HÜSN’İ ZAN
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) iyi zan sâhibi olmak
hakkında buyurdular ki: "Müslümanlar hakkında iyi zan sâhibi ol. Onlar hakkında
niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda âhireti
düşünen âlimlere sor."
Velîlerin büyüklerinden ve
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı
Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki:
Hüsn-i zannı olanın hayatı hoş geçer."
Evliyânın önde gelenlerinden
Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı müslümanlara hüsn-i
zan etmenin önemini anlatırdı. Bu hususta; "Müslüman idârecilere iyi zanda
bulunmalı. Şâyet onlar zulüm ederlerse, Allahü teâlâ âhirette hiç kimseye;
"Neden kullara iyi zanda bulundun?" diye sormaz." buyurdular.
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden
ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh)
bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su
getirip ağzını yıkadı ve; "Allahü teâlânın isminin anıldığı bir ağzı böyle
bulaşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur." buyurdu. Sarhoş kendine
gelince İbrâhim Edhem hazretlerinin yaptığını ve söylediği sözü bildirdiler. O
kimse tövbe etti ve sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretlerine
rüyâsında; "Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senin kalbini
temizledik." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünü Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına uyarak, insanlara nasîhat ederek geçirdi. Vefât ettiği gece rüyâda
görüldü. Semâ kapıları açılıp birinin; "Dikkat edin Mâlik bin Dînâr Cennet'te
iskân edileceklerden oldu." dediği işitildi.
Sevdikleri, Mâlik bin Dînâr
hazretlerini rüyâda gördü ve ona; "Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti?" diye
sordular. O; "Rabbimin huzûruna pek çok günâh ile çıktım. Hakkında beslediğim
hüsn-i zan sebebiyle hepsini affetti." buyurdular.
Mısır evliyâsının
büyüklerinden ve Şafîi mezhebi fıkıh âlimi Abdülvehhâb-ı Şa’rânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri;" Bir insan, hayâtı boyunca durmadan ibâdet yapsa,
kazandığı sevapları terâzinin bir kefesine koysa, bu kimsenin bir müslüman
hakkında sû-i zannından meydana gelen günâhını da bir kefesine koysan, günah
kefesinin ağır basacağını görürsün. Sâlih, iyi kimselerin hayatları boyunca
yaptığı ibâdetler, bir defâ yaptığı kötü düşünceden meydana gelen günâhı
karşılayamadığına göre, diğer insanların hâllerinin ne olacağını düşün! "
buyurdular.
SÛİ ZAN HARAMDIR
Adiyy
bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Bin yetmiş dört yılında,
Musul'da doğan bu zât,
Seksen altı yaşında, bu
yerde etti vefât.
Osman ibni Affân'ın,
sülâlesinden gelir,
Kerâmetler sâhibi, hâl ehli
bir velîdir.
Aslâ dokunmazlardı, ona
vahşî hayvanlar,
Duâsıyla sükûnet, buluyordu
dalgalar.
Bir gün talebesine, buyurdu
ki: "Evladım,
Bir isteğin var ise, edeyim
sana yardım."
Dedi: "Ezberlemeyi,
istiyorum Kur'ânı,
Lâkin zayıf hâfızam, var mı
bunun imkânı?"
"Bu iş kolay." buyurup,
mübârek bir eliyle,
Göğsünün üzerini, mesh etti
tamâmiyle.
Açıldı hâfızası, talebenin
tam o an,
Baktı ki ezberine, girmiş
hem bütün Kur'ân.
Bir gün de buyurdu ki:
"Filânca adaya git,
Oraya vardığında, göreceksin
bir mescit.
İçerdeki kimseye, benden
selâm söyle ve,
De ki, işine baksın,
karışmasın kimseye."
"Peki." dedi ise de, o büyük
evliyâya,
Lâkin nasıl gidilir,
bilmezdi bu adaya.
Böyle düşündüğünü, anlayıp o
bu sefer,
Buyurdu ki: "Gözünü, az
kapatıp açıver."
Kapatıp açtığında, hizmetçi
gözlerini,
Bir anda o adada, buluverdi
kendini.
O mescidi bularak, içeri
girdiğinde,
Gördü o ihtiyârı, hemen
duvar dibinde.
Selâm verip dedi ki:
"Musul'dan geliyorum,
Adiyy bin Müsâfir'den,
selâm getiriyorum.
Buyurdu ki, o baksın, kendi
vazîfesine,
Ve aslâ karışmasın,
başkasının işine."
O bunları duyunca, başladı
ağlamağa,
Dedi: "Düşündüğümden, tövbe
ettim Allah'a.
Şimdi bir müslümana, sû'i
zan ediyordum,
O kişi, niçin böyle, yapıyor
ki, diyordum.
Henüz gelmiş idi ki, bu
düşünce, yâdıma,
O anda seni gördüm, yetiştin
imdâdıma."
Talebe, o Velî'nin, tebliğ
edip sözünü,
Sonra hiç beklemeyip, yumdu
iki gözünü.
Açtığında gördü ki, bu defâ
Musul'dadır,
Adiyy bin Müsâfir'in, nûrlu
huzûrundadır.
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hac için gittiği Mekke-i
mükerremede iken Mescid-i Haramda bulunuyordu. Üzerinde iki hırka bulunan bir
dervişin halktan bir şeyler istediğini gördü. İçinden; "Bunun gibisi de halka
yük oluyor." dedi. O kimse Ebû Saîd'e bakarak; "Dikkatli olunuz. "Allahü teâlâ
içinizden geçenleri bilir." meâlindeki Bekara sûresi 235. âyet-i kerîmesini
okudu. Ebû Saîd-i Harrâz yaptığına ve düşündüğüne pişmân olup tövbe etti. Sonra,
derviş; "Kullarının tövbesini kabûl eden O'dur." meâlindeki Şuarâ sûresi 25.
âyetini okudu.
Büyük velîlerden Ebü'l-Hayr
el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak İbrâhim Râkî
şöyle anlatır: "Ebü'l-Hayr'ın yanına gittim. Arkasında akşam namazını kıldım.
Fâtiha-i şerîfeyi yüksek bir sesle, hâfızların okuduğu gibi okuyamadı. Kendi
kendime; "Boşuna gelip yorulmuşum." dedim. Daha sonra ihtiyâcımı görmek için
dışarı çıktığım sırada, yırtıcı bir hayvan saldırdı. Hemen içeriye kaçtım. Ebü'l-Hayr'a;
"Gâlibâ bir arslanın saldırısına uğradım." deyince, o hemen dışarı çıkıp arslana;
"Ben sana misâfirlerime dokunma demedim mi?" dedi. Arslan kaçıp gitti. Ben
dışarı çıkıp ihtiyâcımı giderip, abdest aldım ve içeriye girdim. Ebü'l-Hayr bana
dönerek; "Siz dışınızı düzene koymakla meşgûl olduğunuz için, arslanı görünce
korktunuz. Biz ise, kalbimizi düzeltmekle meşgûlüz. Bunun için arslan bizden
korkuyor." dedi.
Evliyânın büyüklerinden
Pîr Muhammed Erzincanî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kaldığı
köyde, bir kadının ineği, akşam evine gelmedi. Kadıncağız, ineği, Şeyh Muhammed
hazretlerinin dergâhındaki talebelerden biri aldı zannedip onlara sû-i zan etti.
Sonra da dergâha gelip uygunsuz bir takım sözler sarfetti. Bunun üzerine
Muhammed Erzincânî hazretleri kadına hitâben; "Ey Hâtun! İnşâallah senin sığırın
sağdır. Dağda kalmıştır. Hele bir yarına kadar sabret." buyurdu. Ertesi gün
seher vakti kadıncağız etrâfı gözlerken baktı ki karşıki dağdan bir arslan
sığırını kovalayıp getiriyor. Sığırı doğruca dergâh kapısına kadar geldi. Şeyh
Muhammed Erzincânî hazretleri; "Nerede kaldın? Bize ve talebelerimize sû-i zan
edilmesine sebeb oldun." diye sığıra hitâb etti. Sâhibi de oraya gelmişti.
Allahü teâlânın kudretiyle sığır dile gelip; "Sâhibim insafsızdır. Sütümü
sağdığı zaman buzağıma bir şey bırakmıyor. Ben de daha fazla otlamak için
geciktim." dedi. Bu sözleri işiten kadının aklı başından gitti ve Şeyh Muhammed
hazretlerinden özür dileyip yaptıklarına pişman oldu. O zaman Muhammed Erzincânî
hazretleri ona; "Bak Hâtun! Ben sağ oldukça bu olanları kimseye söyleme." diye
tenbih etti.
Büyük velîlerden Seyyid
Emîr Külâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) on beş yaşlarında iken güreşmeye heves
etmiş ve bu işle meşgûl olmaya başlamıştı. Bir gün güreş meydanına çıkıp
dönerken, seyircilerden birinin kalbine şöyle gelir: "Bu seyyid çocuk, güreş ile
meşgûl oluyor, hâlbuki böyle hâlde bulunmak, kendisinin yüksek değerine ve
seyyidlik şerefine uygun değildir. Kalbine bu düşüncenin gelmesiyle, oturduğu
yerde uyur; rüyâda kıyâmetin koptuğnu ve göğsüne kadar bir bataklığa battığını
görür. Çıkmaya gücü de yoktur. O sırada Emîr Külâl hazretleri gelip, elleriyle
onu pazusundan tutup, bataklıktan çıkarır. Uykudan uyanınca, güreşin sona
erdiğini görür. O zaman Seyyid Emîr Külâl hazretleri, ona dönüp; "Senin rüyânda
gördüğün gün için pehlivanlık ediyorum; senin gibi çamura ve bataklığa batmış
olanları kuvvet ve himmetle kurtarırım." buyurmuştur. O zât, Emîr Külâl'in
ellerine kapanıp, tövbe ve istigfâr etmiştir. |