İNSAN - 2
Evlliyânın büyüklerinden
Abdülazîz Debbağ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:
"İnsanlar, varlık âleminin efendisi Muhammed aleyhisselâmı tanımadıkça, ilâhî
mârifete kavuşamaz. Hocasını bilmedikçe, varlık âleminin efendisini tanımaz.
Kendi nazarında insanları ölü gibi kabûl etmedikçe, hocasını bilemez."
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Hubeyk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "İyi insanları
nasıl ayırd edebiliriz?" dediler. Cevâben buyurdular ki: "İyi insanların güzel
âdetlerinden birisi, Allahü teâlâyı gece gündüz anmalarıdır. O'nu anma zikir
kalb ve dille olur. Ancak kalbin zikri daha üstündür." Sonra;
"Kalblerinizi, Allahü
teâlâyı anmakla diriltiniz. Onun korkusuyla doldurunuz. O'nun sevgisiyle
nurlandırınız. O'na kavuşma arzusuyla sevinçlendiriniz ve biliniz ki; O'na olan
sevginiz derecesinde yükselir, niyetlerinizin doğruluğu ile, nefsinizi kahreder,
şehvetlerinizi yenip amellerinizi temiz kılabilirsiniz." buyurdu.
Bilhassa helâl lokma yemeğe
çok dikkat ederdi. Buyurdular ki: "Beş şey vardır, kalp katılaştığı zaman onun
ilacı olur: Birincisi, sâlih kimselerle görüşmek ve onların meclisinde bulunmak.
İkincisi, Kur'ân-ı kerîmin mânâsını düşünerek okumak. Üçüncüsü, karnını
doyurmayıp, helâldan az bir şey yemekle yetinmek. Zîrâ helâl yemek kalbi
aydınlatır. Dördüncüsü, Allahü teâlânın kâfir ve günahkâr için hazırladığı acı
azâbı ve tehdidini düşünmek. Beşincisi, kendisini Allahü teâlâya kulluk
vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahü teâlânın lütuf
ve ihsânını düşünmektir. Bu tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir.
Tefekkürden bir kısmı da şunlardır: Allahü teâlânın seni, her şeyinle, içini
dışını bildiğini her an O'nun seni gördüğünü düşünmek, dünyâ hayâtını, dünyâ
hayâtının meşgûliyetlerinin çokluğunu, dünyâ hayâtının çok çabuk geçtiğini,
âhiretin ve nîmetlerin devamlı olduğunu akıldan çıkarmamak, işte tefekkür
dünyâya düşkün olmayıp, âhirete rağbet etmek gibi meyveler verir. Ölümün
geleceğini, fırsatı kaçırdıktan sonra pişmanlık olacağını düşünmek. Böyle
tefekkürün meyvesi; uzun emel sâhibi olmamak, amellerini düzeltmek, âhirete
hazırlık yapmaktır."
Evliyânın meşhurlarından
Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"İnsanlar kendi şekâvet ve haksızlıklarına, haddi aşmaya âşık olurlar. Yâni
dâimâ kendilerini bedbaht edecek şeyleri yapmak isterler."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanların
iyiliğini isterdi. Yanına sık sık gelen kötü huylu bir kimse birgün ondan
ayrıldı, gelmez oldu. Bunun ayrılmasına çok üzüldü; "Niçin üzülüyorsun?"
dediklerinde; "O zavallı gitti. O kötü huylar kendinden ayrılmadı. Onun haline
üzülüyorum. Bizim yanımızda bir müddet daha kalsaydı ahlâkı düzelebilirdi."
dedi.
Abdullah bin Mübârek
hazretleri buyururdu ki: "İnsan; nefs, şeytan, münâfık gibi üç düşmanla karşı
karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür."
Abdullah bin Mübârek
hazretlerine "İnsanların en alçağı kimdir?" diye sorulunca; "Din kisvesi altında
dünyâ menfaati sağlayandır." buyurdular.
"İnsandaki en üstün haslet
hangisidir?" diye sorulunca da; "Kâmil akıl." buyurdu. "Eğer o yoksa?" dediler.
"Güzel edebdir." buyurdu. "O da yoksa?" dediler. "Kendisiyle istişâre edilecek
şefkatli bir kardeş." buyurdu. "O da yoksa?" "Devamlı sükût." buyurdu. "O da
bulunmazsa?" dediklerinde; "Ölmek." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden
Ali bin Bendâr Sayrafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:
"İnsanlar Allahü teâlâyı heves ve kolaylıkla ararlar. Halbuki dünyâdan
vazgeçmedikçe Hakk'ı bulmak mümkün değildir.
"İnsanlara muhâlefet
etmekten uzak ol!"
İNSANIN ŞEREFİ
Ali ibni Şihâb
ki, evlâd-ı Resûl'dendir,
Hem o devrin en büyük, din
âlimlerindendir.
Geçirirdi vaktini, hizmet ve
ibâdetle,
Vakar sâhibi olup,
heybetliydi gâyetle.
Ne vakit namaz için, çıkıp
da hânesinden,
Câmiye gitse idi, insanların
içinden,
.
Heybetinden insanlar, her
işi terk ederek,
Câmiye koşarlardı, onu tâkib
ederek.
Boş duran insanları, görse
idi o eğer,
Derdi ki: "Ey insanlar, çok
kısadır ömürler,
Boşa geçirmeyin ki,
vaktinizi siz şu an,
Yoksa mahşer gününde,
olursunuz çok pişman."
Sülâle-i Resûl'den, olduğu
halde bile,
Derdi: "Doğru değildir,
öğünmek nesebiyle.
İnsana şeref veren, ilim ve
edebidir,
Bir de ameli olup, neseb ve
mal değildir.
Bilâl-i Habeşî'yle ve
Selmân-ı Fârisî,
Îmân etmeden önce, köle idi
ikisi.
Lâkin Resûlullah'ın, bir an
durup yanında,
Mânevî sultanlığa,
yükseldiler ânında."
Derdi ki: "Mühim olan,
değildir çok ibâdet,
Günahlardan sakınmak,
mühimdir daha elbet.
Hak teâlâ indinde, kıymetli
olmak için,
Haramlardan kaçması,
lâzımdır her kişinin."
Ömrünün sonlarında, Hacca
gitti bir sene,
Dönüp hiç dinlenmeden,
başladı hizmetine.
Dediler ki: "Efendim uzak
yoldan geldiniz,
Hiç olmazsa birkaç gün, evde
dinlenseydiniz."
Buyurdu: "Dinlenmeğe,
gelmedik bu dünyâya,
Bizlere çalışmağı, emretti
Hak teâlâ.
Vakit keskin bir kılıç,
gibidir ey insanlar,
İyi kullanılırsa, insana
fayda sağlar."
Hacdan sonra çoğaldı,
ağlaması ve hüznü,
Gözünden akan yaşlar,
ıslatırdı yüzünü
Vasiyyet eyledi ki,
vefâtından az önce:
"Kabrim için bir nişan,
koymayın ben ölünce."
Hayâtından bahsedip, önceki
velîlerin,
Sonra bir nefes aldı, çok
hüzünlü ve derin.
Dedi: "Onlar gittiler, atlı
kâfilelerle,
Biz onları izleriz, topal
bir merkep ile.
Biz tâkib ediyoruz, o
büyüklerimizi,
Onların yollarından, ayırma
yâ Rab bizi."
Oğlu naklediyor ki; Babam
Ali bin Şihâb,
Derdi ki: "Hep helâlden,
yememiz eder îcab,
Helâlle beslenirse, bir
beden tam olarak,
Ölürse, o bedeni, çürütemez
bu toprak."
Buna, bâzı kimseler, îtirâz
ederlerdi,
Peygamber ve Sıddıklar, hiç
çürümez derlerdi.
Babamın vefâtından, geçince
yirmi sene,
Halk içinde bu mevzû,
gündeme geldi yine.
Bunun doğruluğunu, görmek
için âşikâr,
Babamın mezârını, bir gün
gidip açtılar.
Hiç çürümemiş görüp,
düştüler bir hayrete,
O zaman inandılar, bu açık
hakîkate.
İstanbul'da yetişen büyük
velîlerden Atpazarlı Osman Fadlı Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin talebesi İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, hocasından naklederek
der ki; "İnsanlar dört kısımdır:
1. Zikir, fikir, maksat,
niyyet ve himmetleri sırf dünyâdır. Bunlar kâfirler ve onlara tâbi olanlardır.
Sırf fâni olan dünyâ nîmetleriyle nasibdâr olmuşlardır.
2. Dillerinin ifâdesine
nazaran âhiret ehli gibi görünürlerse de, bunların içten maksat ve niyetleri
yine evvelkiler gibi tamâmen dünyâya yönelmiştir. Bunlar münâfıklardır. Önceki
kısımdan çok aşağıdır. Bunlardan çok korkulur. Şeklen âhiret ehli gibi
görünürler. Fakat mânen Allah'tan yüz döndürmüşlerdir. Niyyet ve himmetleri hep
dünyâdır. Bunların îmânının zevâlinden, kaybolmasından pek korkulur. Zîrâ
ibâdetten maksad İslâm, îmân mertebelerinin tamâmiyle, ihsân mertebesine, Allahü
teâlâyı görür gibi ibâdet etme şerefine ulaşmaktır. Bu mertebelere kavuşmak için
çalışmamak ve bu hususta kusur ve ihmâlde bulunmak, cenâb-ı Hak'tan elindeki
nîmetin kaybolmasını istemektir.
3. Zikir, fikirleri, âhiret
ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de âhirettir. Bunlar umum müminlerdir.
4. Zikir ve fikirleri,
düşünceleri âhiret ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de odur ki bunlar
mukarreblerdir. Mukarrebler, Allahü teâlâ için olmayan her şeyden sakınırlar.
Din için niyyet etmedikçe hareket etmezler. Her sözleri Allah içindir."
Büyük velîlerden ve tâbiînin
meşhurlarından Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Bir kimseyi övmekte ve yermekte acele etmeyin. Çünkü nice kimseler bu gün sizi
memnun ve râzı eder de, yarın, kötülük yapıp sizi rahatsız edebilir. Aynı
şekilde, bugün ondan memnun olmazsınız da, yarın memnun olabilirsiniz.
Büyük velîlerden ve fıkıh
âlimi Ayn-ül-Kudât Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir
sohbetinde şöyle buyurdular: Bir hadîs-i şerîfte; "İnsanlar üç kısımdır. Birinci
kısım, hayvanlara benzer. İkinci kısım, meleklere benzer. Üçüncü kısım,
Peygamberlere benzer." buyruldu. Birinci kısımda olanların maksadı, hayvanlar
gibi yiyip içmektir. Bunlar hakkında A'râf sûresinin 179. âyet-i kerîmesinde
meâlen buyruldu ki: "Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Belki daha da
aşağıdırlar." İkinci kısımdakilerin maksadı, melekler gibi tesbîh, namaz, oruç
gibi ibâdetlerdir. Üçüncü kısım insanların hizmeti, maksadı, aşk-ı ilâhî rızâ-yı
Bârî, muhabbetullah ve Allahü teâlâya teslim olmaktır.
Bağdât velîlerinden Câfer
bin Ahmed Es-Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetinde
Sehl bin Abdullah-ı Tüstürî hazretlerinin şöyle naklettiğini buyurdu: "İnsanlar
üç sınıftır: Bir kısmı, Allahü teâlânın sevgi ve muhabbeti ile doludurlar,
bunlar keramet ehlidirler. Bir kısmı, tövbe edip, niçin hatâ ve isyânda
bulunduklarının pişmanlığı içerisindedirler. Bunlar Allahü teâlânın affını ümid
ederler. Diğer bir kısmı da, gaflete dalıp, şehvetlerinin peşinde koşarlar ki,
bunlar da cezâlarını beklerler."
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanın, Allahü
teâlâya kavuşturan yolda yürümesi, Peygamber efendimize ve O'nun hakîkî vârisi
olan büyük âlimlere tam tâbi ve teslim olmakla mümkündür. Şüphe çukuruna ve
bid'at karanlığına düşmüş olanlar bu yolda yürüyemezler."
Yine buyurdular ki "Kimde şu
dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur. Hem
Allahü teâlânın katında, hem de insanlar yanında kıymeti çok olur. 1. Hilm
(yumuşaklık ve sabır) sâhibi olmak, 2. İlim sâhibi olmak, 3. Cömert olmak, 4.
Güzel ahlâk sâhibi olmak. Yine dört haslet vardır ki, bu hasletler de sâhibini
en aşağı derecelere düşürür. Allahü teâlâ katında ve insanların yanında
sevilmeyen birisi olur. 1. Kibir (büyüklenme), 2. Ucb (amellerini beğenmek), 3.
Cimrilik, 4. Kötü ahlâk."
Hindistan'da yetişen
çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi
teâlâ aleyh) bir süre hocası Nizâmüddîn Evliyâ'nın yanında kaldıktan sonra, izin
alıp annesinin yanına gitti. Fakat halkın, sohbetlerine çok rağbet etmesi
sebebiyle, fazla meşgûl edildiğinden, günlük husûsî vazîfelerini yapamaz hâle
geldi. Bu durumu ve izin verirlerse gönül huzûru ile ibâdetle meşgûl olmak için
sahrâlara gitmek istediğini Nizâmüddîn Evliyâ ile çok yakınlığı bulunan Emir
Hüsrev vâsıtasıyla hocasına arz etti. Emir Hüsrev, her gün yatsıdan sonra
Nizâmüddîn Evliyâ'nın huzûruna gider, o gün herhangi bir durum olduysa onu arz
ederdi. İşte bu sırada, Nasîruddîn Mahmûd'un isteğini arz etmişti. Bunun üzerine
Nizâmüddîn Evliyâ ona şu haberi gönderdi: "Allahü teâlânın kulları arasında
kalmalı ve onların sıkıntılarına sabır ve müsâmaha göstermelisin. Bunun
mükâfâtını göreceksin. Her insan, bir işe uygun olarak yaratılmıştır. O yüzden,
talebelerimin bâzısının sessiz oturmalarını, kapılarını dünyâya kapamalarını
öğretirken, bâzılarının dünyâya düşkün insanlar arasında kalmalarını,
sıkıntılarına tahammül etmelerini, onlarla iyi geçinmelerini tavsiye ederim.
Zîrâ bu, peygamberlerin ve velîlerin yoludur." Nasîruddîn Mahmûd, bu emir
üzerine Avaz'da insanlar arasında kalmaya devâm etti. |