CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

KALB (B - F)

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh)  hazretleri buyurdular ki: Bir zaman; "Artık ben, zamânın en büyük evliyâsıyım." düşüncesi kalbime geldi. Hemen buna pişman olup gönlüm hüzünle doldu. Şaşkınlık içerisinde Horasan yolunu tuttum. Bir müddet gittikten sonra; "Allahü teâlâ beni, kendime getirecek birini bana gönderinceye kadar buradan ayrılmayacağım." diye niyet ettim ve orada üç gün bekledim. Dördüncü gün dişi bir devenin üzerinde bir gözü görmeyen biri geldi. "Nereden geliyorsun?" dedim. "Sen niyet ettiğin zaman üç bin fersah uzakta idim. Oradan geliyorum. Kalbini koru. "Zamânın en büyüğü benim." gibi düşünceleri hatırına getirme!" dedi ve kayboldu.

Bir defâsında Bâyezîd hazretlerinin kalbine şöyle ilhâm olundu: "Ey Bâyezîd! Hazînelerim, başkaları tarafından yapılan ibâdetlerle ve güzel hizmetlerle doludur. Sen bize öyle bir şeyle gel ki, o bizde olmasın." Bâyezîd; "Yâ Rabbî! Hazînende bulunmayan şey nedir?" dedi. Kalbime ilhâm olundu ki: "Âcizlik, zavallılık, çâresizlik, zillet ve ihtiyaç."

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hacda iken, Kâbe'yi tavaf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâbe'nin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûl. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûl bir hâlde gördü.

Hindistan'da yetişen büyük velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalpte Allahü teâlâya olan aşk ateşi yok ise, o kalp ölü bir leş eti gibidir. Ama aşk ateşi varsa, o kalp, zât-ı ilahînin ve nîmetlerinin aynası hâline gelir."

Irak'ta yetişen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalp, insanları kötülükten çekmek ve onlara faydalı olmak için çırpınmıyorsa, o kalp virânedir."

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır."

Yine buyurdular ki: "İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak, çok yemek."

Evliyânın büyüklerinden Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mâlik bin Dînâr hazretlerinden naklederek buyurdular ki: "Allahü teâlâ kalplere ve bedenlere çeşitli musîbetler verir. Bunlar, rızık darlığı, ibâdetlerde gevşekliktir. Bunlardan daha şiddetlisi kalbin katılığıdır."

"Kalp mahzûn olmadığı zaman, içinde oturan kimse bulunmayan evin harâb olduğu gibi, harâb olur."

"Müminlerin göğüsleri, kalpleri hayırlı güzel işler sebebiyle kaynar, coşar. Fâcir kimselerin göğüsleri de kötü işler yüzünden coşar. Allahü teâlâ sizin kalbinizden geçenlere, niyetlerinize bakar. Niyetlerinize dikkat ediniz ki, Allahü teâlâ size merhamet etsin."

Ebû İmrân el-Cûnî'den naklederek de buyurdu ki: "Mûsâ aleyhisselâm kavmine nasîhat ettiği sırada, kavmi arasından bir kişi, göğsünü açmak için gömleğini yırtıyordu. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma vahyederek buyurdu ki: "O gömleğini parçalayan kimseye kalbini bana göstermek için gömleğini yırtmamasını söyle. Yâni benim onun kalbinden geçenleri bilmem için gömleğini yırtması gerekmez."

Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Hazret-i Ebû Bekir, bir gün Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin minberi yanında durdu. Resûlullah'ı hatırladı ve ağladı. Sonra Resûlullah efendimiz hicretin birinci yılında burada durdu ve şöyle buyurdu, dedi: "Ey insanlar! Allahü teâlâdan âfiyet dileyiniz. Çünkü Allahü teâlâ yakinden sonra âfiyetin benzeri olan bir nîmeti hiç kimseye vermemiştir." (Âfiyet: Kalbin günah lekesine bulaşmadığı, günahlardan sâlim olduğu zamandır. Evliyâdan birisi; "Yâ Rabbî! Âfiyette olduğum bir gün ihsân eyle!" diye yalvarıyordu. Dediler ki: "Siz âfiyette değil misiniz?" Buyurdu ki: "Afiyette olduğum gün; Allahü teâlâya hiç bir günâh işlemediğim gündür.")

Hindistan'da yetişen çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Dervişlerde görülen haller nasıl meydana gelmektedir?" diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Hal, doğru amellerin netîcesindendir. Amel iki kısımdır. Biri beden ile olan amel olup, herkesin mâlumudur. Diğeri kalbin amelidir. Buna "murâkabe" denir. Murâkabe, kalbinde Allahü teâlânın seni gördüğü ve sana baktığı düşüncesini dâimâ bulundurmandır. Önce nûrlar, rûhlara iner. Sonra onun eseri kalplerde, ondan sonra bedende, âzâlarda zâhir olur. Beden ve âzâlar kalbe tâbidir. Kalp harekete gelince, beden de hareketlenir. Eğer derviş aç uyur, gece yarısında kalkar, ibâdetle meşgûl olur ve kalbini hiçbir şeye bağlamazsa, nûrların rûhlara inişini görür. İsterse şimdi bir kimse gitsin kalbinden bütün düşünceleri çıkarsın, mücâhedeyi seçsin bu haller ona hâsıl olur. Bunda şüphe yoktur." Sonra şu beyi okudu:

 

"Eğer kusur varsa, oluyor gözden.

Yoksa yârim gizli değil kimseden."

 

Son devir velîlerinden Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gözden yaş çıkmamak kalp katılığından ileri gelir. O dahi günah çokluğundan gelir. Günah çokluğu ölümü unutmadan ileri gelir. O dahi uzun emel sâhibi olmasından ileri gelir. O dahi dünyâyı sevmeden ileri gelir. Dünyâyı sevmek ise bütün günahların başıdır."

Yine buyurdular ki: "Herkes hâlinin ne olduğunu şu hadîs-i şerîf ile görsün: "Kalbin hayâtı îmân iledir. Ölümü küfürledir. Sıhhati ibâdet ve tâat iledir. Hastalığı günâhla meşgûl olma iledir. Uyanıklığı Allahü teâlâyı zikretme iledir. Uyuması Allahü teâlâdan gâfil olma iledir."

İskenderiye'de yetişen büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin tam bir ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur)" diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır."

"Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve yardım nûrları altındadır."

Yine buyurdular ki: "Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan başka birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür."

"Senin, az amel, nûrlu ve parlak bir kalb ile Allahü teâlânın huzûruna çıkman; çok amel, fakat nûrsuz bir kalb ile çıkmandan daha hayırlıdır."

"Kadir gecesi, o senenin kalbidir. Îmân dolu bir kalb de, içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir."

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Allahü teâlâdan gelen şeyleri, nîmetleri ve kendisinden Allahü teâlânın neyi istediğini bilmeyen kimse, kalbini perdelemiş olur.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Sübeyhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Seni, herhangi bir şey diğer bir şeyden alıkoymasın, veya alıkoyan daha üstün olsun. Diğeri eşit olmasında hüküm, kalbe gelene göre verilir."

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanların giydiklerini giy, yediklerini ye, fakat kalben onlardan ayrı ol."

"Kalbi kırık, hüzün sâhibi olanlar, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri, Allahü teâlâya giden yolu bir ayda katederler. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, kalbi hüzün içinde olan bütün kullarını sever."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Amr ez-Zücâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin sohbetini Harem-i şerîfte herkes dinler, konuşmaya başladığında herkes büyük bir huşû içerisinde kendinden geçerdi. Fazîletleri üstünlükleri pek çoktu. Mekke-i mükerremede mücâvir yâni komşu olup geçici kalanlar için; "Kim ki Harem-i şerîfte mücâvir kalırken, kalbini Allahü teâlâdan başkasına bağlarsa, ziyân içinde olduğunu kendi hâli ile açığa çıkarmış olur." buyurur, gelenleri îkâz ederdi.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalpte Allahü teâlâya kavuşmak arzusu doğar, bu aşkla yanarsa, beşeriyet kötülükleri o kalbden ayrılır."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Ölümü yaklaştığı zaman, "Hayatta iken ne durumda idin de, bu makâma ulaştın?" diye sordular. "Şâyet ecelim yaklaşmamış olsaydı söylemezdim." dedi ve devâm etti: "Kırk yıl kalbimin bekçisi oldum. Allahü teâlâdan başka her şeyi kalpten uzaklaştırdım. Nihâyet kalp, Allahü teâlâdan başkasını bilmez hâle geldi."

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden Bekr-i Sugdî; "Hocam, ibâdetini Allahü teâlâyı tâzim için yapardı. Ondan karşılık almak için değil." derdi.

Yine talebelerinden Hâşim-i Sugdî nakleder: Ebû Bekr-i Verrâk hazretleri buyurdular ki: "Çok uyumak, çok yemek, çok konuşmak gönlü katılaştırır."

"Çok sözden murâdım hayır ve şerden bahsederken sarfedilen sözlerdir. Hiçbir işe yaramayan kelimeler ise, değil katılaştırmak, kalbi öldürür bile."

Ebû Bekr Verrâk hazretleri buyurdular ki: "Uzuvlarını nefsinin istekleriyle tatmin ederek memnun eden, kalbine pişmanlık ağacı dikmiş demektir."

"Kalbin altı hasleti vardır: Hayâtı ve ölümü, sıhhati ve hastalığı, uyanıklığı ve uyuması. O, hidâyetle diri olur. Dalâletle ölür. Temizlik ve saflıkla sıhhat bulur. Dünyâya meyletmek ve kararmakla hastalanır. Zikirle uyanır, gafletle uyur. Bunlardan her birinin alâmetleri vardır: Kalbin diriliğinin alâmeti; iyiliğe rağbet, kötülükten el çekmek ve hayırlı amel işlemek. Ölümü de bunların tersidir. Sıhhati, bunlarla sıhhat ve lezzet bulması, hastalığı da tersidir. Uyanıklığının alâmeti duyması ve görmesidir. Uyuması da sağırlığı ve körlüğüdür."

"Seçilmişlerin kalbleri temiz, ahlâkları güzeldir. Onlar insanların önderleridir. İnsanları hayırlı amellere dâvet eder, sultan ve devlet adamlarına emr-i mârûf nehy-i anilmünker yaparak, yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirerek huzur ve âsâyişi sağlarlar. Seçilmişler bozulduğu zaman yalancılar hâkim olur.

Suriye'de yetişen velîlerden Ebû İshâk İbrâhim bin Müvelled (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Başlangıçta; "İnsan, kalbini düzeltmek için meşgûl olduğu zaman mahluklar ondan korkarlar." sözünü kendisine düstûr edinen Ebû İshâk İbrâhim bin el-Müvelled, her an Allahü teâlâyı düşünür, O'nunla meşgûl olurdu. Bu sebeple de diğer mahluklar ondan korkarlardı.

Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında buyurdular ki: "Kalp, birçok tarafa yönelebilir. Onu hangi tarafa yönlendirirsen, diğer tarafları kapalı kalır. Bir kimse dünyâ ve âhiretin ikisine birden yönelemez. Bunlardan biri diğerine mâni olur."

Yine buyurdular ki: "Kalbinde, kendisini kötülükten koruyan bir kuvvet bulunmayan kimse, harâb olmuştur."

"Allahü teâlâ, vicdanlardaki gizli sırlara, insanın her nefeste ve her haldeki hâline muttalîdir, hepsini bilir. Hangi kalbi kendisine yönelmiş görürse, onu felâketlerden, sıkıntılardan, sapıklıklardan ve fitnelerden muhâfaza eder."

Bağdat'ta yetişen evliyânın büyüklerinden Ebû Muhammed er-Râsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki; "Allahü teâlânın haram ettiklerinden sakınan bir kalpten, dünyâ sevgisi ve arzularına düşkünlük çıkıp gider."

Nişâbur'da yetişen büyük velîlerden  Ebû Muhammed Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Şikâyet ve gönül darlığından suâl edildi. Cevaben; "Şikâyet ve gönül darlığı, mârifet azlığından Allahü teâlâyı tanımamaktan ileri gelir." buyurdular.

Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse zenginlerle sohbeti, fakirlerle bulunmaya tercih ederse, kalbi ölür."

Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine birisi gelip; "Benim kalbimde bir katılık var. Bâzı kimselerle istişârede bulundum. Bana çeşitli tavsiyelerde bulundular. Fakat kalbimdeki bu katılık, yine gitmedi. Bunun üzerine Ebû Yâkûb; "Onlar hatâ etmişler. Sen şöyle yap, herkes uyuduğu zaman, Kâbe-i muazzamadaki Mültezeme'ye (Hacer-ül-esved ile Kâbe-i muazzamanın kapısı arasındaki yere) git, orada namaz kıl. Allahü teâlâya yalvarıp yakar. Yâ Rabbî! İşimde şaşırıp kaldım. Bana yardımını ihsân eyle diye duâ et." dedi. O şahıs da Ebû Yâkûb'un dediği gibi yaptı. Kalbindeki o katılık gitti.

Meşhûr velîlerden Ebü'l-Abbâs Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gözler bakmakla görür, kalblerin mükâşefesi, görüp açılması ise, her an cenâb-ı Hakk'ı zikredip onu bir an unutmamakla olur."

Endülüs’te ve Mısır’da yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh)  sohbetlerinin birinde  buyurdular ki: "Yağcıdan yağ satın alırken, normalinden kıl kadar fazla yağ isteyen, satın aldığı mikdârdan fazla olarak, satıcının elindeki malda gözü olan kimsenin dîninin kuvveti kıl gibi zayıftır. Bunun gibi, kömürcüden kömür alan kimse, normal alacağı tamam olduktan sonra; "Biraz daha ver!" diyen, yâni aldığı ile yetinmeyen, kalanda gözü olan kimsenin kalbi, o kömürden daha karadır."

Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî rahmetullahi aleyh kerâmet sâhibi olup, kendisine gelenlerin hallerini, derecelerini, Allahü teâlâ indindeki mertebelerini, Allahü teâlânın izni ile bilirdi. Gelenlere de hallerine göre iltifât ve ikrâmda bulunurdu. Bâzan huzûruna, görünüşte dînin emirlerine çok bağlı birisi gelir, ona hiç iltifât etmez, daha sonra görünüş îtibâriyle günahkâr bir kimse gelir ona iltifât eder, yakınlık gösterirdi. Birincisinin, ibâdetine ve ilmine güvenerek geldiğini, ikincisinin ise, aşağı gönüllülükle, kırıklıkla geldiğini, dolayısı ile ikinci gelenin birinciden hayırlı olduğunu bildirirdi.

Evliyânın büyüklerinden Ebü'l-Abbâs Seyyârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Gönlünün Cennet bahçesi misâli çok güzel olması için Allah yolunda yürüyen bir kimse hangi ameli işlemelidir?" dediler. Cevâbında; "Allahü teâlânın emirlerini yapmaya ve yasaklarından sakınmaya sabırla devâm etmek, sâlihlerle berâber olup, sohbetlerinde bulunmak ve dostlarına hizmet etmekle." buyurdu. Yine; "Bu yolda ilerlemek nasıl mümkün ve kolay olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet etmek ve sâlihlerin sohbetine devâm etmekle." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Her kim kalbini Allahü teâlâya karşı sadâkat üzere muhâfaza ederse, sıdk üzere olursa, Allahü teâlâ onun dilinden hikmet akıtır."

Evliyânın önde gelenlerinden Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kalp ve gönül temizliğinden anlatırdı. Bu hususta; "İçinizi hırs, kin, hased gibi kötü huylardan temizleyiniz. Bunlardan biri varken kimse size yakın olmaz. Böyle olunca Allahü teâlânın sevgisi kalbinizde meydana gelmez." derdi.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü'l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün sohbetinde bulunanlara şöyle sordu: "Dünyâda en iyi şey nedir?" Orada bulunanlar; "Siz, bizden daha iyi bilirsiniz. Siz bildirin." dediler. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri, "En iyi şey, Allahü teâlâyı unutmayan gönüldür." buyurdular.

Büyük velîlerden Ebü'l-Hayr el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalp; niyetleri düzeltmek, yaptıklarımızı sırf Allah için yapmakla, riyâ ve gösteriş kirlerinden temizlenir. Beden de, Allahü teâlânın velî ve sâlih kullarına hizmet etmekle kıymet kazanır."

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bütün kalplere nazar kıldı. Kendisini görmeye Muhammed aleyhisselâmın kalbinden daha şevk ve iştiyak duyan bir kalp bulmadı. O sebeple Allahü teâlâyı görme ve O'nunla konuşma hâlini çabuklaştırmak için kendisine mîrâcı nasîb eyledi."

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın yolunda olan bir kimsenin kalbinde, Allahü teâlâya kavuşmaktan başka bir arzu bulunmaz."

Hindistan'da yetişen Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalbin Allahü teâlâya olan bağlılığındaki sevinci gideren şeyi terk et!"

Musul âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yemek yemekten ve ilaçtan kesilen hasta misâli ilim ve hikmetten mahrûm kalan kalp de ölüme mahkûmdur."

"Kendi arzularından ziyâde Allahü teâlâyı isteyenin kalbinde Allah sevgisi doğar."

"Allahü teâlâyı arzu eden, ondan gayri her şeyden yüzünü çevirir."

"Kalbine dikkat ve teveccüh edenin kalbinde, Allahü teâlânın sevgisi meydana gelir."