşgûl edenlere; "Kalp ev gibidir. Allahü teâlâdan başkasıyla meşgûl etmek, tozlu bir yolun tozlarını üzerine toplamak gibidir. Ev süpürülmediği zaman tozlar yığılır ve temizliği zor olur. Kalbini başka şeyle meşgûl eden ve günlük virdi olmayan veya olup da terk eden talebe, gaflet pislikleriyle kalbini kirletmiş olur. Emirleri yapmak ve tasavvuf yolunda yürümek onun için zorlaşır." buyururdu.

Büyük velîlerden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İslâmiyet nûrlarının kalblerden ayrılıp, kalblerin kararmasına dört şey sebeb oldu: Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak."

Hindistan'da yetişen büyük âlim ve velî Muhammed Hâcı Efdal (rah-  metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin gafletten kurtulup, Allahü teâlâyı zikretmeye başlaması, hakîkî İslâm âlimlerinden bir velînin teveccühü ile olur. Bu saâdet, Allahü teâlânın muhabbetini kazandıran sermâyedir."

Büyük İslâm âlimlerinden ve evliyânın en üstünlerinden Muhammed Ubeydullah Serhendî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak rivâyet edilir ki; "Bir gün o zamânın âlimlerinden Mevlânâ Abdülhakîm, hazret-i İmâm-ı Ma'sûm'un huzûruna gelerek; "Efendim, kalb, bir parça ettir. Nasıl zikredebilir?" diye suâl etti. O sırada Muhammed Ubeydüllah da orada bulunuyordu ve o zamanlar daha yedi-sekiz yaşlarındaydı. Bu suâli işitince, hiç düşünmeden; "Dil de bir parça ettir. Allahü teâlânın kudreti ile nasıl konuşuyor ve zikr ediyor? Kalb ne için zikretmesin?" dedi. Orada bulunanlar bu tatminkâr cevap karşısında bu çocuğun ilmine, idrâkinin kuvvetine hayret ettiler."

Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki; “Şu dört şey kalbi öldürür: Günah işlemeye devam etmek, kadınlar ile fazla münâsebet, ahmaklarla sohbet, ölülerle oturmak.” Sohbetindekiler; “Ölülerle oturmak da nasıl olurmuş.“ diye sorduklarında, şu cevâbı verdi: “Ölülerden kastım, şımarık zenginler, zâlim idârecilerdir.”

Yine buyurdular ki: “Bir kimse kalbini Allah'a çevirirse bütün kulların kalbini kazanmış olur. Allahü teâlâ, onu bütün kullarına sevdirir.”

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ)  birinin; "Yâ Rabbî, bana rahmet kapısını aç!" diye duâ ettiğini işitince, Râbia-i Adviyye; "Ey câhil, Allahü teâlânın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir." dedi.

Râbia-i Adviyye hazretleri, bir gece; "Yâ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim bütün dünyâdaki arzum ve işim, seni yâdetmek, âhirette de Cemâl-i ilâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla!" diye yalvardı.

Erbilli Muhammed Es’ad Efendinin talebesi Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir seferinde buyurdular ki: "Kalb-i selîm, ne incinen ne de inciten kalbdir. İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir, fakat incinmemek elde değildir." Kendilerinin terbiyesi ile meşgûl oduğu kimselerin hallerini gördükçe üzülür, fakat yüzlerine karşı ve arkalarından tevilli sözler bile olsa bir şey demezdi. "Hiç kimseden incinmem ve kimseyi incitmemeye çalışırım." derdi. Hiç kimseye; "Şunu niye yaptınız veya şunu niye yapmadınız." demez, yeme, içme ve giyinme husûsunda; "Şunu alın yiyelim, bunu alın içelim, şöyle olsun veya böyle olmasın." demezdi.

Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi hazretleri, bir sohbet sırasında büyüklerden şu sözü nakletti; "Kalbin nûrlanması için beş şey lâzımdır. Birincisi; az yemek, az uyumak, ikincisi; devamlı Allahü teâlânın ismini anmak, üçüncüsü; seher vaktinde kalkarak teheccüd, gece namazına devâm etmek, dördüncüsü; namazlarda huşû üzere bulunmak, beşincisi; sâdıklarla berâber olmak."

Meşhûr velîlerden Rûzbehân Baklî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kalb, şehvete batarsa, aklın almadığı kederler kendisine yüklenir.”

Türkistan'ın büyük velîlerinden Sa'düddîn-i Kaşgârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin çok sevilen talebesi Alâeddîn anlattı: "Hocam Sa'düddîn hazretlerine teslim olmuş, onun hizmetiyle şerefleniyor, dertlere dermân olan sohbetlerini can kulağı ile dinliyordum. Bir gün, tasavvufta kabz hâli denilen müthiş bir sıkıntıya düştüm, bunalmaya başladım. Kalbim kararmaya başladı. Gönlüme, söylenmeyecek derecede kötü şeyler geliyordu. Beni gökyüzünden atıp parça parça etseler de, bunlar hatırıma gelmese diyordum. Çâresiz kaldım. Durumumu hocama anlatmak için huzûruna vardım. Daha bir şey konuşmadan, bir eliyle göğsümden diğer elinin şehâdet parmağıyla da ensemden bastırdı. O ânda, hocamın kerâmeti olarak öyle müthiş birşey oldu ki, gönlümdeki bu düşünceler silindiği gibi, kalb gözüm açılıp, melekler âlemini görmeye başladım. Elhamdülillah bendeki o sıkıntı kayboldu. Hocamın himmetiyle bu derdimden kurtuldum."

Sa'düddîn-i Kaşgârî hazretleri buyurdular ki: "Bir insanda bir kalb vardır. Oraya sâdece Allahü teâlânın sevgisi doldurulmalıdır. İnsan, her nefeste bir hazîneyi kaybeder. Ancak cenâb-ı Hakk'ı hatırladığı zamanlar bu hazîne kaybolmuş olmaz. Bu şuur insanda hâkim olunca, Allahü teâlâdan utanma duygusu da berâber gelir ve gafletten uyanır. Gönül, cenâb-ı Hakka yöneldiği zaman, içinde bir pencere açılır ve o pencereden, ilâhî feyz nûru girer. Bu nûr, doğudan batıya kadar her zerreye hayat verir. Yalnız penceresiz olan evler nasîbini alamaz."

"İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz şeylerle uğraşmaktan hâsıl olur. Çok uğraşarak bunları kalbden çıkarmalıdır. Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan ve hayâli arttıran her şeyden sakınması lâzımdır. Çalışmayan, sıkıntıya katlanmıyan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nîmeti ihsân etmez. Bu, Allahü teâlânın âdetidir."

Anadolu'da yetişen ve Anadolu'yu aydınlatan evliyânın meşhurlarından Mustafa Sâfî Âmidî Bolevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın izni ile benim bütün âlemin kalbinden haberim vardır. Şöyle ki, bir bardak içine sâfî bir su konulsa, onun içinde bir toz olsa, o toz bardağın dışından göründüğü gibi, cümle âlemin gönlü içinde ne düşünce varsa bilirim. Hattâ o kalb sâhibi gönlündekini benim kadar bilmez." Gerçi böyle âlemin hâlini keşfedip, kalp gözü ile görüp söylemelerine rağmen, nâdânın, câhillerin esrârını, gizli hallerini, açığa vurmaz, yalnız bâzı dervişlerin hâline münâsib ve îtikâdlarını düzeltmeye dâir kerâmetler gösterirdi.

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalb, her türlü kötü düşüncelerden temizlenip, niyetler düzeltilip, ihlâs üzere olunduğu zaman büyük günahlar bağışlanır. Kişi günahlarını terketmeye azmettiği, yöneldiği zaman, onda mânevî yönde büyük ilerleme ve gelişmeler olur."

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini sevenlerden bir cemâate şöyle buyurdular: "Kalbine ilâhî bir nûr penceresinin açılmasını isteyen şu dört şeyi yapsın:

1) Günün belli bir vaktinde yalnız kalsın ve huzûra dalsın.

2) Mîdesini pek fazla doldurmasın.

3) Sefih kimselerle düşüp kalkmağı bıraksın, kötü kimselerle düşüp kalkmasın.

4) İlimleriyle yalnız dünyâlık arzu eden kimselere yaklaşmasın."

Hindistan'ın büyük velîlerinden Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey kardeşim! Kalb gözünü aç! İyi gör ve bil ki, Allahü teâlâ senin için neler yarattı, neler gösterdi. Ağaçlara güzellik koydu. Ağaçlarda çeşitli meyveler yarattı. Her birinin tadını ayrı ayrı yarattı. Hâlbuki o ağacın, kendinden, çiçeğinden ve meyvesinden haberi bile yoktur. Bunun gibi, nice mahlûklarda senin faydalanman için nice güzel şeyler yarattı ki, bu güzel şeylerin kendisinde bulunduğu mahlûklar, (ağaç misâli) kendilerinde bulunan bu güzel şeylerden habersizdirler. Kamışta şekeri, ceylanda miski, sığırda anberi, kedide zebatı ve ağaçta kâfûru yaratması böyledir.

 

MÜHİM OLAN GÖNÜLDÜR

 

Ebû Bekr-i Şiblî ki, âşıktı Zülcelâle,

Ve tasavvuf yolunda, ermişti tam kemâle.

 

Nefsî arzûlarının, yapmazdı bir tekini,

Yaşıyan ölü gibi, addederdi kendini.

Bir elbise yaptırdı, üstüne yeni, düzgün,

Ve onu giyinerek, dışarı çıktı bir gün.

 

Gördü kimin üstünde, var ise, yeni esvâb,

İnsanlar onun ile, oluyor hep muhâtab.

 

Kimin üzerinde de, varsa eski elbise,

Onlarla ilgilenen, olmuyordu hiç kimse.

 

İşbu hâl, kendisine, oldukça etti tesir,

Durdu, düşündü biraz, oldu çok müteessir.

 

Oracıkta evine, dönerek tekrar yine,

Eski elbisesini, giyindi üzerine.

 

Dediler ki: "Efendim niçin böyle ettiniz?

Yenileri çıkarıp, tekrar eski giydiniz?"

 

Buyurdu: "İnsanların, hâline ettim nazar,

Çok taaccüp eyledim, üzüldüm bî-ihtiyar.

 

Gördüm ki hep insanlar, bakıyor dış kalıba,

Halbuki mühim midir, giyilen kaftan, abâ?

 

Hak teâlâ indinde, zâhir mühim değil hiç,

Mühim olan gönüldür, her şey onda mündemiç.

 

Bakmıyor Hak teâlâ, kişinin dış hâline,

Lâkin nazar ediyor, niyetine, kalbine.

 

Zarftan daha ziyâde, mazruftur mühim olan,

Zîrâ niyete göre, hüküm verir Yaradan.

 

Kalbi bozuk bir kişi, giyse kıymetli libâs,

Ne kıymeti vardır ki, azâbdan olmaz halâs.

 

Kalbi mâmur olan da, çul giyse üzerine,

Hak teâla indinde, makbûldur o kul yine.

 

Zîrâ cenab-ı Allah, kalblere nazar eder,

Kalbleri ihlâs ile, süslemektir tek hüner.

 

Eğer ki bu ihlâstan, mahrum ise bir gönül,

Rızâ-i ilâhîye, edemez hiç temâyül."

 

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatmıştır: "Bir gün Seyyid Kâsım hazretleri bana; "Bâbu! Zamânımızda hikmet ve hârika niçin az zâhir oluyor, bilir misin? Çünkü bu zamanda bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az insanda kalmıştır. Olgunluğa ulaşmak, bâtının, gönlün, kalbin tasfiyesi iledir. Bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helâl lokma yemekle mümkündür. Bu zamanda helâl lokma yiyen pek azdır. Bâtınını tasfiye etmiş insan da yok gibidir ki ondan ilâhî esrâr nasıl tecellî etsin?" dedikten sonra kendisi ile ilgili olarak da; "Elim tuttuğu zaman, takye diker onun parası ile geçinirdim. Felç geçirip elim tutmaz olduktan sonra, babamdan kalan kütüphâneyi satarak, ticâret sermâyesi yaptım ve onunla geçinmeye başladım" dedi.

Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda rüyâda kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşî'nin mezarı yanında gördüm. Mezarın eşiğinde Îsâ aleyhisselâm vardı. Hemen ayaklarına kapandım. Elleri ile başımı kaldırıp; "Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!" buyurdu. Rüyâyı anlattığım zâtlar, tıb ilmi ile tâbir ettiler. Yâni tıb ilminden nasîbim olacağını söylediler. Ben bu tâbire râzı değildim. Tâbirim şuydu: Îsâ aleyhisselâm, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyâdan ihyâ sıfatına mazhâr büyüklere de "Îsevî meşreb" denirdi. Mâdem ki, Îsâ aleyhisselâm bu fakîrin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek. Nitekim kısa bir zaman sonra, Allahü teâlâ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o mânâ, kemâliyle meydana geldi. Vâsıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühûd ve huzûr ışığına çıktılar."

İstanbul'da yetişen büyük velîlerden Ünsî Hasan Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir talebesi anlatır: "Ben hamama gittiğimde iyice yıkandıktan sonra bir tas içindeki suya okuyup sonra başımdan aşağı dökmeyi âdet edinmiştim. Bu hâlimi kimseye söylemedim. Bir gün bir rüyâmı tâbir için Ünsî Hasan Efendinin huzûruna gittim. Rüyâmı tâbir ettiler, sonra da; "Hamamdaki bu âdeti terk et. Zîrâ suya okur, sonra onu orada başına dökersin. Bu uygun değildir. Zîrâ okunmuş sudur. Aşağılara yayılması günahtır. Onu bir daha yapma. Yıkan ve çık." buyurdular. O zaman ben; "Efendim! Bu hâli kimse bilmezdi, size kim söyledi?" diye sordum. O zaman Hasan Efendi hazretleri; "Bir gönül ki, cenâb-ı Hakk'ın hazînesi oldu. İşte o gönül haktan haber verir. O gönlün görmediği ve bilmediği olmaz. Onun gibi bizden yine bize bir söyleyici vardır. O haber verir." buyurdu. Ben de o âdetimi bir daha yapmadım.

Hindistan'ın büyük velîlerinden Yâr Muhammed Kadîm Talkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, icâzet vererek, insanların Cehennem’e düşmekten kurtulmasına vesîle olmasına izin verdi. Mektûbât’ın birinci cildinde 117 ve 211. mektuplarını Yâr Muhammed Kadîm’e yazdı. Birinci cild, yüz on yedinci mektup şöyledir:

“Mevlânâ Yâr Muhammed bizi unutmamış. Kalb, çok zaman his organlarına bağlıdır. Duygu organlarından uzak olanlar, kalbden de uzak olur. Hadîs-i şerîfte; “Göz görmeyince, gönülden de uzak olur.” buyruldu. Bu hadîs-i şerîf, kalbin duygu organlarına bağlı bulunduğu mertebeyi göstermektedir. Tasavvuf yolunun nihâyetine varılınca, kalbin his organlarına bağlılığı kalmaz. Hisden uzak olmak, kalbin yakın olmasını bozmaz. Bunun içindir ki, bu yolun büyükleri, başlangıçta ve yolda olanların, olgun bir rehberin yanından ayrılmalarına izin vermemişlerdir. “Bir şeyin hepsi yapılmazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır!” Bu söze uyarak, bulunduğunuz yolu değiştirmeyiniz! Uygunsuz kimselerle arkadaşlık etmekten, elden geldiği kadar sakınınız! Meyân Şeyh Müzzemmil’in yanınıza gelmesini, saâdete kavuşmanızın başlangıcı biliniz! Onun sohbetinde, yanında bulunmayı büyük nîmet biliniz! Vakitlerinizin çoğunu onun yanında geçiriniz! Çünkü, kendisi, ele az geçen nîmetlerdendir. Vesselâm.”

Mısır’da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Bozulan kalbi düzeltmek için ne yapmak lâzımdır? diye sorduklarında; “Beş şey yapmalıdır. Helâl yemek, Kur’ân-ı kerîm okumak, sâlihlerle sohbet, gece ibâdet etmek, seher vaktinde ağlamak” cevâbını verdi.

Kalbini en güzel koruyan kimdir? diye sorduklarında; “Diline en çok hâkim olan.” cevâbını verdi.

 “Kalbin hasta olmasının alâmeti dörttür: Birincisi; tâattan (ibâdetten) tad, haz almaz. İkincisi; Allahü teâlâdan korkmaz. Üçüncüsü; eşyâya, mahlûkâta ibret gözüyle bakmaz. Dördüncüsü; dinlediği ilim ve nasîhatten istifâde etmez.”