KALB (H -
Z)
Evliyânın büyüklerinden
Hâce Evliyâ-i Kebîr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün, Buhârâ çarşısında
nûr yüzlü bir zât gördü. Elinde bir paket olduğu halde yürüyordu. Gönlü bu zâta
meyletti. Hemen yanına yaklaşarak; "Efendim! Müsâade buyurursanız, bu paketi
evinize kadar ben taşımak istiyorum." dedi. Bunun üzerine nûr yüzlü zât,
taşıması için paketi ona verdi. Eve kadar birlikte geldiler. Bu zât, Ehl-i
sünnet âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden olan Abdülhâlık-ı Goncdüvânî
hazretleriydi. Evin önüne geldiklerinde Abdülhâlık hazretleri ona; "Teşekkür
ederim. Bir saat sonra gelin! Yemeği berâber yiyelim." buyurdular.
Anadolu'da yetişmiş
velîlerden Hacı Muhammed Sâmî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
sohbeti sırasında buyurdular ki: "Kimsenin kal- bini kırmayınız. Herkese
hürmetle muâmele ediniz. Zîrâ karşınızdaki bir velî olabilir. Böylece onların
nazarına, himmetine kavuşursunuz. "Evliyânın nazarı ve bakışı kimyâdır."
denilmiştir. Eğer onu bunu incitmeyi huy ve tabiat edinirseniz bir gün bilmeden
Allahü teâlânın sevdiklerinden birinin kalbini kırar, üzersiniz de, sonra
perişân olursunuz. Nitekim hadîs-i kudsîde; "Ben kalpleri kırık olanların
yanındayım." buyruldu. Bunun için "Her gördüğünü Hızır bil!" demişlerdir.
Peygamber efendimiz;
"Cemâatte rahmet vardır." buyurdu. Cemâatten birinin duâsı, dileği kabûl olursa
cemâatin hepsinin birden duâsı kabûl olur. Cemâatle namaz kılmanın hikmeti
budur.
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer kulun
başına bir belâ gelecekse, bunun alâmeti kalbin Allahü teâlâyı anmamaya
başlamasıdır. Artık kalb, bundan sonra, gaflete dalar."
Tâbiînin ve bu devirdeki
evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kalbin bozulması altı şeydendir: 1) Allahü teâlânın rahmetini
umarak, tövbeyi terk etmek, 2) İlmi ile amel etmemek, 3) Amelinde ihlâs sâhibi
olmamak, 4) Allahü teâlânın ihsân buyurduğu rızkı yiyip, şükür etmemek, 5)
Allahü teâlânın taksimine râzı olmamak, 6) Vefât edenleri kabrine defnedip,
onlardan ibret almamak. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
"Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Ondan kurtulana, ondan sonrası daha hafif
ve kolay, ondan kurtulamayana, ondan sonrası daha zor ve çetindir."
Vâz ve nasîhatler öyle
kamçılardı ki, onlarla kalplere vurulur. Nasıl gözümüzle gördüğümüz kamçılar
bedene vurulduğu zaman tesir ederse, nasîhatler de öyle kalbe tesir eder.
Büyüklerden birisi şöyle buyurdu: "Ancak temiz bir kalpten çıkan nasîhatler
tesir eder. Çünkü kalpten gelerek yapılan nasîhat kalbe gider. Sâdece dille
yapılan nasîhatler bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkar, tesirli olmaz.
İlmiyle amel etmeyen âlim mum gibidir. İnsanları aydınlatır fakat kendisini
yakıp bitirir."
Evliyânın büyüklerinden
Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Beş türlü kalp
vardır. Kalp vardır ölüdür, kalp vardır hastadır, kalp vardır gâfildir, kalp
vardır mühürlüdür, kalp vardır sapasağlamdır. Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın
kalbi hastadır. Nasîbsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır
diyerek fenâ iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allahü teâlâdan korkup dâimâ
ibâdette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalptir."
Harrân'da yetişen evliyânın
büyüklerinden ve âriflerin ileri gelenlerinden Hayât bin Kays el-Harrânî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak
ve sıddîklerin hâlleri ile hâllenmek isteyen kimse, her işinde sünnet-i
seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir.
İnsanın meleklik sıfatından mahrûm olması; haram yemesi ve Allahü teâlânın
yarattıklarına eziyet etmesi sebebiyledir."
"Kalb yumuşaklığını, Allah
adamı olan evliyânın sohbetlerine devâm etmekte aramalıdır. Kalb nûrunu da,
sohbete olan gayreti devâm ettirmede aramalıdır."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin kalbinde,
kendisini nefsin isteklerinden, kötülüklerden koruyacak kadar âhiret düşüncesi
yoksa, bunları terk etmeye güç bulamaz."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Kalbin ölü olmasının alâmetlerinden biri, insanın kaçırdığı iyiliklere
üzülmemesi ve yaptığı kötülüklere pişmân olmamasıdır."
Yine buyurdular ki: "Şehveti
kalbden, kökünden söküp koparan, Allah korkusu, yâhut kalbden taşacak kadar O'na
olan sevgidir."
Büyük velîlerden İbn-i
Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin olgunlaşması, Allahü
teâlânın zikri ile olur."
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden Seyyid İbrâhim Desûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sevdiklerine
kalp temizliğinin önemini anlatırdı. Bu hususta; "Allahü teâlâ, kullarının
kalbine nazar eder. O halde ey insanlar! Kalplerinizi çok temiz tutunuz! Onu
cilâlandırınız! Güzel ve parlak ediniz! Orada yalnız ihlâs ve doğruluk
bulunsun!" buyururdu.
Evliyânın büyüklerinden
İbrâhim-i Havvâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin ilâcı
beştir: Kur'ân-ı kerîm okumak ve Kur'ân-ı kerîme bakmak, mîdeyi boş tutmak, gece
kalkıp ibâdet etmek, seher vaktinde ağlayıp sızlamak ve iyilerle berâber
bulunmaktır."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Kalbin tasviyesi (temizlenmesi); İslâmiyete uymakla,
sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden
sakınmakla olur. Zikr ve rehberi, doğru yolu gösteren âlimi sevmek bunu
kolaylaştırır.
Kalbin birçok şeyleri
sevmesinin sebebi, hep o bir şey içindir. O da nefsdir.
Yine buyurdular ki: Sâlih
ameller İslâmın beş şartıdır. Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz.
Gönül dalgınlığının ilâcı;
gönlünü Allahü teâlâya vermiş olanların sohbetidir.
Büyük velî, fıkıh, tefsîr,
hadîs ve kelâm âlimi İmâm-ı Kuşeyrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: Kalbi huşû' içinde bulunan kimseye şeytan yaklaşamaz.
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün; "Kimin gözü ve gönlü, şu
fânî hayattan ebedî hayat için iyi bir ders almamış ise, onun kalbi perdeli ve
ameli azdır." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Bahar
yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi, Kur'ân-ı kerîm de kalbin yağmurudur
ve onu canlandırır."
"Üç şey gönlü öldürür: Çok
yemek, çok uyumak, çok konuşmak."
Medîne-i münevverede yaşayan
âlim ve velîlerden İmâm-ı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine bir kimse bâtın (kalp) ilimleriyle ilgili bilgi sordu. Mâlik bin
Enes bu kimsenin suâlini hoş karşılamadı ve ona; "Bâtın ilmi zâhir ilmini
öğrendikten sonra öğrenilir. Zâhirî ilimleri öğrenip onunla amel eden kimseye
Allahü teâlâ bâtın ilmini açar. Bâtın ilmi ancak kalbin açık olup nûrlanması ile
elde edilir." buyurup, suâli soran şahsa dönüp; "Sen açık ve zâhir olan şeylere
sarıl. Bilinmeyen yollara girmekten sakın. Bildiklerinle amel et.
Bilmediklerini, anlayamadığın şeyleri bırak." buyurdular.
Tâbiînden, meşhûr hadîs
hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “İnsanların en yumuşak ve ince kalblisi, günâhı az olanlardır.”
Evliyânın büyüklerinden
İbrâhim el-Metbûlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kalbini
dünyâ muhabbetinden temizle ki, kalbine, îmân kanalları açılsın. Kalbini
temizlemeyenin kalbine îmân kanalları açılmaz.”
Tâbiînin ve âlimlerin
büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “İnsan bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta
yerleştirilir. Tövbe edince kalbi cilâlanır ve parlar. Dolayısı ile o siyah
nokta kaybolur. Ama tövbe etmezse ve günah işlemeye de devam ederse, nokta nokta
kalb kararır. Nihâyet bu siyahlık bütün kalbi kaplar. İşte buna (rân) kalbin
tamamen kararması denir.”
Evliyânın büyüklerinden Ahî
Mîrim Halvetî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine buyurdular
ki: "Hak yolunun yolcusu gönlünü âhirete vermeli, dünyâlıklara kapılmamalıdır.
Bir olan Allahü teâlâya bağlanmalı, başka şeylere heves etmemelidir."
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir evliyânın,
bu âlemde kalbinden başka sermâyesi yoktur. O kalbe, dünyâlık işlere dâir
birşeyler doldurmak ona yakışmaz. Kalb, sâdece Allahü teâlânın sevgisi ile dolu
olmalıdır.”
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi
olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Sözün özü şudur ki: Gönül dostla olmalı, beden de işte bulunmalıdır."
Irak'ta ve Mısır'da yaşamış
olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Kalbini Allahü teâlânın zikrinden başkasıyla meşgûl
etmediği gibi, meşgûl edenlere; "Kalp ev gibidir. Allahü teâlâdan başkasıyla
meşgûl etmek, tozlu bir yolun tozlarını üzerine toplamak gibidir. Ev
süpürülmediği zaman tozlar yığılır ve temizliği zor olur. Kalbini başka şeyle
meşgûl eden ve günlük virdi olmayan veya olup da terk eden talebe, gaflet
pislikleriyle kalbini kirletmiş olur. Emirleri yapmak ve tasavvuf yolunda
yürümek onun için zorlaşır." buyururdu.
Büyük velîlerden Muhammed
bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İslâmiyet
nûrlarının kalblerden ayrılıp, kalblerin kararmasına dört şey sebeb oldu:
Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek.
Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak."
Hindistan'da yetişen büyük
âlim ve velî Muhammed Hâcı Efdal (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Kalbin gafletten kurtulup, Allahü teâlâyı zikretmeye başlaması, hakîkî
İslâm âlimlerinden bir velînin teveccühü ile olur. Bu saâdet, Allahü teâlânın
muhabbetini kazandıran sermâyedir."
Büyük İslâm âlimlerinden ve
evliyânın en üstünlerinden Muhammed Ubeydullah Serhendî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak rivâyet edilir ki; "Bir gün o zamânın
âlimlerinden Mevlânâ Abdülhakîm, hazret-i İmâm-ı Ma'sûm'un huzûruna gelerek;
"Efendim, kalb, bir parça ettir. Nasıl zikredebilir?" diye suâl etti. O sırada
Muhammed Ubeydüllah da orada bulunuyordu ve o zamanlar daha yedi-sekiz
yaşlarındaydı. Bu suâli işitince, hiç düşünmeden; "Dil de bir parça ettir.
Allahü teâlânın kudreti ile nasıl konuşuyor ve zikr ediyor? Kalb ne için
zikretmesin?" dedi. Orada bulunanlar bu tatminkâr cevap karşısında bu çocuğun
ilmine, idrâkinin kuvvetine hayret ettiler."
Muhaddis, zâhid, âbid,
ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki; “Şu dört şey kalbi öldürür: Günah işlemeye devam
etmek, kadınlar ile fazla münâsebet, ahmaklarla sohbet, ölülerle oturmak.”
Sohbetindekiler; “Ölülerle oturmak da nasıl olurmuş.“ diye sorduklarında, şu
cevâbı verdi: “Ölülerden kastım, şımarık zenginler, zâlim idârecilerdir.”
Yine buyurdular ki: “Bir
kimse kalbini Allah'a çevirirse bütün kulların kalbini kazanmış olur. Allahü
teâlâ, onu bütün kullarına sevdirir.”
Tâbiînden ve hanım velîlerin
büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) birinin;
"Yâ Rabbî, bana rahmet kapısını aç!" diye duâ ettiğini işitince, Râbia-i Adviyye;
"Ey câhil, Allahü teâlânın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını
istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan
kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir." dedi.
Râbia-i Adviyye hazretleri,
bir gece; "Yâ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru
ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim bütün dünyâdaki arzum ve
işim, seni yâdetmek, âhirette de Cemâl-i ilâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu
anlayışıma bağışla!" diye yalvardı.
Erbilli Muhammed Es’ad
Efendinin talebesi Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
seferinde buyurdular ki: "Kalb-i selîm, ne incinen ne de inciten kalbdir.
İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir, fakat incinmemek
elde değildir." Kendilerinin terbiyesi ile meşgûl oduğu kimselerin hallerini
gördükçe üzülür, fakat yüzlerine karşı ve arkalarından tevilli sözler bile olsa
bir şey demezdi. "Hiç kimseden incinmem ve kimseyi incitmemeye çalışırım."
derdi. Hiç kimseye; "Şunu niye yaptınız veya şunu niye yapmadınız." demez, yeme,
içme ve giyinme husûsunda; "Şunu alın yiyelim, bunu alın içelim, şöyle olsun
veya böyle olmasın." demezdi.
Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi
hazretleri, bir sohbet sırasında büyüklerden şu sözü nakletti; "Kalbin
nûrlanması için beş şey lâzımdır. Birincisi; az yemek, az uyumak, ikincisi;
devamlı Allahü teâlânın ismini anmak, üçüncüsü; seher vaktinde kalkarak teheccüd,
gece namazına devâm etmek, dördüncüsü; namazlarda huşû üzere bulunmak,
beşincisi; sâdıklarla berâber olmak."
Meşhûr velîlerden
Rûzbehân Baklî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kalb, şehvete
batarsa, aklın almadığı kederler kendisine yüklenir.”
Türkistan'ın büyük
velîlerinden Sa'düddîn-i Kaşgârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
çok sevilen talebesi Alâeddîn anlattı: "Hocam Sa'düddîn hazretlerine teslim
olmuş, onun hizmetiyle şerefleniyor, dertlere dermân olan sohbetlerini can
kulağı ile dinliyordum. Bir gün, tasavvufta kabz hâli denilen müthiş bir
sıkıntıya düştüm, bunalmaya başladım. Kalbim kararmaya başladı. Gönlüme,
söylenmeyecek derecede kötü şeyler geliyordu. Beni gökyüzünden atıp parça parça
etseler de, bunlar hatırıma gelmese diyordum. Çâresiz kaldım. Durumumu hocama
anlatmak için huzûruna vardım. Daha bir şey konuşmadan, bir eliyle göğsümden
diğer elinin şehâdet parmağıyla da ensemden bastırdı. O ânda, hocamın kerâmeti
olarak öyle müthiş birşey oldu ki, gönlümdeki bu düşünceler silindiği gibi, kalb
gözüm açılıp, melekler âlemini görmeye başladım. Elhamdülillah bendeki o sıkıntı
kayboldu. Hocamın himmetiyle bu derdimden kurtuldum."
Sa'düddîn-i Kaşgârî
hazretleri buyurdular ki: "Bir insanda bir kalb vardır. Oraya sâdece Allahü
teâlânın sevgisi doldurulmalıdır. İnsan, her nefeste bir hazîneyi kaybeder.
Ancak cenâb-ı Hakk'ı hatırladığı zamanlar bu hazîne kaybolmuş olmaz. Bu şuur
insanda hâkim olunca, Allahü teâlâdan utanma duygusu da berâber gelir ve
gafletten uyanır. Gönül, cenâb-ı Hakka yöneldiği zaman, içinde bir pencere
açılır ve o pencereden, ilâhî feyz nûru girer. Bu nûr, doğudan batıya kadar her
zerreye hayat verir. Yalnız penceresiz olan evler nasîbini alamaz."
"İnsanı Allahü teâlâdan
uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir.
Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz şeylerle uğraşmaktan hâsıl olur.
Çok uğraşarak bunları kalbden çıkarmalıdır. Allahü teâlâya kavuşmak
isteyenlerin, bunlardan ve hayâli arttıran her şeyden sakınması lâzımdır.
Çalışmayan, sıkıntıya katlanmıyan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu
nîmeti ihsân etmez. Bu, Allahü teâlânın âdetidir."
Anadolu'da yetişen ve
Anadolu'yu aydınlatan evliyânın meşhurlarından Mustafa Sâfî Âmidî Bolevî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın izni ile benim bütün
âlemin kalbinden haberim vardır. Şöyle ki, bir bardak içine sâfî bir su konulsa,
onun içinde bir toz olsa, o toz bardağın dışından göründüğü gibi, cümle âlemin
gönlü içinde ne düşünce varsa bilirim. Hattâ o kalb sâhibi gönlündekini benim
kadar bilmez." Gerçi böyle âlemin hâlini keşfedip, kalp gözü ile görüp
söylemelerine rağmen, nâdânın, câhillerin esrârını, gizli hallerini, açığa
vurmaz, yalnız bâzı dervişlerin hâline münâsib ve îtikâdlarını düzeltmeye dâir
kerâmetler gösterirdi.
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kalb, her türlü kötü düşüncelerden temizlenip, niyetler
düzeltilip, ihlâs üzere olunduğu zaman büyük günahlar bağışlanır. Kişi
günahlarını terketmeye azmettiği, yöneldiği zaman, onda mânevî yönde büyük
ilerleme ve gelişmeler olur."
Ehl-i sünnetin amelde dört
hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı
Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini sevenlerden bir cemâate
şöyle buyurdular: "Kalbine ilâhî bir nûr penceresinin açılmasını isteyen şu dört
şeyi yapsın:
1) Günün belli bir vaktinde
yalnız kalsın ve huzûra dalsın.
2) Mîdesini pek fazla
doldurmasın.
3) Sefih kimselerle düşüp
kalkmağı bıraksın, kötü kimselerle düşüp kalkmasın.
4) İlimleriyle yalnız
dünyâlık arzu eden kimselere yaklaşmasın."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Ey kardeşim! Kalb gözünü aç! İyi gör ve bil ki, Allahü teâlâ
senin için neler yarattı, neler gösterdi. Ağaçlara güzellik koydu. Ağaçlarda
çeşitli meyveler yarattı. Her birinin tadını ayrı ayrı yarattı. Hâlbuki o
ağacın, kendinden, çiçeğinden ve meyvesinden haberi bile yoktur. Bunun gibi,
nice mahlûklarda senin faydalanman için nice güzel şeyler yarattı ki, bu güzel
şeylerin kendisinde bulunduğu mahlûklar, (ağaç misâli) kendilerinde bulunan bu
güzel şeylerden habersizdirler. Kamışta şekeri, ceylanda miski, sığırda anberi,
kedide zebatı ve ağaçta kâfûru yaratması böyledir.
MÜHİM OLAN GÖNÜLDÜR
Ebû Bekr-i
Şiblî
ki, âşıktı Zülcelâle,
Ve tasavvuf yolunda, ermişti
tam kemâle.
Nefsî arzûlarının, yapmazdı
bir tekini,
Yaşıyan ölü gibi, addederdi
kendini.
Bir elbise yaptırdı, üstüne
yeni, düzgün,
Ve onu giyinerek, dışarı
çıktı bir gün.
Gördü kimin üstünde, var
ise, yeni esvâb,
İnsanlar onun ile, oluyor
hep muhâtab.
Kimin üzerinde de, varsa
eski elbise,
Onlarla ilgilenen, olmuyordu
hiç kimse.
İşbu hâl, kendisine, oldukça
etti tesir,
Durdu, düşündü biraz, oldu
çok müteessir.
Oracıkta evine, dönerek
tekrar yine,
Eski elbisesini, giyindi
üzerine.
Dediler ki: "Efendim niçin
böyle ettiniz?
Yenileri çıkarıp, tekrar
eski giydiniz?"
Buyurdu: "İnsanların, hâline
ettim nazar,
Çok taaccüp eyledim, üzüldüm
bî-ihtiyar.
Gördüm ki hep insanlar,
bakıyor dış kalıba,
Halbuki mühim midir, giyilen
kaftan, abâ?
Hak teâlâ indinde, zâhir
mühim değil hiç,
Mühim olan gönüldür, her şey
onda mündemiç.
Bakmıyor Hak teâlâ, kişinin
dış hâline,
Lâkin nazar ediyor,
niyetine, kalbine.
Zarftan daha ziyâde,
mazruftur mühim olan,
Zîrâ niyete göre, hüküm
verir Yaradan.
Kalbi bozuk bir kişi, giyse
kıymetli libâs,
Ne kıymeti vardır ki,
azâbdan olmaz halâs.
Kalbi mâmur olan da, çul
giyse üzerine,
Hak teâla indinde, makbûldur
o kul yine.
Zîrâ cenab-ı Allah, kalblere
nazar eder,
Kalbleri ihlâs ile,
süslemektir tek hüner.
Eğer ki bu ihlâstan, mahrum
ise bir gönül,
Rızâ-i ilâhîye, edemez hiç
temâyül."
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı
Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatmıştır: "Bir gün Seyyid Kâsım
hazretleri bana; "Bâbu! Zamânımızda hikmet ve hârika niçin az zâhir oluyor,
bilir misin? Çünkü bu zamanda bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az
insanda kalmıştır. Olgunluğa ulaşmak, bâtının, gönlün, kalbin tasfiyesi iledir.
Bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helâl lokma yemekle mümkündür. Bu
zamanda helâl lokma yiyen pek azdır. Bâtınını tasfiye etmiş insan da yok gibidir
ki ondan ilâhî esrâr nasıl tecellî etsin?" dedikten sonra kendisi ile ilgili
olarak da; "Elim tuttuğu zaman, takye diker onun parası ile geçinirdim. Felç
geçirip elim tutmaz olduktan sonra, babamdan kalan kütüphâneyi satarak, ticâret
sermâyesi yaptım ve onunla geçinmeye başladım" dedi.
Yine şöyle anlatmıştır:
"Çocukluğumda rüyâda kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşî'nin mezarı yanında gördüm.
Mezarın eşiğinde Îsâ aleyhisselâm vardı. Hemen ayaklarına kapandım. Elleri ile
başımı kaldırıp; "Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!" buyurdu. Rüyâyı
anlattığım zâtlar, tıb ilmi ile tâbir ettiler. Yâni tıb ilminden nasîbim
olacağını söylediler. Ben bu tâbire râzı değildim. Tâbirim şuydu: Îsâ
aleyhisselâm, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyâdan ihyâ sıfatına mazhâr
büyüklere de "Îsevî meşreb" denirdi. Mâdem ki, Îsâ aleyhisselâm bu fakîrin
terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek.
Nitekim kısa bir zaman sonra, Allahü teâlâ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti
ki, bende o mânâ, kemâliyle meydana geldi. Vâsıtamızla nice ölü kalbler, gaflet
karanlığından şühûd ve huzûr ışığına çıktılar."
İstanbul'da yetişen büyük
velîlerden Ünsî Hasan Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir
talebesi anlatır: "Ben hamama gittiğimde iyice yıkandıktan sonra bir tas
içindeki suya okuyup sonra başımdan aşağı dökmeyi âdet edinmiştim. Bu hâlimi
kimseye söylemedim. Bir gün bir rüyâmı tâbir için Ünsî Hasan Efendinin huzûruna
gittim. Rüyâmı tâbir ettiler, sonra da; "Hamamdaki bu âdeti terk et. Zîrâ suya
okur, sonra onu orada başına dökersin. Bu uygun değildir. Zîrâ okunmuş sudur.
Aşağılara yayılması günahtır. Onu bir daha yapma. Yıkan ve çık." buyurdular. O
zaman ben; "Efendim! Bu hâli kimse bilmezdi, size kim söyledi?" diye sordum. O
zaman Hasan Efendi hazretleri; "Bir gönül ki, cenâb-ı Hakk'ın hazînesi oldu.
İşte o gönül haktan haber verir. O gönlün görmediği ve bilmediği olmaz. Onun
gibi bizden yine bize bir söyleyici vardır. O haber verir." buyurdu. Ben de o
âdetimi bir daha yapmadım.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Yâr Muhammed Kadîm Talkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, icâzet vererek, insanların Cehennem’e
düşmekten kurtulmasına vesîle olmasına izin verdi. Mektûbât’ın birinci cildinde
117 ve 211. mektuplarını Yâr Muhammed Kadîm’e yazdı. Birinci cild, yüz on
yedinci mektup şöyledir:
“Mevlânâ Yâr Muhammed bizi
unutmamış. Kalb, çok zaman his organlarına bağlıdır. Duygu organlarından uzak
olanlar, kalbden de uzak olur. Hadîs-i şerîfte; “Göz görmeyince, gönülden de
uzak olur.” buyruldu. Bu hadîs-i şerîf, kalbin duygu organlarına bağlı bulunduğu
mertebeyi göstermektedir. Tasavvuf yolunun nihâyetine varılınca, kalbin his
organlarına bağlılığı kalmaz. Hisden uzak olmak, kalbin yakın olmasını bozmaz.
Bunun içindir ki, bu yolun büyükleri, başlangıçta ve yolda olanların, olgun bir
rehberin yanından ayrılmalarına izin vermemişlerdir. “Bir şeyin hepsi
yapılmazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır!” Bu söze uyarak, bulunduğunuz yolu
değiştirmeyiniz! Uygunsuz kimselerle arkadaşlık etmekten, elden geldiği kadar
sakınınız! Meyân Şeyh Müzzemmil’in yanınıza gelmesini, saâdete kavuşmanızın
başlangıcı biliniz! Onun sohbetinde, yanında bulunmayı büyük nîmet biliniz!
Vakitlerinizin çoğunu onun yanında geçiriniz! Çünkü, kendisi, ele az geçen
nîmetlerdendir. Vesselâm.”
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine;
Bozulan kalbi düzeltmek için ne yapmak lâzımdır? diye sorduklarında; “Beş şey
yapmalıdır. Helâl yemek, Kur’ân-ı kerîm okumak, sâlihlerle sohbet, gece ibâdet
etmek, seher vaktinde ağlamak” cevâbını verdi.
Kalbini en güzel koruyan
kimdir? diye sorduklarında; “Diline en çok hâkim olan.” cevâbını verdi.
“Kalbin hasta olmasının
alâmeti dörttür: Birincisi; tâattan (ibâdetten) tad, haz almaz. İkincisi; Allahü
teâlâdan korkmaz. Üçüncüsü; eşyâya, mahlûkâta ibret gözüyle bakmaz. Dördüncüsü;
dinlediği ilim ve nasîhatten istifâde etmez.” |