|
KALB (A)
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Kalbin, Allahü teâlâdan ve O'nun dostlarından başkasına meyletmesi, o kalbin
hasta olduğuna işârettir."
Kalbin Allahü teâlâdan
başkasına meyletmesi, Allahü teâlânın azâbını çabuklaştırır."
Suriye'de yetişen velîlerden
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Kalb ile ilgili ameller işleyiniz. Zîrâ kalb ile yapılan ameller zâhirî
amelleri güzelleştirir."
Bâzı derslerinde fıkıh
ilminin fazîletinden bahsederdi. Bu sebeple oğlu Ömer bütün ömrünü fıkıh ilmini
öğrenmeye hasretmişti. Bir gün dersin bitiminde oğluna şöyle buyurdular: "Ey
Ömer! Kalb ile ilgili amellere çalış. Çünkü fıkıh âlimlerinde ateşin alevi,
tasavvuf ehlinde ise ateşin kor kısmı vardır."
İstanbul’da yetişen büyük
velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İki
kalbin yok ki, biri ile Allahü teâlâya, diğeri ile Allahü teâlâdan başkalarına
yönelesin."
Hindistan'da yetişen
büyük velîlerden Abdülhâdî Bedevânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin talebelerinden birine yazdığı bir mektup şöyledir: Şerh-i sadr;
göğsün yâni kalbin açılması, en yüce makam, en büyük nîmet ve en azîz ilâhi
hediyelerdendir. Zîrâ Hak teâlâ büyüklerin efendisi, kâinâtın hülâsâsı, habîbi
ve Resûlünü bu husûsi ihsân ile nîmetlendirmiştir.
Peygamber efendimiz buyurdu
ki: "Kalbe îmân nûru girince, genişler ve açılır." Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân);
"Yâ Resûlallah! O nûrun kalbe girmesinin alâmeti, işâreti nedir?" dediler.
Buyurdu ki: "Alâmeti, kulun, yüzünü ebedî olan âhirete dönmesi, aldatan ve
yoldan çıkaran dünyâdan ve ona tutulmaktan uzaklaşıp kurtulmasıdır." Dünyâ
görünüşte süslüdür, yaldızlıdır, ama aldatıcıdır, hîlecidir. Kendini sevenlerin
gönüllerini çalar. Peygamberlik basîreti, gözüyle ve îmân nûru ışığıyla
bakılınca, yakînen görülür ve anlaşılır ki, dünyâ işlerinin temeli sakat ve
dayanıksızdır. Âhiret ise dâimî ve sonsuzdur. Bu anlayışa erişen kimse, yüzünü
fânî, geçici dünyâdan çevirir, kalb gözünü sonsuzluk âlemine döndürür ve
yolculuk için lâzım olan sevap azıklarını bulundurur. Kişinin göğsünün
açılmasından nasîbi, bu îmân nûrundan olan nasîbi kadardır. Bunun da mikdârı
kalbindeki ferahlıkla ölçülür. Çünkü nûrun, sînenin açılmasında ve kalbin
ferâhında tesiri tamdır. Bu sebeptendir ki, dünyâdaki ışığın bile, gönül
rahatlığına, kalp ferahlığına, karanlığın da, sıkılmaya, daralmaya yol açması,
sebeb olması büyüktür. Bunun için demişlerdir ki, nefs-i nâtıka (insânî rûh),
nûra, ışığa âşıktır. Nerede bir ışık hüzmesi, demeti parlasa o tarafa döner ve o
yöne koşar. Bu yüzden aydınlık yerde uyku az gelir. Zîrâ rûh, aydınlığa nûra
olan teveccühü sebebiyle içerden dışarıya gelir. Karanlık olunca, içe çekilir ve
uykuya dalar.
Beyt:
Sana visâl meclisinde, göz
uyku yüzü görmez.
Yüzünün kandili önde, uykuya
sıra gelmez.
Anlaşıldı ki, nûrun zuhûru,
ferah ve sürûr sebeblerindendir. Kalpler onunla açılır. Göğsün açılması
genişlemesi sebeplerinden biri de ilimdir. İlim sebebiyle kalb o kadar genişler,
açılır ki, onun her köşesi göklerden ve yerden daha geniş olur. Hepsini içine
alır. Bir kimsenin ilmi ne kadar çoğalırsa, sînesindeki genişleme de o kadar
artar. Bu ilimden murâd, her ilim değil, Peygamber efendimizden mîras kalan
ilimdir. Peygamberlere ilimden başka şeyle vâris olunmaz. Hadîs-i şerîfte;
"Peygamberler, vârislerine, altın ve gümüş bırakmazlar. Onlar ilim bırakırlar."
Buyurulması o ilme işârettir. O zamandan bu yana çok vakit geçti. Felsefe
karanlıkları zuhûr etti. İslâm semâsını kararttılar. Bir kısım insanları yoldan
çıkardılar. Bunlara ilim değil, cehâlet demek daha uygun olur.
Göğsün genişlemesi
sebeplerinden biri de, Allahü teâlânın kullarına; mal, para, makam ve benzeri
şeylerde ihsânda bulunmaktır. Mal ve para ile olan ihsân ve iyiliğin ne olduğunu
herkes bilir. Kimin eli daha açık ise, kalbi de o kadar geniştir. Kimin eli kısa
ve kapalı ise, sînesi de o nisbette dardır. El açıklığı, cömertlik ve ihsân,
Allahü teâlâ ve kulları katında büyük mertebedir. Dünyâ ve âhirette izzettir,
iyiliktir ve sevâptır. Makamla olan ihsân, kimsesiz bir kişiyi, yanına veya
emrine veya birisinin yanında bir işe koymakla yapılan ihsândır.
Göğsün genişlemesi
sebeplerinden biri de, Allah yolunda kahramanlık, insâf sâhipleri yanında
doğruyu söylemektir. Bu da gönül açıklığına yol açar. Böyle yiğitlik,
güzelliklerin başı ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Din yolundaki şiddet ve
zorluklar, ancak bununla aşılır. "Canını düşünmeden saldırdığı zaman, yiğidin
kalbine açılan ve görünen şeyi, başkaları kırk sene halvette kalmakla göremez."
demişlerdir. Ama bu cesâret ve yiğitlik, Allah için ve Allah'ın dîninde olursa
her şeyden daha yüksektir. Bunun için onların karşılığı Âl-i İmrân sûresi 169 ve
170. âyetlerinde meâlen bildirilen; "Onlar Rableri katında diridirler. Cennet
meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allahın verdiği ihsândan dolayı, ferah ve
sevinç içindedirler." büyük nîmetlerdir. Bundan daha yüksek hangi mertebe olur.
Sînenin açılması
sebeplerinden biri de, kalbi, sıfât-ı zemîme, yâni kötü sıfatlar denilen; hased,
ucb, kibir, riyâ, buğz, kin ve Allah için olmayan mal ve makâm, yâni dünyâ
sevgisi gibi kötü huylardan temizlemektir. Çünkü bunlar, şehvet ve nefs
toprağından yükselen, zulmânî buhar ve dumanlardır. Kalbi bulandırır ve
karartırlar ve göğsün genişlemesine sebeb olan îmân nûrundan, tevhidden,
ilimden, muhabbetten ve zikirden insanı alıkoyarlar. Mahrûm bırakırlar. Kalb
sâhasını karartır ve daraltırlar.
.
Beyt:
Dışarı çıkmaz isen tabîat
sarayından,
Nasıl haberin olur, hakîkat
diyârından.
Bu güzel sıfatlar, en kâmil,
en yüksek, en mükemmel şekilde Resûl-i ekremde mevcûd idiler. O'ndan sonra, uyma
mikdârınca, O'na tâbi olanlarda bulunur. Mütâbeatta, yâni Resûlullah'a uymada,
kim daha ileri gitmişse, göğsü daha çok genişlemiş ve kalbi o nisbette nûrlanmış
olur. İmrân sûresi, otuz birinci âyetinde meâlen; "Ey sevgili Peygamberim!
Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi
sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları
sever." buyruldu. Hiç şüphesiz bir kimse, kimin peşinden gider, adım adım onu
tâkib ederse onun kavuştuğu yere, bu da kavuşur. Gerçi Resûlullah'ın makâmı daha
yücedir, yeri herkesin olduğu yerden yüksektir. O'nun makâmında hiç kimse
yoktur, herkes O'ndan aşağıdadır, ama dâire geniştir ve etrafında makamlar
vardır. O parlayan nûrdan ve gelen feyzden, etrafında olanlara da bir şuâ, bir
serpinti ulaşır. Âyet-i kerîmede meâlen; "Biz seni âlemlere rahmet olarak
gönderdik." buyruldu.
Bilhassa muhabbet, alâka ve
bağlılık bu işte büyük bir esastır. Çünkü muhabbet, birlikte bulunmayı
îcâbettirir. Hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâberdir." buyruldu. (41'inci
Mektup)
Suriye'de yetişen evliyâdan
Seyyid Abdülhakîm Hüseynî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
ömrünün son zamanlarında sohbetine gelen insanlara buyurdu ki: İnsanın kalbi
dâimâ Allahü teâlâya bağlı olmalı, Allah insanın aklından, fikrinden hiç
çıkmamalı. İnsanın kalbi hem mahzûn olmalı, hem de Rabbine yalvarış içinde
bulunmalı. Kişi ne kadar mahzûn, ne kadar nefsinden ve benliğinden uzaklaşmışsa
Allahü teâlânın yanında o kadar makbûl ve yüksektir. Zâlim olan, zulm eden, zevk
ve safâ peşinde koşan kişinin, elbette Allahü teâlâdan haberi olmaz.
Anadolu'da yetişen evliyâdan
Şeyh Abdülhay Celvetî (rahmetullahi teâlâ aleyh) tasavvufdaki derin ve
ince mânâlara vâkıf idi. Kalb (gönül) hakkında şöyle buyurmaktadır:
Hadîs-i kudsîde buyruldu ki:
"Ben yere göğe sığmam. Fakat haramlardan sakınan temiz mümin kulumun kalbine
sığarım." Allahü teâlâ nefs ile sır makâmı arasında bir kalb (gönül) şehri
yaratmıştır. Bu şehir dâimâ mâmur olmak ister. Gönlün mâmur edilmesi usta ve
mîmâr ile olmaz. Ancak Allahü teâlânın lütfu ile olur. Hacı Bayrâm-ı Velî
talebelerine; "Kalp şehrinizi mâmur ediniz. Allah adamlarının sözlerini
dinleyiniz. İlim öğreniniz." buyurmuştur. Yine Aziz Mahmûd Hüdâî; "Talebe Allahü
teâlânın rızâsını kazanmakta gayretli olmalı, taş gibi katı olan kalpleri rehber
olan zâtın terbiyesinde yumuşatmalıdır. Kalbi yumuşayınca, bu hâlini hocasına
arz edip, onun tavsiyeleri, yol göstermesi ile önündeki yollardan engeller
kalkar ve matlubuna, maksûduna kavuşur. Îmân-ı kâmil (olgun insan) olur."
buyurdu.
Evliyânın
büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici
lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş
olamaz."
İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin Abdülvâhid-i Lâhorî'ye yazdığı bir mektupta
şöyle buyurulmaktadır:
Kıymetli kardeşimin mektûbu
geldi. Kalbin selâmeti için yazdıklarınız anlaşıldı. Evet, kalbin selâmeti, onun
mâsivâyı unutmasına bağlıdır. Öyle ki, zorla hatırlatmak isteseler
hatırlayamamalıdır. Allahü teâlâdan başka her şeye, yâni mahlûkların hepsine "Mâsivâ"
denir. Bu hâle "Fenâ-i kalb" denir. Bu yolun birinci basamağı, bu fenâya
kavuşmaktır. Bu fenâ, vilâyet derecelerine kavuşulacağının müjdecisidir.
Talebeler, yaradılışlarındaki uygunluklara göre, çeşitli derecelere yükselirler.
Çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalışmalıdır. Çocuklar gibi, yolda önüne
çıkan kozalaklara, cam parçalarına bağlanıp kalmamalıdır. Hadîs-i şerîfte; "Allahü
teâlâ, yüksek şeylere kavuşmak isteyenleri sever." buyruldu. Dünyâ işleri ile
çok uğraşmakta, dünyâ işlerine gönül bağlamak korkusu vardır. Kalbin selâmete
kavuşmasına da sakın aldanmayınız! Yine geri dönebilir.
Dünyâ işleri ile elden
geldiği kadar az uğraşınız ki, dünyâya gönül bağlamak tehlikesine düşmeyesiniz!
Dünyâya düşkün olmak felâketinden Allahü teâlâya sığınırız. Dünyâya gönül
bağlamayan fakir bir çöpçü, gönlünü dünyâya kaptıran koltukdaki zenginden kat
kat daha kıymetlidir. Birkaç günlük hayatta dünyâya gönül vermemek, hiçbir şeye
düşkün olmamak için çok uğraşınız! Dünyâya düşkün olmaktan ve dünyâya düşkün
olanlardan, aslandan kaçmaktan daha çok kaçmalıdır. (1. cild, 116. mektup)
Hindistan'da yetişen meşhûr
velîlerden Abdülvehhâb Müttekî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini
tanıyan Yemenli bir velî, Mekke ve Medîne halkına bir mektup göndererek; "Ey
Harameyn halkı! İçinizde Allahü teâlânın nûrunu saçan Abdülvehhâb'ın kıymetini
biliniz ve ondan istifâde etmeye bakınız." diye yazmıştır.
Yemen'de tanınan ve halk
arasında meşhûr olan Seyyid Hâtem, yüksek hâller, kerâmetler sâhibi bir
kimseydi. Abdülvehhâb Müttekî hazretleri ile görüşmek için yollara düştü ve
Mekke'ye geldi. Görüşmek için izin istedi. O ise; "Kalblerin görüşmesi
yeterlidir, bedenen görüşmeye ihtiyaç yoktur." buyurdu. Seyyid Hâtem; "Bu söze
bile râzıyım." diyerek geri dönüp, görüşmeden ayrıldı.
Anadolu evliyâsından
Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Kalbi
Allahü teâlânın sevgisi ile diri olanın ölümü hayattır. Kalbi nefsin arzuları
ile ölmüş olanın hayâtı ölüdür."
Evliyânın büyüklerinden
Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlanın
kullarına verdiği ilk ve en büyük nîmeti, onların kalplerini îmâna açması ve
kalblerine îmânı yerleştirmesidir.
Bu nîmetten sonra, Allahü
teâlâyı bilmek en büyük nîmettir. Allahü teâlâyı bilmek dînen vâcibdir. Allahü
teâlâyı bildikten sonra, O'nun kazâsına, kaderine, hayrına, şerrine, azına,
çoğuna, acısına, tatlısına, mahbûbuna sevgili gelene ve mekrûhuna kötü gelene
rızâ gösterip, hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna inanmak ve teslîm olmak büyük
nîmettir. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Allah, kime hidayet etmeyi
dilerse, İslâma onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de
sapıklıkta bırakmak isterse, onun kalbini öyle daraltır sıkıştırır ki, îmân
teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi olur. Allah, îmân etmeyenler üzerine,
böyle âzâb bırakır." (En'âm sûresi: 125)
Meşhûr velîlerden Ahmed
bin Ebü’l-Havârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok günah ve
dünyâ sevgisiyle hastalanan kalblerinizi, dünyâdan soğuyarak ve günahları terk
ederek tedâvî ediniz."
Yine buyurdular ki:
"Kalbinde bir katılaşma gördüğünde, sâlihlerle sohbet et, onlarla bulun, yemeği
azalt, nefsinin isteklerini yapma ve onu sıkıntılara alıştır."
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalp, bir
takım kaplardan ibârettir. Allahü teâlânın sevgisiyle dolduğu zaman, nûrun
fazlası diğer uzuvlara yansır. Bâtılla dolduğu zaman da, ondaki karanlık diğer
organlara geçer."
Velîlerin büyüklerinden ve
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı
Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Kulun kalbini
ıslâh etmesi, düzeltmesi için, iyilerle berâber olması kadar faydalı bir şey
yoktur. Yine kulun fasıklarla berâber olup, onların işlerine dikkat ve nazar
etmesi kadar zararlı bir şey yoktur."
Ahmed bin Hanbel hazretleri;
sık sık talebesine buyururdu ki: "Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi
Halıktan râzı olmak, kadere rızâ göstermektir."
Ebû Hafs Ömer bin Sâlih
Tarsûsî isimli velî bir zât, Ahmed bin Hanbel hazretlerine; "Kalbler ne ile
yumuşar?" diye sordu. Başını eğip biraz düşündükten sonra; "Evlâdım! Helâl
yemekle yumuşar." buyurdu.
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; "Müminin kalbi Allahü
teâlânın zikri ile kuvvetlenir." buyururdu.
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey oğlum! Kalbinde
ufak bir leke görürsen, oruç tut. Gitmezse, az konuşmaya bak. Gitmezse,
günahlardan şiddetle kaç. Yine gitmezse, her hâli iyi bilen Allahü teâlâya
yalvarmaya, sızlanmaya başla.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
talebelerine buyururdu ki: Günahlar sebebiyle, paslanan gönüllerin kurtuluşu
Allahü teâlâya çok tövbe, istigfâr etmek, her zaman Allahü teâlâyı düşünmek,
O'nun râzı olduğu, beğendiği işleri yapmak ve hiçbir zaman O'ndan gâfil
olmamakla mümkündür.
Yine buyururdu ki: "Kâfir
bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek
demektir."
Amasya’da yetişen velîlerden
Ali Hâfız Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
buyururdu ki: "Kalp üç şeyle hayat bulur: 1) Dünyâyı sevmemek, 2) Allahü teâlâyı
çok zikretmek, 3) Allahü teâlâya yakın olmak.
Kalp dört şeyle ölür: 1)
Nefsin arzû ve isteklerini yapmak, 2) Şeytana uymak, 3Dünyâya dalmak; âhireti,
ölümü unutmak, 4Kötü düşüncelere sâhib olmak."
Mısır evliyâsından Ali
Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Allahü teâlânın izni
ile, herkese simâlarına, makamlarına göre değil, kalblerindeki duruma göre
muâmele ederdi. Birgün, Ali Havâs'ın yanına nûr yüzlü birisi uğramıştı. Ali
Havâs ona doğru baktı ve şöyle buyurdu: "Allah'ım! Bizi kötü hâle düşmekten
muhâfaza buyur." Sonra devâm ederek; "Şüphesiz, Allahü teâlâ bir kulu hakkında
hayır murâd edince, nûru onun kalbine koyar. Fakat dış görünüşü bakımından diğer
insanlardan birisi gibidir. Allahü teâlâ, bir kulu hakkında hayır murâd etmezse,
o şahsın kalbinde bulunanı yüzüne çıkarır. Kalbini ise karanlık kılar."
Evliyânın büyüklerinden
Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Kim kalbini anlayışlı
kılarsa, o kalp dünyâdan ve dünyâda olan şeylerden yüz çevirir. Kim kalbini
cehâlette bırakırsa, o kalp aldatıcı ve geçici zevklere tâbi olur."
Büyük velî ve Hanbelî
mezhebî fıkıh âlimi Ali bin Muhammed bin Beşşâr (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin yanına bir zât gitmişti. Üzerinde yünden bir cübbe vardı.
Ali bin Beşşâr kendisine, "Kalbini mi güzelleştirdin, yoksa bedenini mi?" diye
sordu. Sonra; "En önemli olan, kalbin güzelleştirilmesi ve temizliğidir." diye
buyurdular.
Meşhûr velîlerden Ali
Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse, görünüş
îtibariyle sıddîklar mertebesinde de olsa, bir göz açıp kapayacak kadar zaman,
kalbi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere meylederse, o kimse
ilerleyemez."
Irak evliyâsından Ali
Sincârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ, sevdiği
kulunun kalbine, kendine arzu etme isteğini yerleştirir."
Nakşibendî büyüklerinden
Alvarlı Muhammed Lütfi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri talebelerine
dâimâ kalp kırmamak husûsunda telkinde bulunurdu:
Ol fakîr ki, yüzen bakar
Gözlerinin yaşı akar
Mümin olan kalb mi yıkar
Boynuna la'net mi takar
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı
Bilirsin haram helâli
Bilirsin sevab vebâli
Aman olma lâ-übâli
Terk eyle boş kîl-u-kâli
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı
Bu dünya seni terk eder
Devletin hep elden gider
Ölüm bir gün kabre güder
Biri sürer biri yeder
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı.
Meşhûr velîlerden ve akâid
imâmı Amr bin Osman Mekkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Allah bir kimsenin kalbini İslâma açmışsa, o kimse Rabbinden bir nûr üzerine
olmaz mı hiç." (Zümer sûresi: 22) meâlindeki âyetin mânâsını sorduklarında
buyurdu ki: Bunun mânâsı şudur: "Kulun nazarı, vahdâniyet ilminin azametine ve
rubûbiyetine, haşmetine düşünce, nazarına düşen ve gözüne çarpan başka hiçbir
şeyi göremez olur." |
|