KALB (B -
F)
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn
Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular
ki: Bir zaman; "Artık ben, zamânın en büyük evliyâsıyım." düşüncesi kalbime
geldi. Hemen buna pişman olup gönlüm hüzünle doldu. Şaşkınlık içerisinde Horasan
yolunu tuttum. Bir müddet gittikten sonra; "Allahü teâlâ beni, kendime getirecek
birini bana gönderinceye kadar buradan ayrılmayacağım." diye niyet ettim ve
orada üç gün bekledim. Dördüncü gün dişi bir devenin üzerinde bir gözü görmeyen
biri geldi. "Nereden geliyorsun?" dedim. "Sen niyet ettiğin zaman üç bin fersah
uzakta idim. Oradan geliyorum. Kalbini koru. "Zamânın en büyüğü benim." gibi
düşünceleri hatırına getirme!" dedi ve kayboldu.
Bir defâsında Bâyezîd
hazretlerinin kalbine şöyle ilhâm olundu: "Ey Bâyezîd! Hazînelerim, başkaları
tarafından yapılan ibâdetlerle ve güzel hizmetlerle doludur. Sen bize öyle bir
şeyle gel ki, o bizde olmasın." Bâyezîd; "Yâ Rabbî! Hazînende bulunmayan şey
nedir?" dedi. Kalbime ilhâm olundu ki: "Âcizlik, zavallılık, çâresizlik, zillet
ve ihtiyaç."
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan
Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hacda iken,
Kâbe'yi tavaf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâbe'nin örtüsüne sarılarak
ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde
olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi
tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûl. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu
genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu.
Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde,
kalbini hep Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûl bir hâlde gördü.
Hindistan'da yetişen büyük
velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Bir kalpte Allahü teâlâya olan aşk ateşi yok ise, o kalp ölü bir leş eti
gibidir. Ama aşk ateşi varsa, o kalp, zât-ı ilahînin ve nîmetlerinin aynası
hâline gelir."
Irak'ta yetişen evliyâdan
Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalp, insanları
kötülükten çekmek ve onlara faydalı olmak için çırpınmıyorsa, o kalp virânedir."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Cimrinin
yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır."
Yine buyurdular ki: "İki
haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak, çok yemek."
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mâlik bin Dînâr
hazretlerinden naklederek buyurdular ki: "Allahü teâlâ kalplere ve bedenlere
çeşitli musîbetler verir. Bunlar, rızık darlığı, ibâdetlerde gevşekliktir.
Bunlardan daha şiddetlisi kalbin katılığıdır."
"Kalp mahzûn olmadığı zaman,
içinde oturan kimse bulunmayan evin harâb olduğu gibi, harâb olur."
"Müminlerin göğüsleri,
kalpleri hayırlı güzel işler sebebiyle kaynar, coşar. Fâcir kimselerin göğüsleri
de kötü işler yüzünden coşar. Allahü teâlâ sizin kalbinizden geçenlere,
niyetlerinize bakar. Niyetlerinize dikkat ediniz ki, Allahü teâlâ size merhamet
etsin."
Ebû İmrân el-Cûnî'den
naklederek de buyurdu ki: "Mûsâ aleyhisselâm kavmine nasîhat ettiği sırada,
kavmi arasından bir kişi, göğsünü açmak için gömleğini yırtıyordu. Allahü teâlâ,
Mûsâ aleyhisselâma vahyederek buyurdu ki: "O gömleğini parçalayan kimseye
kalbini bana göstermek için gömleğini yırtmamasını söyle. Yâni benim onun
kalbinden geçenleri bilmem için gömleğini yırtması gerekmez."
Tâbiînin büyüklerinden,
hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Hazret-i Ebû Bekir, bir gün Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin minberi
yanında durdu. Resûlullah'ı hatırladı ve ağladı. Sonra Resûlullah efendimiz
hicretin birinci yılında burada durdu ve şöyle buyurdu, dedi: "Ey insanlar!
Allahü teâlâdan âfiyet dileyiniz. Çünkü Allahü teâlâ yakinden sonra âfiyetin
benzeri olan bir nîmeti hiç kimseye vermemiştir." (Âfiyet: Kalbin günah lekesine
bulaşmadığı, günahlardan sâlim olduğu zamandır. Evliyâdan birisi; "Yâ Rabbî!
Âfiyette olduğum bir gün ihsân eyle!" diye yalvarıyordu. Dediler ki: "Siz
âfiyette değil misiniz?" Buyurdu ki: "Afiyette olduğum gün; Allahü teâlâya hiç
bir günâh işlemediğim gündür.")
Hindistan'da yetişen
çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerine; "Dervişlerde görülen haller nasıl meydana
gelmektedir?" diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Hal, doğru amellerin
netîcesindendir. Amel iki kısımdır. Biri beden ile olan amel olup, herkesin
mâlumudur. Diğeri kalbin amelidir. Buna "murâkabe" denir. Murâkabe, kalbinde
Allahü teâlânın seni gördüğü ve sana baktığı düşüncesini dâimâ bulundurmandır.
Önce nûrlar, rûhlara iner. Sonra onun eseri kalplerde, ondan sonra bedende,
âzâlarda zâhir olur. Beden ve âzâlar kalbe tâbidir. Kalp harekete gelince, beden
de hareketlenir. Eğer derviş aç uyur, gece yarısında kalkar, ibâdetle meşgûl
olur ve kalbini hiçbir şeye bağlamazsa, nûrların rûhlara inişini görür. İsterse
şimdi bir kimse gitsin kalbinden bütün düşünceleri çıkarsın, mücâhedeyi seçsin
bu haller ona hâsıl olur. Bunda şüphe yoktur." Sonra şu beyi okudu:
"Eğer kusur varsa, oluyor
gözden.
Yoksa yârim gizli değil
kimseden."
Son devir velîlerinden
Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Gözden yaş çıkmamak kalp katılığından ileri gelir. O dahi günah çokluğundan
gelir. Günah çokluğu ölümü unutmadan ileri gelir. O dahi uzun emel sâhibi
olmasından ileri gelir. O dahi dünyâyı sevmeden ileri gelir. Dünyâyı sevmek ise
bütün günahların başıdır."
Yine buyurdular ki: "Herkes
hâlinin ne olduğunu şu hadîs-i şerîf ile görsün: "Kalbin hayâtı îmân iledir.
Ölümü küfürledir. Sıhhati ibâdet ve tâat iledir. Hastalığı günâhla meşgûl olma
iledir. Uyanıklığı Allahü teâlâyı zikretme iledir. Uyuması Allahü teâlâdan gâfil
olma iledir."
İskenderiye'de yetişen büyük
velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Kalbin tam bir ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh
yoktur)" diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak
yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır."
"Mümin kulların kalbleri,
evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın
kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve
yardım nûrları altındadır."
Yine buyurdular ki: "Bir
kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan başka birine kalb gözünü
çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde,
ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde
hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba
çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu
için azap görür."
"Senin, az amel, nûrlu ve
parlak bir kalb ile Allahü teâlânın huzûruna çıkman; çok amel, fakat nûrsuz bir
kalb ile çıkmandan daha hayırlıdır."
"Kadir gecesi, o senenin
kalbidir. Îmân dolu bir kalb de, içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir."
Büyük velîlerden Ebû
Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Allahü
teâlâdan gelen şeyleri, nîmetleri ve kendisinden Allahü teâlânın neyi istediğini
bilmeyen kimse, kalbini perdelemiş olur.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah Sübeyhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seni,
herhangi bir şey diğer bir şeyden alıkoymasın, veya alıkoyan daha üstün olsun.
Diğeri eşit olmasında hüküm, kalbe gelene göre verilir."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanların giydiklerini
giy, yediklerini ye, fakat kalben onlardan ayrı ol."
"Kalbi kırık, hüzün sâhibi
olanlar, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri, Allahü teâlâya giden
yolu bir ayda katederler. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, kalbi hüzün içinde
olan bütün kullarını sever."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Amr ez-Zücâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin sohbetini
Harem-i şerîfte herkes dinler, konuşmaya başladığında herkes büyük bir huşû
içerisinde kendinden geçerdi. Fazîletleri üstünlükleri pek çoktu. Mekke-i
mükerremede mücâvir yâni komşu olup geçici kalanlar için; "Kim ki Harem-i
şerîfte mücâvir kalırken, kalbini Allahü teâlâdan başkasına bağlarsa, ziyân
içinde olduğunu kendi hâli ile açığa çıkarmış olur." buyurur, gelenleri îkâz
ederdi.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalpte
Allahü teâlâya kavuşmak arzusu doğar, bu aşkla yanarsa, beşeriyet kötülükleri o
kalbden ayrılır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Ölümü yaklaştığı
zaman, "Hayatta iken ne durumda idin de, bu makâma ulaştın?" diye sordular.
"Şâyet ecelim yaklaşmamış olsaydı söylemezdim." dedi ve devâm etti: "Kırk yıl
kalbimin bekçisi oldum. Allahü teâlâdan başka her şeyi kalpten uzaklaştırdım.
Nihâyet kalp, Allahü teâlâdan başkasını bilmez hâle geldi."
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden Bekr-i
Sugdî; "Hocam, ibâdetini Allahü teâlâyı tâzim için yapardı. Ondan karşılık almak
için değil." derdi.
Yine talebelerinden Hâşim-i
Sugdî nakleder: Ebû Bekr-i Verrâk hazretleri buyurdular ki: "Çok uyumak, çok
yemek, çok konuşmak gönlü katılaştırır."
"Çok sözden murâdım hayır ve
şerden bahsederken sarfedilen sözlerdir. Hiçbir işe yaramayan kelimeler ise,
değil katılaştırmak, kalbi öldürür bile."
Ebû Bekr Verrâk hazretleri
buyurdular ki: "Uzuvlarını nefsinin istekleriyle tatmin ederek memnun eden,
kalbine pişmanlık ağacı dikmiş demektir."
"Kalbin altı hasleti vardır:
Hayâtı ve ölümü, sıhhati ve hastalığı, uyanıklığı ve uyuması. O, hidâyetle diri
olur. Dalâletle ölür. Temizlik ve saflıkla sıhhat bulur. Dünyâya meyletmek ve
kararmakla hastalanır. Zikirle uyanır, gafletle uyur. Bunlardan her birinin
alâmetleri vardır: Kalbin diriliğinin alâmeti; iyiliğe rağbet, kötülükten el
çekmek ve hayırlı amel işlemek. Ölümü de bunların tersidir. Sıhhati, bunlarla
sıhhat ve lezzet bulması, hastalığı da tersidir. Uyanıklığının alâmeti duyması
ve görmesidir. Uyuması da sağırlığı ve körlüğüdür."
"Seçilmişlerin kalbleri
temiz, ahlâkları güzeldir. Onlar insanların önderleridir. İnsanları hayırlı
amellere dâvet eder, sultan ve devlet adamlarına emr-i mârûf nehy-i anilmünker
yaparak, yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirerek huzur ve âsâyişi
sağlarlar. Seçilmişler bozulduğu zaman yalancılar hâkim olur.
Suriye'de yetişen velîlerden
Ebû İshâk İbrâhim bin Müvelled (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Başlangıçta; "İnsan, kalbini düzeltmek için meşgûl olduğu zaman mahluklar ondan
korkarlar." sözünü kendisine düstûr edinen Ebû İshâk İbrâhim bin el-Müvelled,
her an Allahü teâlâyı düşünür, O'nunla meşgûl olurdu. Bu sebeple de diğer
mahluklar ondan korkarlardı.
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi
fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti
sırasında buyurdular ki: "Kalp, birçok tarafa yönelebilir. Onu hangi tarafa
yönlendirirsen, diğer tarafları kapalı kalır. Bir kimse dünyâ ve âhiretin
ikisine birden yönelemez. Bunlardan biri diğerine mâni olur."
Yine buyurdular ki:
"Kalbinde, kendisini kötülükten koruyan bir kuvvet bulunmayan kimse, harâb
olmuştur."
"Allahü teâlâ, vicdanlardaki
gizli sırlara, insanın her nefeste ve her haldeki hâline muttalîdir, hepsini
bilir. Hangi kalbi kendisine yönelmiş görürse, onu felâketlerden, sıkıntılardan,
sapıklıklardan ve fitnelerden muhâfaza eder."
Bağdat'ta yetişen evliyânın
büyüklerinden Ebû Muhammed er-Râsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri buyurdular ki; "Allahü teâlânın haram ettiklerinden sakınan bir
kalpten, dünyâ sevgisi ve arzularına düşkünlük çıkıp gider."
Nişâbur'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Muhammed Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine;
Şikâyet ve gönül darlığından suâl edildi. Cevaben; "Şikâyet ve gönül darlığı,
mârifet azlığından Allahü teâlâyı tanımamaktan ileri gelir." buyurdular.
Büyük velîlerden Ebû
Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse
zenginlerle sohbeti, fakirlerle bulunmaya tercih ederse, kalbi ölür."
Tasavvuf büyüklerinden
Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine birisi gelip;
"Benim kalbimde bir katılık var. Bâzı kimselerle istişârede bulundum. Bana
çeşitli tavsiyelerde bulundular. Fakat kalbimdeki bu katılık, yine gitmedi.
Bunun üzerine Ebû Yâkûb; "Onlar hatâ etmişler. Sen şöyle yap, herkes uyuduğu
zaman, Kâbe-i muazzamadaki Mültezeme'ye (Hacer-ül-esved ile Kâbe-i muazzamanın
kapısı arasındaki yere) git, orada namaz kıl. Allahü teâlâya yalvarıp yakar. Yâ
Rabbî! İşimde şaşırıp kaldım. Bana yardımını ihsân eyle diye duâ et." dedi. O
şahıs da Ebû Yâkûb'un dediği gibi yaptı. Kalbindeki o katılık gitti.
Meşhûr velîlerden Ebü'l-Abbâs
Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gözler bakmakla görür,
kalblerin mükâşefesi, görüp açılması ise, her an cenâb-ı Hakk'ı zikredip onu bir
an unutmamakla olur."
Endülüs’te ve Mısır’da
yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı
Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinin birinde buyurdular
ki: "Yağcıdan yağ satın alırken, normalinden kıl kadar fazla yağ isteyen, satın
aldığı mikdârdan fazla olarak, satıcının elindeki malda gözü olan kimsenin
dîninin kuvveti kıl gibi zayıftır. Bunun gibi, kömürcüden kömür alan kimse,
normal alacağı tamam olduktan sonra; "Biraz daha ver!" diyen, yâni aldığı ile
yetinmeyen, kalanda gözü olan kimsenin kalbi, o kömürden daha karadır."
Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
rahmetullahi aleyh kerâmet sâhibi olup, kendisine gelenlerin hallerini,
derecelerini, Allahü teâlâ indindeki mertebelerini, Allahü teâlânın izni ile
bilirdi. Gelenlere de hallerine göre iltifât ve ikrâmda bulunurdu. Bâzan
huzûruna, görünüşte dînin emirlerine çok bağlı birisi gelir, ona hiç iltifât
etmez, daha sonra görünüş îtibâriyle günahkâr bir kimse gelir ona iltifât eder,
yakınlık gösterirdi. Birincisinin, ibâdetine ve ilmine güvenerek geldiğini,
ikincisinin ise, aşağı gönüllülükle, kırıklıkla geldiğini, dolayısı ile ikinci
gelenin birinciden hayırlı olduğunu bildirirdi.
Evliyânın büyüklerinden
Ebü'l-Abbâs Seyyârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Gönlünün Cennet
bahçesi misâli çok güzel olması için Allah yolunda yürüyen bir kimse hangi ameli
işlemelidir?" dediler. Cevâbında; "Allahü teâlânın emirlerini yapmaya ve
yasaklarından sakınmaya sabırla devâm etmek, sâlihlerle berâber olup,
sohbetlerinde bulunmak ve dostlarına hizmet etmekle." buyurdu. Yine; "Bu yolda
ilerlemek nasıl mümkün ve kolay olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına riâyet etmek ve sâlihlerin sohbetine devâm etmekle." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Her kim
kalbini Allahü teâlâya karşı sadâkat üzere muhâfaza ederse, sıdk üzere olursa,
Allahü teâlâ onun dilinden hikmet akıtır."
Evliyânın önde gelenlerinden
Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kalp ve gönül temizliğinden
anlatırdı. Bu hususta; "İçinizi hırs, kin, hased gibi kötü huylardan
temizleyiniz. Bunlardan biri varken kimse size yakın olmaz. Böyle olunca Allahü
teâlânın sevgisi kalbinizde meydana gelmez." derdi.
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü'l-Hasan-ı Harkânî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün sohbetinde bulunanlara şöyle sordu: "Dünyâda
en iyi şey nedir?" Orada bulunanlar; "Siz, bizden daha iyi bilirsiniz. Siz
bildirin." dediler. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri, "En iyi şey, Allahü
teâlâyı unutmayan gönüldür." buyurdular.
Büyük velîlerden Ebü'l-Hayr
el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalp; niyetleri
düzeltmek, yaptıklarımızı sırf Allah için yapmakla, riyâ ve gösteriş kirlerinden
temizlenir. Beden de, Allahü teâlânın velî ve sâlih kullarına hizmet etmekle
kıymet kazanır."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü
teâlâ bütün kalplere nazar kıldı. Kendisini görmeye Muhammed aleyhisselâmın
kalbinden daha şevk ve iştiyak duyan bir kalp bulmadı. O sebeple Allahü teâlâyı
görme ve O'nunla konuşma hâlini çabuklaştırmak için kendisine mîrâcı nasîb
eyledi."
Osmanlıların kuruluş
devrinde Bursa'da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın yolunda olan bir kimsenin kalbinde,
Allahü teâlâya kavuşmaktan başka bir arzu bulunmaz."
Hindistan'da yetişen
Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin Allahü teâlâya olan bağlılığındaki sevinci
gideren şeyi terk et!"
Musul âlimlerinden ve
Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Yemek yemekten ve ilaçtan kesilen hasta misâli ilim ve hikmetten
mahrûm kalan kalp de ölüme mahkûmdur."
"Kendi arzularından ziyâde
Allahü teâlâyı isteyenin kalbinde Allah sevgisi doğar."
"Allahü teâlâyı arzu eden,
ondan gayri her şeyden yüzünü çevirir."
"Kalbine dikkat ve teveccüh
edenin kalbinde, Allahü teâlânın sevgisi meydana gelir." |