CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

İNSAN - 2

Evlliyânın büyüklerinden Abdülazîz Debbağ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "İnsanlar, varlık âleminin efendisi Muhammed aleyhisselâmı tanımadıkça, ilâhî mârifete kavuşamaz. Hocasını bilmedikçe, varlık âleminin efendisini tanımaz. Kendi nazarında insanları ölü gibi kabûl etmedikçe, hocasını bilemez."

Evliyânın büyüklerinden Abdullah bin Hubeyk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "İyi insanları nasıl ayırd edebiliriz?" dediler. Cevâben buyurdular ki: "İyi insanların güzel âdetlerinden birisi, Allahü teâlâyı gece gündüz anmalarıdır. O'nu anma zikir kalb ve dille olur. Ancak kalbin zikri daha üstündür." Sonra;

"Kalblerinizi, Allahü teâlâyı anmakla diriltiniz. Onun korkusuyla doldurunuz. O'nun sevgisiyle nurlandırınız. O'na kavuşma arzusuyla sevinçlendiriniz ve biliniz ki; O'na olan sevginiz derecesinde yükselir, niyetlerinizin doğruluğu ile, nefsinizi kahreder, şehvetlerinizi yenip amellerinizi temiz kılabilirsiniz." buyurdu.

Bilhassa helâl lokma yemeğe çok dikkat ederdi. Buyurdular ki: "Beş şey vardır, kalp katılaştığı zaman onun ilacı olur: Birincisi, sâlih kimselerle görüşmek ve onların meclisinde bulunmak. İkincisi, Kur'ân-ı kerîmin mânâsını düşünerek okumak. Üçüncüsü, karnını doyurmayıp, helâldan az bir şey yemekle yetinmek. Zîrâ helâl yemek kalbi aydınlatır. Dördüncüsü, Allahü teâlânın kâfir ve günahkâr için hazırladığı acı azâbı ve tehdidini düşünmek. Beşincisi, kendisini Allahü teâlâya kulluk vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahü teâlânın lütuf ve ihsânını düşünmektir. Bu tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir. Tefekkürden bir kısmı da şunlardır: Allahü teâlânın seni, her şeyinle, içini dışını bildiğini her an O'nun seni gördüğünü düşünmek, dünyâ hayâtını, dünyâ hayâtının meşgûliyetlerinin çokluğunu, dünyâ hayâtının çok çabuk geçtiğini, âhiretin ve nîmetlerin devamlı olduğunu akıldan çıkarmamak, işte tefekkür dünyâya düşkün olmayıp, âhirete rağbet etmek gibi meyveler verir. Ölümün geleceğini, fırsatı kaçırdıktan sonra pişmanlık olacağını düşünmek. Böyle tefekkürün meyvesi; uzun emel sâhibi olmamak, amellerini düzeltmek, âhirete hazırlık yapmaktır."

Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanlar kendi şekâvet ve haksızlıklarına, haddi aşmaya âşık olurlar. Yâni dâimâ kendilerini bedbaht edecek şeyleri yapmak isterler."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanların iyiliğini isterdi. Yanına sık sık gelen kötü huylu bir kimse birgün ondan ayrıldı, gelmez oldu. Bunun ayrılmasına çok üzüldü; "Niçin üzülüyorsun?" dediklerinde; "O zavallı gitti. O kötü huylar kendinden ayrılmadı. Onun haline üzülüyorum. Bizim yanımızda bir müddet daha kalsaydı ahlâkı düzelebilirdi." dedi.

Abdullah bin Mübârek hazretleri buyururdu ki: "İnsan; nefs, şeytan, münâfık gibi üç düşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür."

Abdullah bin Mübârek hazretlerine "İnsanların en alçağı kimdir?" diye sorulunca; "Din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır." buyurdular.

"İnsandaki en üstün haslet hangisidir?" diye sorulunca da; "Kâmil akıl." buyurdu. "Eğer o yoksa?" dediler. "Güzel edebdir." buyurdu. "O da yoksa?" dediler. "Kendisiyle istişâre edilecek şefkatli bir kardeş." buyurdu. "O da yoksa?" "Devamlı sükût." buyurdu. "O da bulunmazsa?" dediklerinde; "Ölmek." buyurdu.

Evliyânın büyüklerinden Ali bin Bendâr Sayrafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "İnsanlar Allahü teâlâyı heves ve kolaylıkla ararlar. Halbuki dünyâdan vazgeçmedikçe Hakk'ı bulmak mümkün değildir.

"İnsanlara muhâlefet etmekten uzak ol!"

 

İNSANIN  ŞEREFİ

 

Ali ibni Şihâb ki, evlâd-ı Resûl'dendir,

Hem o devrin en büyük, din âlimlerindendir.

 

Geçirirdi vaktini, hizmet ve ibâdetle,

Vakar sâhibi olup, heybetliydi gâyetle.

 

Ne vakit namaz için, çıkıp da hânesinden,

Câmiye gitse idi, insanların içinden,

.

Heybetinden insanlar, her işi terk ederek,

Câmiye koşarlardı, onu tâkib ederek.

 

Boş duran insanları, görse idi o eğer,

Derdi ki: "Ey insanlar, çok kısadır ömürler,

 

Boşa geçirmeyin ki, vaktinizi siz şu an,

Yoksa mahşer gününde, olursunuz çok pişman."

 

Sülâle-i Resûl'den, olduğu halde bile,

Derdi: "Doğru değildir, öğünmek nesebiyle.

 

İnsana şeref veren, ilim ve edebidir,

Bir de ameli olup, neseb ve mal değildir.

 

Bilâl-i Habeşî'yle ve Selmân-ı Fârisî,

Îmân etmeden önce, köle idi ikisi.

 

Lâkin Resûlullah'ın, bir an durup yanında,

Mânevî sultanlığa, yükseldiler ânında."

 

Derdi ki: "Mühim olan, değildir çok ibâdet,

Günahlardan sakınmak, mühimdir daha elbet.

 

Hak teâlâ indinde, kıymetli olmak için,

Haramlardan kaçması, lâzımdır her kişinin."

 

Ömrünün sonlarında, Hacca gitti bir sene,

Dönüp hiç dinlenmeden, başladı hizmetine.

 

Dediler ki: "Efendim uzak yoldan geldiniz,

Hiç olmazsa birkaç gün, evde dinlenseydiniz."

 

Buyurdu: "Dinlenmeğe, gelmedik bu dünyâya,

Bizlere çalışmağı, emretti Hak teâlâ.

 

Vakit keskin bir kılıç, gibidir ey insanlar,

İyi kullanılırsa, insana fayda sağlar."

 

Hacdan sonra çoğaldı, ağlaması ve hüznü,

Gözünden akan yaşlar, ıslatırdı yüzünü

 

Vasiyyet eyledi ki, vefâtından az önce:

"Kabrim için bir nişan, koymayın ben ölünce."

 

Hayâtından bahsedip, önceki velîlerin,

Sonra bir nefes aldı, çok hüzünlü ve derin.

 

Dedi: "Onlar gittiler, atlı kâfilelerle,

Biz onları izleriz, topal bir merkep ile.

 

Biz tâkib ediyoruz, o büyüklerimizi,

Onların yollarından, ayırma yâ Rab bizi."

 

Oğlu naklediyor ki; Babam Ali bin Şihâb,

Derdi ki: "Hep helâlden, yememiz eder îcab,

 

Helâlle beslenirse, bir beden tam olarak,

Ölürse, o bedeni, çürütemez bu toprak."

 

Buna, bâzı kimseler, îtirâz ederlerdi,

Peygamber ve Sıddıklar, hiç çürümez derlerdi.

 

Babamın vefâtından, geçince yirmi sene,

Halk içinde bu mevzû, gündeme geldi yine.

 

Bunun doğruluğunu, görmek için âşikâr,

Babamın mezârını, bir gün gidip açtılar.

 

Hiç çürümemiş görüp, düştüler bir hayrete,

O zaman inandılar, bu açık hakîkate.

 

İstanbul'da yetişen büyük velîlerden Atpazarlı Osman Fadlı Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, hocasından naklederek der ki; "İnsanlar dört kısımdır:

1. Zikir, fikir, maksat, niyyet ve himmetleri sırf dünyâdır. Bunlar kâfirler ve onlara tâbi olanlardır. Sırf fâni olan dünyâ nîmetleriyle nasibdâr olmuşlardır.

2. Dillerinin ifâdesine nazaran âhiret ehli gibi görünürlerse de, bunların içten maksat ve niyetleri yine evvelkiler gibi tamâmen dünyâya yönelmiştir. Bunlar münâfıklardır. Önceki kısımdan çok aşağıdır. Bunlardan çok korkulur. Şeklen âhiret ehli gibi görünürler. Fakat mânen Allah'tan yüz döndürmüşlerdir. Niyyet ve himmetleri hep dünyâdır. Bunların îmânının zevâlinden, kaybolmasından pek korkulur. Zîrâ ibâdetten maksad İslâm, îmân mertebelerinin tamâmiyle, ihsân mertebesine, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etme şerefine ulaşmaktır. Bu mertebelere kavuşmak için çalışmamak ve bu hususta kusur ve ihmâlde bulunmak, cenâb-ı Hak'tan elindeki nîmetin kaybolmasını istemektir.

3. Zikir, fikirleri, âhiret ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de âhirettir. Bunlar umum müminlerdir.

4. Zikir ve fikirleri, düşünceleri âhiret ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de odur ki bunlar mukarreblerdir. Mukarrebler, Allahü teâlâ için olmayan her şeyden sakınırlar. Din için niyyet etmedikçe hareket etmezler. Her sözleri Allah içindir."

Büyük velîlerden ve tâbiînin meşhurlarından Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir kimseyi övmekte ve yermekte acele etmeyin. Çünkü nice kimseler bu gün sizi memnun ve râzı eder de, yarın, kötülük yapıp sizi rahatsız edebilir. Aynı şekilde, bugün ondan memnun olmazsınız da, yarın memnun olabilirsiniz.

Büyük velîlerden ve fıkıh âlimi Ayn-ül-Kudât Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurdular: Bir hadîs-i şerîfte; "İnsanlar üç kısımdır. Birinci kısım, hayvanlara benzer. İkinci kısım, meleklere benzer. Üçüncü kısım, Peygamberlere benzer." buyruldu. Birinci kısımda olanların maksadı, hayvanlar gibi yiyip içmektir. Bunlar hakkında A'râf sûresinin 179. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: "Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Belki daha da aşağıdırlar." İkinci kısımdakilerin maksadı, melekler gibi tesbîh, namaz, oruç gibi ibâdetlerdir. Üçüncü kısım insanların hizmeti, maksadı, aşk-ı ilâhî rızâ-yı Bârî, muhabbetullah ve Allahü teâlâya teslim olmaktır.

Bağdât velîlerinden Câfer bin Ahmed Es-Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetinde Sehl bin Abdullah-ı Tüstürî hazretlerinin şöyle naklettiğini buyurdu: "İnsanlar üç sınıftır: Bir kısmı, Allahü teâlânın sevgi ve muhabbeti ile doludurlar, bunlar keramet ehlidirler. Bir kısmı, tövbe edip, niçin hatâ ve isyânda bulunduklarının pişmanlığı içerisindedirler. Bunlar Allahü teâlânın affını ümid ederler. Diğer bir kısmı da, gaflete dalıp, şehvetlerinin peşinde koşarlar ki, bunlar da cezâlarını beklerler."

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanın, Allahü teâlâya kavuşturan yolda yürümesi, Peygamber efendimize ve O'nun hakîkî vârisi olan büyük âlimlere tam tâbi ve teslim olmakla mümkündür. Şüphe çukuruna ve bid'at karanlığına düşmüş olanlar bu yolda yürüyemezler."

Yine buyurdular ki "Kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur. Hem Allahü teâlânın katında, hem de insanlar yanında kıymeti çok olur. 1. Hilm (yumuşaklık ve sabır) sâhibi olmak, 2. İlim sâhibi olmak, 3. Cömert olmak, 4. Güzel ahlâk sâhibi olmak. Yine dört haslet vardır ki, bu hasletler de sâhibini en aşağı derecelere düşürür. Allahü teâlâ katında ve insanların yanında sevilmeyen birisi olur. 1. Kibir (büyüklenme), 2. Ucb (amellerini beğenmek), 3. Cimrilik, 4. Kötü ahlâk."

Hindistan'da yetişen çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir süre hocası Nizâmüddîn Evliyâ'nın yanında kaldıktan sonra, izin alıp annesinin yanına gitti. Fakat halkın, sohbetlerine çok rağbet etmesi sebebiyle, fazla meşgûl edildiğinden, günlük husûsî vazîfelerini yapamaz hâle geldi. Bu durumu ve izin verirlerse gönül huzûru ile ibâdetle meşgûl olmak için sahrâlara gitmek istediğini Nizâmüddîn Evliyâ ile çok yakınlığı bulunan Emir Hüsrev vâsıtasıyla hocasına arz etti. Emir Hüsrev, her gün yatsıdan sonra Nizâmüddîn Evliyâ'nın huzûruna gider, o gün herhangi bir durum olduysa onu arz ederdi. İşte bu sırada, Nasîruddîn Mahmûd'un isteğini arz etmişti. Bunun üzerine Nizâmüddîn Evliyâ ona şu haberi gönderdi: "Allahü teâlânın kulları arasında kalmalı ve onların sıkıntılarına sabır ve müsâmaha göstermelisin. Bunun mükâfâtını göreceksin. Her insan, bir işe uygun olarak yaratılmıştır. O yüzden, talebelerimin bâzısının sessiz oturmalarını, kapılarını dünyâya kapamalarını öğretirken, bâzılarının dünyâya düşkün insanlar arasında kalmalarını, sıkıntılarına tahammül etmelerini, onlarla iyi geçinmelerini tavsiye ederim. Zîrâ bu, peygamberlerin ve velîlerin yoludur." Nasîruddîn Mahmûd, bu emir üzerine Avaz'da insanlar arasında kalmaya devâm etti.