|
HUZÛR
İstanbul'un mânevî fâtihi,
büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akşemseddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde ve vâzlarında buyururdu ki: "Mânevî huzûra ermek ve bu yolda
ilerlemek için dört şey lâzımdır. 1. Az yemek, 2. Az uyumak, 3. Halka az
karışmak, 4. Allahü teâlâyı çok zikretmek."
Evliyânın büyüklerinden
Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, "Zâhirî ve
bâtınî bütün saâdetlerin, rahatlıkların hepsi, Resûlullah efendimize tâbi
olmakla ele geçer. O'na uymak nisbeti ne ise, huzûr ve saâdet de o nisbettedir.
Bu yolda ilerlemek, kâbiliyet, gayret ve isteğin bir araya gelmesiyle
mümkündür." buyurdular.
Osmanlı âlim ve evliyâsının
meşhûrlarından Kınalızâde Ali bin Emrullah (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine göre insanın hakîkî saâdete kavuşması iki şeyle gerçekleşir:
Birincisi; doğru bir îtikâda yâni Ehl-i sünnet îtikâdına sâhib olmak. İkincisi;
sahîh amelleri yapmak ve güzel ahlâka sâhib olmak. Bunları elde etmek için de,
önce bunları iyice öğrenmek, sonra da öğrendikleriyle amel etmek lâzımdır.
Îtikâd mahalli olan kalp; bâtıl, bozuk inançlarla dolmuşsa ve âdî, kötü huylarla
kirlenip kararmışsa, insan, fazîlet sâhibi olan ve saâdete kavuşan kimselerin
derecesine yükselmekten son derece uzaktır. Böyle kimselerin kalbleri, ulvî
âlemin feyzlerine kapalıdır.
Bir insan, tabîatı ve
kendini inceleyerek, hemen müslüman olduktan sonra, İslâm âlimlerinin
kitaplarından, Muhammed aleyhisselâmın hayâtını ve güzel ahlâkını da öğrenirse,
îmânı kuvvetlenir. Ahlâk bilgisi öğrenerek, iyi ve kötü huyları, faydalı ve
zararlı işleri anlar. İyi işleri yapıp, dünyâda olgun, kıymetli bir insan olur.
İşleri düzeninde ve kolaylıkla hâsıl olur. Dünyâda râhat, huzûr içinde yaşar.
Kendisini herkes sever. Allahü teâlâ ondan râzı olur. Âhirette de, Allahü
teâlânın merhametine, mükâfâtlarına kavuşur."
Tasavvuf büyüklerinden
Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanda huzûr
ve sevinç, şu üç şeyle hâsıl olur: Birincisi; kişi Allahü teâlâya ibâdet edip,
beğendiği işleri yaptığı zaman duyduğu sevinç ve rahatlık. İkincisi; kalbini
Allahü teâlâdan başka her şeyden sıyırıp, sâdece Allahü teâlâ ile berâber
kılmak. Üçüncüsü; Allahü teâlâdan başka şeyler hakkında konuşmayı bırakıp,
Allahü teâlâyı anmaktan hâsıl olan tatlılık ve sevinç. Allahü teâlânın anılması
sebebiyle meydana gelen neşe ve sevincin alâmeti üç şeydir: Birincisi; kulun
dâima, tâat yâni Allahü teâlânın beğendiği şeyler üzere olması. İkincisi;
dünyâdan ve dünyâya düşkün olanlardan uzak kalması. Üçüncüsü; yaptıkları ibâdet
ve tâatlerde, sâdece Allahü teâlânın rızâsını gözetmesi. İnsanların da görmesi
ve bilmesi düşüncesinden kurtulması."
Hirat'ta yetişen âlim ve
büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün bir
kimseye; "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. O da; "Hamdolsun huzûrluyum. Sıhhat ve
âfiyette bulunduğum hâlde dünyâyı terkederek bir köşeye çekildim. Cenâb-ı
Hakk'ın zikri ile meşgûl oluyorum." dedi. Molla Câmî buna cevap olarak; "Huzûr
ve âfiyet bu değildir. Huzûr ve âfiyet, insanın nefsinin emmârelikten kurtulup,
itminâna kavuşmasıdır. Nefsi itminâna kavuştur da, ister sâkin bir köşede otur,
isterse insanların arasında." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara elinden geldiği kadar
yardımda bulunur ve iyilik yapmaya teşvik ederdi. Kendisi anlatır: "Bir zaman
mühim bir iş için gidiyordum. Başımın üzerinde bir kuş uçmaya başladı. Bir anlık
gaflet eseri olarak kuşu yakaladım. O elimde iken, başka bir kuş daha uçmaya
başladı. Elimdeki kuşun eşi veya annesi zannederek kuşu elimden bıraktığım anda,
kuş öldü. Buna çok üzüldüm. O günden sonra bende bir sıkıntı başladı ve bir sene
geçmedi. Bir gece Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Bir senedir, o kadar çok
sıkıntının tesirinde kaldığımı, çok zayıflayıp ayakta namaz kılamaz hâle
geldiğimi arz ettim. O zaman; "Bunun sebebi, bir serçenin, huzurda senden
şikâyetçi olmuş bulunmasıdır." buyurdular. Bunun üzerine af diledim, kabûl
olunmadı. Bundan bir zaman sonra, evimizdeki kedi yavrulamıştı. Ben bu sıkıntı
içinde düşünürken, bir yılanın kedi yavrularından birisini yakalamaya
çalıştığını gördüm. Asâmı yılana vurunca, kaçtı. Kedinin annesi gelip yavrusunu
aldı gitti. Ondan sonra iyileştim; namazlarımı ayakta kılmaya başladım. O gece
rüyâmda yine Peygamber efendimizi gördüm. "Yâ Resûlallah! Bugün sıhhat buldum."
deyince; "Bunun sebebi, huzurda, bir kedinin senin için teşekkür etmesidir."
buyurdular.
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Seâdet, ömrü uzun ve ibâdeti çok olanındır. Seâdet-i
ebediyyeye kavuşmak, peygamberlere uymağa bağlıdır.
Yine buyurdular ki: Dünyâ
hayâtı pek kısadır. Bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir. Bu en lüzûmlu şey
de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmaktır. Hiçbir şey sohbet gibi
faydalı olmaz.
Sonsuz kurtuluşa kavuşmak
için, üç şey muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlâs.
Ölülere duâ ve istigfâr
etmekle ve onlar için sadaka vermekle, imdâtlarına yetişmek lâzımdır.
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "İki şey vardır ki, onlar yapılınca, dünyâ ve âhiretin
iyiliklerine kavuşulur. Onlar nedir? diye sordular. Ebû Hâzım hazretleri şöyle
cevap verdi: "Birincisi, Allahü teâlânın râzı olup, sana ağır ve zor gelen
şeylere sabır ve tahammül etmek; ikincisi, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyi
senin de beğenmemen."
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i
Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dört yüz hocadan ders
okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir
tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve
ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde
gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu
ki: "Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz
kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehennem'e
dayanabileceğin kadar günâh işle!" |
|