HİKMETLİ SÖZLER (K - Z)
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyhâ)
buyurdular ki: "Hikmetli söz, müslümanın kaybolmuş malı gibidir."
Edirne velîlerinden ve Rufâî
tarîkatı büyüklerinden Kabûlî Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Edepli yürü, hayâlı konuş, sendeki şeref, seni yaratanındır."
"Bir kişiyi çamurdan
kurtarmak, bir âileyi kurtarmak gibidir."
"En büyük bahtiyarlık,
insanlığının kıymetini bilmektir."
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şehirde
dokuz kişi vardı. İyilik etmez, durmadan fesat çıkarırlardı." (Neml sûresi: 48)
buyrulan Semûd kavmi ile ilgili âyet-i kerîmeyi okur, sonra da; "Şimdi her
şehirde durmadan fesat çıkaran nice dokuzlar var ki, hiçbir iyi iş gördükleri de
yoktur." derdi.
Mâlik bin Dînâr
hazretlerine; "Yağmur duâsına siz de bizimle çıksanız." dediler. Bunun üzerine
o; "Korkarım ki benim yüzümden başınıza taş yağar." buyurdular.
Mâlik bin Dînâr hazretleri
bir hâtırasını şöyle anlatır: "Bir gün toprakla oynayıp bâzan gülen bâzan
ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selâm vermek istedim. Fakat kibirden
selâm vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefis! Peygamber efendimiz büyüklere de
küçüklere de selâm verirdi." diyerek çocuğa selâm verdim. Çocuk; "Ve aleyküm
selâm, ey Mâlik bin Dînâr!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen
beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk; "Ruhlar âleminde
benim rûhumla senin rûhun karşılaştı. Orada bizi Allahü teâlâ karşılaştırdı."
dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk; "Nefsin
seni selâmdan men etti. Aklın ise seni selâm vermeye teşvik etti." diye cevap
verdi. "Sen neden toprakla oynuyorsun?" diye sordum. Çocuk; "Topraktan
yaratıldık, yine toprağa karışacağız." dedi. Ben yine; "Seni bâzan ağlarken,
bâzan gülerken görüyorum. Sebebi nedir?" diye sordum. "Rabbimin azâb edeceğini
hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum."
dedi. "Ey oğul! Senin hangi günâhın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca, çocuk; "Ey
Mâlik! Böyle söyleme. Zîrâ ben, anam ateş yakarken, küçük odun olmadan,
büyüklerin tutuşmadığını gördüm." diye cevap verdi."
Büyük velîlerden Mansûr
bin Ammâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Halkı anan, Hakk'ı
anmaktan geri kalır."
"Nefsin selâmeti ona
uymamakta, kişinin belâsı ise nefse uymaktadır."
"Sıkıntıdan kurtulmak
istiyorsan, dünyâyı istemeği bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline
hâkim ol."
Tâbiînden meşhûr fıkıh ve
hadîs âlimi Mesrûk bin el-Ecdâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
“Mezarında, Allahü teâlânın azâbından emin, dünyâ sıkıntısından uzak ve rahat
olan bir kimseye gıbta ettiğim kadar hiç kimseye gıbta etmem.”
Oniki imâmın dokuzuncusu,
tanınmış büyük velîlerden Muhammed Cevâd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Câhiller çoğaldığı için, âlimler garib oldu."
Yine buyurdular ki: "Dilde
güzellik, tatlılık ve akılda olgunluk olmalıdır."
Velî ve Hanbelî mezhebî
fıkıh âlimi Muhammed Kudâme (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir
şiirinin tercümesi şöyledir: “Ne zaman oyalanmaktan ve boş şeylerden vaz
geçeceksin? Saçın ağardı, zayıflık, ihtiyarlık ve elem geldi, ölüm yaklaştı.
Başa gelen bu işten ve gafletten dolayı hayâtım boyunca ağlasam ve göz yaşım
bitseydi, bundan dolayı kınanmazdım!”
Muhaddis, zâhid, âbid,
ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerine; “Allahü teâlâyı bilir misin?” diye
sorduklarında, başını önüne eğip, bir müddet sustu. sonra; “O’nu bilenin sözü
az, hayreti dâimi olur.” buyurdu. Birisi kendisine “Nasılsın?” deyince, “Ömrü
eksilip, günahı çoğalanın hâli nasıl olur?” buyurdular.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Hâce Muînüddîn-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri; Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çırpınır, talebelerini de bu
gâyeye sevk ederek buyururdu ki: Irmak akarken zaman zaman gürültü çıkarır ve
zaman zaman etrâfını zorlar. Ancak sonunda denize kavuşarak sükûnete erişir.
Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak arzûsu ile yanan kimsenin de hâli böyledir."
Hindistan Ulemâ ve
evliyâsının büyüklerinden Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Beyt:
Bilmeyenler tanıyamaz
bileni.
O halde sözü kısa kesmeli.
Evliyânın büyüklerinden
Niyâzî-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Şöyle buyurdular.
Zât-ı Hakda mahrem-i irfân
olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân
olan anlar bizi,
Ey Niyâzî katremiz deryâya
saldık biz bugün,
Katre nice anlasın, ummân
olan anlar bizi.
Hindistan'da yetişen
evliyâdan ve Çeştiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi
teâlâ aleyhâ) zamânında Sultân Gıyâseddîn Balaban'ın büyük oğlu Sultan Muizeddîn
Balaban'ın saltanatı döneminde, Sultân, Kıyaspur'a yakın bir yerde saray
yaptırıyordu. Sultânın komutanları, şehzâdeleri ve halk, Nizâmeddîn Evliyâ'nın
dergâhını çok sık ziyâret ediyorlardı. Bu durum Nizâmeddîn Evliyâ'nın
yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yüzden, Nizâmeddîn Evliyâ buradan
da ayrılmak istedi. Tam Kıyaspur'dan ayrılacağı sırada bir genç oraya gelerek
Fârisî olan şu sözleri söyledi: "Her şeyden önce, şöhretinin yayılmasından
çekinmelisin. Şimdi bu kadar yaygın şöhretten sonra, kıyâmet gününde yüce
Peygamberin yanında seni gözden düşürecek işi yapmaya çalışma. Bir kimsenin
inzivâya çekilip, kendisini Allahü teâlâya bağlılığa adayarak, dünyâdan kaçıp
kurtulması kolaydır. Fakat asıl cesâret ve mertlik, kalabalık halkın içinde
inzivâya çekilip, huzûr bulmaktır. Böyle karışıklıklardan müteessir olmamaktır."
Bu sözlerin üzerine, Nizâmeddîn Evliyâ son nefesine kadar Kıyaspur'da kaldı.
Sonra buranın ismi Nizâmeddîn olarak değiştirildi.
Nizâmeddîn Evliyâ
hazretleri, Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker
hazretlerinin yanına gittiğinde, Genc-i Şeker onu görür görmez şu beyti okudu:
Ayrılığının ateşiyle nice
gönüller kebâb oldu
İştiyâkının fırtınasıyla
nice cânlar harâb oldu.
Tâbiînin
büyüklerinden, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur Halîfe Ömer bin
Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) hazretleri’nin insanlara rehber olan
sözlerinden bâzıları şöyledir:
“Öfke ve hırstan korunmuş
olan kurtulmuştur.”
“Takvâ sâhibinin ağzına gem
vurulmuştur.”
“Ey insanlar! Allah’tan
korkun. Çünkü Allah’tan korkmak her şeyin yerine geçer ve hiç bir şey onun
yerine geçemez.”
“Bizden önce helâk olanlar,
hakkı engellemek ve zulüm yapmak yüzünden mahvoldular. Hak onlardan satın
alınırdı ve zulümden korunmak için de fidye verilirdi.”
“Müslümanlardan bir söz
işittiğinde onu hayra yor, sakın şerre yorma!”
"Sizden öncekilerin kabul
ettikleri bilgileri alınız. Onların söylediklerine muhâlif, zıt olanları
almayın. Çünkü önce geçen büyükler, sizden daha hayırlıdır."
Tâbiînden ve hanım velîlerin
büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) zamânında bir
kimse; "Yâ Rabbî! Benden râzı ol!" dedi. Bunu işiten, Râbia-i Adviyye buyurdular
ki: "Kendisinden râzı olmadığın (Kazâ ve kaderine rızâ göstermediğin) bir zâtın,
senden râzı olmasını istemeğe utanmıyor musun?"
"İşlediğiniz günahları
gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."
"Sabır insan olsaydı çok
kerîm olurdu."
Tâbiîn devrinde Kûfe’de
yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerine; “Nasıl sabahladın?” diye sorulduğunda, “Zayıf ve günahkâr
olduğumuz halde sabahladık. Rızkımızı yiyor ve ecelimizi bekliyoruz” derdi.
Hindistan'ın meşhur
velîlerinden Rükneddîn-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdülehad
hazretlerine kendi elyazılarıyla yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur:
Meâlen; "Rabbinin nîmetlerini söyle" buyurulan âyet-i kerîme mûcibince, Allahü
teâlâya hamd ve minnetler olsun ki, Allah'tan başka gözümde hiçbir şey kalmadı.
Bununla berâber, iflâs ve aczden başka elimde bir şey yok, hayret ve
kuvvetsizliklerden başka yolum yok. Beyt:
"Susamış, hem de sudan
ayrıyım,
Hazîne başında, bir
dilenciyim."
Büyük velîlerden Sehl bin
Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Makamların en
üstünü; kötü bir huyu, iyi bir huya çevirmektir."
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâlarından Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Müminin, diline çok iyi sâhip olması gerekir."
İstanbul’un büyük
velîlerinden Seyyid Seyfullah Kâsım Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin Bir beyti:
Nân için medh eyleme nâdânı,
Nâdânlık budur.
Hayber-i nefsin helâk et,
Şâh-ı merdânlık budur.
Açıklaması: Bir lokma ekmek
için karşındaki câhil adamı methetmeye kalkma. Çünkü asıl câhillik budur.
Elinden geliyorsa nefsini yen. İrâdene sâhip ol. İşte asıl mertlik de böyle
olur. Meşhûr bir ilâhîsi:
Bu aşk bahr-ı ummandır
Buna hadd ü kenâr olmaz
Delîlim sırr-ı Kur’ân'dır
Bunu bilende âr olmaz
Eğer âşık isen yâra
Sakın aldanma ağyâra,
Düş İbrâhim gibi nâra,
Bu gülşende yanar olmaz.
Kıyamazsan başa, câna,
Irak dur girme meydâna,
Bu meydânda nice başlar,
Kesilir hiç sorar olmaz.
Hak ile hak olanlara,
Halkı üşürmüş başına
Ene'l-Hakk’ın firâşına
Düşenlere tîmâr olmaz.
Bak şu Mansûr’un işine
Halkı üşürmüş başına
Ene'l-Hakk’ın firâşına
Düşenlere tîmâr olmaz.
Seyfullah sözünde mestdür.
Şeyhinden aldığı destdür
Dîvâne râ kalem nîstdür
(yokluk)
Ne söylese kanar olmaz.
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "En kuvvetli,
kudretli insan, kendi nefsini yenendir."
"Kendi nefsini terbiye
edemeyen, başkasınınkini hiç terbiye edemez."
Yine buyurdular ki: "Sâlih
bir kul olmak isteyip de, yarın yaparım diyerek günlerini geçiren kimse
aldanmıştır."
Cüneyd-i Bağdâdî
hazretleri şöyle anlatır: Hocam Sırrî-yi Sekatî hazretlerini hasta iken ziyârete
gittiğimde, "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Bunun üzerine; "Hâlimden
tabîbime nasıl şikâyet edebilirim ki, bana bunu veren O'dur." buyurdular.
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kendini iyi tanı. O zaman,
hakkında söylenenler sana zarar vermez."
"Kötü işler hastalıktır.
Âlimler ise hastalıklara ilâçtır. Âlimler bozulur, kötü işlere bulaşırsa,
hastaları kim iyileştirecek?"
Yine buyurdular ki: "İyi ve
kötü amellerin kendilerine mahsus kokuları vardır. İyiliğin kokusu çok hoş,
kötülüğün kokusu ise, rahatsız edicidir. Kalbde kötülük yapmak için bir meyil
olduğu anda kokusu, insanın yanındaki meleklere gelir. İyilik durumunda da iyi
kokuyu hemen alırlar. Nasıl ki o melekler, sizi hiç rahatsız etmiyorlarsa, siz
de onları rahatsız etmeyin."
Ehl-i sünnetin amelde dört
hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı
Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Resûlullah'ın
ve Eshâbının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabûl etmem.
Evliyânın büyüklerinden
Şakîk-i Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün hocalarından Ebû Hâşim er-Rummânî
hazretlerini ziyâret etti. Hocası Şakîk-i Belhî’nin cebini kabarık görünce ne
olduğunu sordu. Şakîk-i Belhî; “Dostlarımdan biri, orucunu bunlarla açmanı arzu
ediyorum. Lütfen kabûl et diye yiyecek bir şeyler verdi. Çok ısrâr ettiği için
ben de kabûl ettim.” dedi. Bunun üzerine hocası; “Demek sen akşama kadar
yaşıyabileceğini düşünebiliyorsun.” diyerek sitem etti.
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i
Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâdaki sermâyenize çok
dikkat edin ve bilin ki âhiretteki sermâyeniz de bu olacaktır."
Tâbiînden, meşhûr hadîs
âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle
anlattı: Îsâ aleyhisselâma sordular: “Ey Allah'ın peygamberi, bize neyi tavsiye
edersiniz?” Îsâ aleyhisselâm da; “Sözünüz zikir, sükûtunuz fikir, bakışınız
ibret olsun!” buyurdu.
Yine buyurdu ki: “Dilim bir
yırtıcı hayvandır ki, onu bırakırsam beni hemen helâk eder.”
Endülüs'te yetişen İslâm
âlimlerinden ve büyük velîlerden Tâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şu
mânâlarda şiirler söylemiştir: "Dünyâ ve onun süsleri hiçbir şey değildir.
Dünyânın günleri sâdece emânettir. Dünyâyı tercih eden, emânet olan günleri
gafletle geçiren kimseye akıllı denmez. Sermâyesini helâk olacak olan şeye
yatıran kimseye yazıklar olsun. Allahü teâlânın muhabbeti ve bütün işlerini
Allahü teâlânın rızâsına uygun yapmak gayreti, şereflerin en büyüğüdür.
Vekar ile ahlâklanmayı
unutma. Kötü işlere bulaşmayı bırakıp, her ân Allahü teâlâyı an ve O'nu
hatırından çıkarma ve bunu her yaranın ilâcı bil. Bu, susuzluk için saf sudan
daha faydalıdır.
Ey kardeşim! Kimin takvâdan
nasîbi varsa ve dünyâya düşkün değilse; kerâmete, çok iyiliklere, saâdet ve
hakîkî zenginliğe kavuşur. Öyle ise, dünyâ sevgisinden vazgeç. Dünyâya düşkün
olmak, bütün günahların başıdır. Ona aldanma. Onun malı, mülkü, lezzetleri,
görünüşleri hep aldatıcı, geçici ve yalancıdır. Sonunda yok olmak üzere
hazırlanmıştır. Dünyâ hayâtı; oyun, eğlence ve süsten ibârettir. Dünyâ seni
aldatmasın. Dünyâ, zâlim ve hîlekârdır. Bu gün senin olduğunu sandığın malların,
yarın başkasının olduğunu görürsün.
İhlâslı birisi nasîhat
verirse kulak ver. Onu dinle ve onunla amel et. Böyle kimsenin nasîhati, seni
Rabbin rızâsına yaklaştırır. Allahü teâlâ bir kulundan râzı olursa, onu fadl ve
lütfu ile, ebedî kalmak üzere, sevinç ve saâdet yeri olan Cennet'e koyar.
Bursa'da yaşayan büyük
velîlerden Muhammed Üftâde (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin yazdığı ve halk arasında meşhûr olan bir şiiri:
Hakka âşık olanlar,
Zikrullahtan kaçar mı?
Ârif olan cevheri,
Boş yerlere saçar mı?
Gelsin mârifet olan,
Yoktur sözümde yalan,
Emmâreye kul olan,
Hayr ü şerri seçer mi?
Gerçek bu söz yârenler,
Gördüm demez görenler,
Kerâmete erenler,
Gizli sırrın açar mı?
Üftâde yanıp tüter,
Bülbüller gibi öter,
Dervişlere taş atan,
Îmân ile göçermi?
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Ey Âdemoğlu! Yaradandan kuvvetli, yaratılandan zayıf kimse yok."
Peygamber efendimiz
zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerini, birisi ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili
kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allahü teâlâyı
bilir misin?” Evet bilirim. “Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu
yetişir.” buyurdu.
Yâ Üveys, bir nasihat daha
söyle! “Allahü teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi
seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir.” dedi.
Mekke-i mükerremenin büyük
âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün
beğenmediği bir hareketi yapması üzerine, göğsündeki kılları koparınca canı
acıdı. Kendi kendine “Acınıyorsun değil mi? Halbuki ben senin iyiliğine
çalışıyorum.” dedi.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İbret alınacak
hâdiseler pekçok, bunlardan ibret alanlar ise çok azdır.”
Yine buyurdular ki: “Dünyâ
ekin yeri, insanlar da sanki ekindir. Ölüm, bu ekinleri biçen oraktır. Azrâil (aleyhisselâm)
harman sâhibi, mezar da harman yeridir. Cennet ve Cehennem ise, ekinlerin
durumuna göre konulacağı ambar gibidir. İnsanların da bir kısmı Cennet’e ve bir
kısmı da Cehennem’e gideceklerdir.”
Hindistan âlim ve
velîlerinden Ziyâüddîn Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır:
Râbia-i Adviyye’ye sordular ki: “Sen şeytana düşman mısın?” “Hayır” dedi.
“Niçin?” dediler. “Ben dostla o kadar meşgûlüm ki, başkası hâtırıma gelmiyor”
buyurdu.
Hâce Ebü'l-Hasan Harkânî
buyurdu: “Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır.
Kardeşim, suya daha yakın olan, daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok
yanar.”
Bir kimse, bir dervişe
gidip; “Birkaç gün seninle berâber olayım” dedi. "Ben olmasam kiminle
olacaktın?” diye sordu. “Allahü teâlâ ile” dedi. “Benim olmadığımı kabûl et ve
şu anda Allah ile ol” buyurdular.
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) üç şeyin üç şeyle
birlikte bulunmamasına üzülür ve şöyle derdi: “İlim var amel yok. Amel var ihlâs
yok, ihlâs var teslimiyet yok.” |