CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

İSTİĞFÂR – TÖVBE - 1

İslâmiyetin ilk asırlarında yetişen velîlerden Ali bin Abdullah bin Abbâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) uzun boylu, heybetli, güzel yüzlü bir zât idi. Sesi gür ve çok tesirliydi. Allahü teâlâdan af ve merhâmet husûsunda Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini bildirdi: "Kim istiğfâra iyi sarılırsa, Allahü teâlâ, onu her türlü keder ve sıkıntıda bir ferahlık ve rahatlık, darlık zamânında ise, çıkış ihsân eder. Onu, kendisine yetecek şekilde rızıklandırır."

Tâbiîn tanınmışlarından büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle buyurdular ki: Günâhı çok yapıyorsunuz. Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan âhirette, amel defterinde iki satır arasında istiğfâr görünce çok sevinir."

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir hatâ işlediğiniz zaman istigfâr edin, hatâda ısrâr helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istigfâra devam etsin."

Yine buyurdular ki: "Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yâni, Allah'ın dilediği olur, kuvvet O'nundur) desin!"

Hindistan'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde sık sık şöyle nasihat ederdi: "Çok istiğfâr ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billah, okuyunuz. Kalpteki vesveselerden ve günahlardan uzaklaşmak için çok faydalıdır."

Türkistan'da yetişen büyük velîlerden Kâdı Muhammed Zâhid (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir yandan Allahü teâlânın emirlerine uymayıp, bir yandan da, "Estagfirullah, Estagfirullah" demek, istigfâr değildir. İstigfârın mânâsı; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Allahü teâlânın rahmetine ve magfiretine yol açacak sebeplere yapışmak lâzımdır. Zulüm ve isyân gibi işleri yapmaktan sakınmalıdır."

Tâbiînden, meşhûr hadîs hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rah-

metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir ümmet içerisinde, her gün, yirmi beş kişi Allahü teâlâya, yirmi beş defâ istiğfâr ederse (bağışlanmalarını dilerse), umûma âit azabla Allahü teâlâ, onları cezâlandırmaz.”

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) çok defâ şöyle derdi: "İstiğfâr etmekle kurtulduk sanırız... Halbuki o istiğfârımız da, bir başka istiğfâra muhtaçtır."

Evliyâdan ve büyük İslâm âlimlerinden Vekî' bin Cerrâh (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; birisi kendisine eziyet etse, hemen oracıkta oturur, çok üzülür ve; "Eğer Allahü teâlâya karşı bir günah işlemeseydim, Allahü teâlâ bunu başıma musallat etmezdi." der, istigfâra başlar, cenâb-ı Hakka günahını bağışlaması için yalvarırdı.

 

.

TÖVBE BİR HAZÎNEDİR

 

Ahmed Nâmıkî Câmî, ümmîydi gerçi fakat,

Kitap yazıp herkese, ederdi çok nasihat.

 

Tövbe etmek hakkında, buyurdu: "Ey insanlar,

Büyük bir hazînedir, günahlara istigfâr.

 

Hak teâlâ buyurdu: "Tövbe edin hepiniz,

Ancak tövbe etmekle, kurtulabilirsiniz."

 

Benim tövbe edecek, bir hâlim yoktur demek,

Müslümana yakışan, bir söz olmasa gerek.

 

Şöyle ki, rağbet etse, bir insan bu dünyâya,

O, her bir nefesinde, her an girer günaha.

 

Zîrâ Peygamberimiz, şöyle buyurmuşlardır:

"Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır."

 

Bir saatte, bin nefes, insan alıp veriyor,

Bu, yirmi dört saatte, yirmi dört bin oluyor.

 

İşte bu nefesleri, kul alırsa gafletle,

Yâni sarılmış ise, dünyâya muhabbetle.

 

Ve bir günah işleyip, üzülmüyorsa şâyet,

Onun her nefesine, yazılır bir mâsiyet.

 

Bir günde yirmi dört bin, günah eder bu ise,

Demek ki tövbe etmek, ne kadar lâzım bize.

 

Eğer tövbe edersek, şartlarına uyarak,

Günahları sevaba, çevirir cenâb-ı Hak.

 

İstiğfârın üç şartı, vardır ki onlar şudur:

Birincisi, günaha, gönülden pişman olur.

 

İkincisi, Allaha, tövbe eder diliyle,

Üçüncüsü, o işi, terk eder bedeniyle.

 

Kul, böyle hâlisâne, tövbe ederse şâyet,

Hak teâlâ o kulu, eder af ve mağfiret.

.

Yerdeki hayvanâtla, göklerdeki melekler,

Onun iyiliğine, her an duâ ederler.

 

Tövbeyi, sırf günahta, lâzım bilme kendine,

İbâdet yapınca da, lâzımdır tövbe yine.

 

İbâdeti beğenmek, olur gurur ve kibir,

Bu dahî günah olup, tövbeyi gerektirir.

 

İslâma hizmetini, bilirse kendisinden,

Hemen tövbe istiğfâr, lâzım olur peşinden.

 

Bir âlim, kendisini, gayriden bilse iyi,

Bu da bir günah olup, gerektirir tövbeyi.

 

İnsan her adımını, atarken bile hattâ,

"Günah işlerim" diye, titremeli âdetâ.

 

Köle, efendisine, hizmette etse kusûr,

Ona, mükâfat değil, elbette cezâ olur.

 

Kul da, Rabbine karşı, bir kusûr işlemekten,

Korkmalı, titremeli, Cehennem'e düşmekten.

 

Hâlis kul, bu korkuyla, geçirir günlerini,

Îdâma mahkûm olmuş, biri görür kendini.

 

İşlediği günahlar, hâtırından çıkmaz hiç,

Bunun ızdırabıyle, bulamaz huzûr, sevinç

 

Azâba yakalanmak, korku endişesiyle,

Geceleri kalkarak ağlar hep göz yaşıyle.

 

Günahım af olmazsa, ne olur hâlim acep?

Diye düşünerekten, göz yaşları döker hep.

 

O kulun bu hâline, gıpta eder melekler,

Öğünür onun ile, basıp geçtiği yerler,

 

Oturup kalkar ise, bir toprak üzerine,

Diğer yerlere karşı, öğünür o da yine.

 

Bir su veya dereden, geçtiğinde, o sular,

Ederler onun için, heran tövbe istiğfâr."

 

 

İŞİ GECİKTİRMEYİN

Bekr (rahmetullahi teâlâ aleyh)

 

Şam şehrinde yetişen, büyük bir evliyâdır,

Şaşılacak yüzlerce, kerâmetleri vardır.

 

Güzel ahlâk sâhibi, üstün bir velî idi,

Herkesçe sevilir ve çok hürmet edilirdi.

 

Bir gün Şam'ın kâdısı, binerek hayvanına,

Hayvanını durdurup, ona baktı bir zaman.

 

Zîrâ hazret-i Berk'in, hâli çok mânidardı,

Bir elinde kalın ve büyük bir sopa vardı.

 

Bir hırka duruyordu, önünde hem o zaman,

O hırkaya şiddetle, vuruyordu durmadan.

 

Her vuruşta, hırkadan, kanlar fışkırıyordu,

Vurdukça çıkan kanlar, etrâfa sıçrıyordu.

 

Sanki harp ediyordu, düşmanla hazret-i Berk,

Kendinden geçiyordu, "Allah Allah" diyerek.

 

Hayretten dona kaldı, o an kâdı efendi,

O hal sona erince, yaklaşıp suâl etti.

 

Dedi ki: "Ey efendim, ne idi o hâliniz?

Hikmetini bana da, lütfen söyler misiniz?"

 

Buyurdu: "Kâfirlerle, müminlerden bir ordu,

Falan yerde tutuşmuş, çetin harp ediyordu.

 

Müminler zayıf idi, yardım ettim onlara,

Çok şükür müslümanlar, gâlip geldi küffâra.

 

Eğer yetişmeseydim, yardımına onların,

Hezîmeti olurdu, bu harp müslümanların.

 

Kâfirlerin halleri, çok fenâdır şu anda,

Ve küffâr kanlarıydı, o fışkıran kanlar da."

 

Şam kâdısı duyunca, hazret-i Berk'ten bunu,

Anladı bu kimsenin, hâl ehli olduğunu.

O günün târihini, not etti bir kenara,

Müslümanlar dönünce, sordu bunu onlara.

 

Onlar da hâdiseyi, şöylece anlattılar,

Dediler: "Kuvvetliydi, kat be kat bizden onlar.

 

Mağlup oluyorduk ki, neredeyse küffâra,

Havada çok heybetli, bir zât gördük o ara.

 

Elindeki sopayla, düşmana vurdu, vurdu,

Vurdukça küffâr kanı, etrafa sıçrıyordu.

 

Onun yarıdmı ile, düşmana gâlip geldik,

Lâkin o zât kim idi, onu hiç bilemedik."

 

Şam kâdısı dedi ki: "O, hazret-i Berk idi,

Size tâ Şam şehrinden, yardıma gelmiş idi.

 

Derdi ki: "Ey insanlar, sakın gaflet etmeyin,

Tövbe ve istiğfârı, bir an gecktirmeyin.

 

"Sonra tövbe ederim", derseniz bu gün eğer,

Nasib olmayabilir, âni gelir eceller.

 

İşi, biraz sonraya, bırakmayın ki aslâ,

Böyle geciktirenler, pişmân olur pek fazla.

 

Zîrâ buyurmuştur ki, bir gün Nebiyy-i zîşân;

"Sonraya bırakanlar, elbette eder ziyân."

 

Aklı olan, dünyâda, gelmeden henüz ecel,

Ölüm ve Âhirete, hazırlanır mükemmel.

 

Bilir ki dünya fânî, ebedîdir âhiret,

Esas âhiret için, gösterir fazla gayret."

 

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Günâhlara tövbe etmeyi geciktirmek, Allahü teâlâya karşı mağrûr olmak, kibirli olmaktır."