CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

HİKMETLİ SÖZLER (K - Z)

Tâbiînin tanınmışlarından ve evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyhâ)  buyurdular ki: "Hikmetli söz, müslümanın kaybolmuş malı gibidir."

Edirne velîlerinden ve Rufâî tarîkatı büyüklerinden Kabûlî Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Edepli yürü, hayâlı konuş, sendeki şeref, seni yaratanındır."

"Bir kişiyi çamurdan kurtarmak, bir âileyi kurtarmak gibidir."

"En büyük bahtiyarlık, insanlığının kıymetini bilmektir."

Evliyânın büyüklerinden Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şehirde dokuz kişi vardı. İyilik etmez, durmadan fesat çıkarırlardı." (Neml sûresi: 48) buyrulan Semûd kavmi ile ilgili âyet-i kerîmeyi okur, sonra da; "Şimdi her şehirde durmadan fesat çıkaran nice dokuzlar var ki, hiçbir iyi iş gördükleri de yoktur." derdi.

Mâlik bin Dînâr hazretlerine; "Yağmur duâsına siz de bizimle çıksanız." dediler. Bunun üzerine o; "Korkarım ki benim yüzümden başınıza taş yağar." buyurdular.

Mâlik bin Dînâr hazretleri bir hâtırasını şöyle anlatır: "Bir gün toprakla oynayıp bâzan gülen bâzan ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selâm vermek istedim. Fakat kibirden selâm vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefis! Peygamber efendimiz büyüklere de küçüklere de selâm verirdi." diyerek çocuğa selâm verdim. Çocuk; "Ve aleyküm selâm, ey Mâlik bin Dînâr!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk; "Ruhlar âleminde benim rûhumla senin rûhun karşılaştı. Orada bizi Allahü teâlâ karşılaştırdı." dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk; "Nefsin seni selâmdan men etti. Aklın ise seni selâm vermeye teşvik etti." diye cevap verdi. "Sen neden toprakla oynuyorsun?" diye sordum. Çocuk; "Topraktan yaratıldık, yine toprağa karışacağız." dedi. Ben yine; "Seni bâzan ağlarken, bâzan gülerken görüyorum. Sebebi nedir?" diye sordum. "Rabbimin azâb edeceğini hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum." dedi. "Ey oğul! Senin hangi günâhın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca, çocuk; "Ey Mâlik! Böyle söyleme. Zîrâ ben, anam ateş yakarken, küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm." diye cevap verdi."

Büyük velîlerden Mansûr bin Ammâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Halkı anan, Hakk'ı anmaktan geri kalır."

"Nefsin selâmeti ona uymamakta, kişinin belâsı ise nefse uymaktadır."

"Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan, dünyâyı istemeği bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline hâkim ol."

Tâbiînden meşhûr fıkıh ve hadîs âlimi Mesrûk bin el-Ecdâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Mezarında, Allahü teâlânın azâbından emin, dünyâ sıkıntısından uzak ve rahat olan bir kimseye gıbta ettiğim kadar hiç kimseye gıbta etmem.”

Oniki imâmın dokuzuncusu, tanınmış büyük velîlerden Muhammed Cevâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Câhiller çoğaldığı için, âlimler garib oldu."

Yine buyurdular ki: "Dilde güzellik, tatlılık ve akılda olgunluk olmalıdır."

Velî ve Hanbelî mezhebî fıkıh âlimi Muhammed Kudâme (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir şiirinin tercümesi şöyledir: “Ne zaman oyalanmaktan ve boş şeylerden vaz geçeceksin? Saçın ağardı, zayıflık, ihtiyarlık ve elem geldi, ölüm yaklaştı. Başa gelen bu işten ve gafletten dolayı hayâtım boyunca ağlasam ve göz yaşım bitseydi, bundan dolayı kınanmazdım!”

Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; “Allahü teâlâyı bilir misin?” diye sorduklarında, başını önüne eğip, bir müddet sustu. sonra; “O’nu bilenin sözü az, hayreti dâimi olur.” buyurdu. Birisi kendisine “Nasılsın?” deyince, “Ömrü eksilip, günahı çoğalanın hâli nasıl olur?” buyurdular.

Hindistan'ın büyük velîlerinden Hâce Muînüddîn-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çırpınır, talebelerini de bu gâyeye sevk ederek buyururdu ki: Irmak akarken zaman zaman gürültü çıkarır ve zaman zaman etrâfını zorlar. Ancak sonunda denize kavuşarak sükûnete erişir. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak arzûsu ile yanan kimsenin de hâli böyledir."

Hindistan Ulemâ ve evliyâsının büyüklerinden Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Beyt:

 

Bilmeyenler tanıyamaz bileni.

O halde sözü kısa kesmeli.

 

Evliyânın büyüklerinden Niyâzî-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Şöyle buyurdular.

 

Zât-ı Hakda mahrem-i irfân olan anlar bizi,

İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi,

 

Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün,

Katre nice anlasın, ummân olan anlar bizi.

 

Hindistan'da yetişen evliyâdan ve Çeştiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) zamânında Sultân Gıyâseddîn Balaban'ın büyük oğlu Sultan Muizeddîn Balaban'ın saltanatı döneminde, Sultân, Kıyaspur'a yakın bir yerde saray yaptırıyordu. Sultânın komutanları, şehzâdeleri ve halk, Nizâmeddîn Evliyâ'nın dergâhını çok sık ziyâret ediyorlardı. Bu durum Nizâmeddîn Evliyâ'nın yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yüzden, Nizâmeddîn Evliyâ buradan da ayrılmak istedi. Tam Kıyaspur'dan ayrılacağı sırada bir genç oraya gelerek Fârisî olan şu sözleri söyledi: "Her şeyden önce, şöhretinin yayılmasından çekinmelisin. Şimdi bu kadar yaygın şöhretten sonra, kıyâmet gününde yüce Peygamberin yanında seni gözden düşürecek işi yapmaya çalışma. Bir kimsenin inzivâya çekilip, kendisini Allahü teâlâya bağlılığa adayarak, dünyâdan kaçıp kurtulması kolaydır. Fakat asıl cesâret ve mertlik, kalabalık halkın içinde inzivâya çekilip, huzûr bulmaktır. Böyle karışıklıklardan müteessir olmamaktır." Bu sözlerin üzerine, Nizâmeddîn Evliyâ son nefesine kadar Kıyaspur'da kaldı. Sonra buranın ismi Nizâmeddîn olarak değiştirildi.

Nizâmeddîn Evliyâ hazretleri, Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker hazretlerinin yanına gittiğinde, Genc-i Şeker  onu görür görmez şu beyti okudu:

 

Ayrılığının ateşiyle nice gönüller kebâb oldu

İştiyâkının fırtınasıyla nice cânlar harâb oldu.

 

Tâbiînin büyüklerinden, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur Halîfe Ömer bin Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) hazretleri’nin insanlara rehber olan sözlerinden bâzıları şöyledir:

“Öfke ve hırstan korunmuş olan kurtulmuştur.”

“Takvâ sâhibinin ağzına gem vurulmuştur.”

“Ey insanlar! Allah’tan korkun. Çünkü Allah’tan korkmak her şeyin yerine geçer ve hiç bir şey onun yerine geçemez.”

“Bizden önce helâk olanlar, hakkı engellemek ve zulüm yapmak yüzünden mahvoldular. Hak onlardan satın alınırdı ve zulümden korunmak için de fidye verilirdi.”

“Müslümanlardan bir söz işittiğinde onu hayra yor, sakın şerre yorma!”

"Sizden öncekilerin kabul ettikleri bilgileri alınız. Onların söylediklerine muhâlif, zıt olanları almayın. Çünkü önce geçen büyükler, sizden daha hayırlıdır."

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) zamânında bir kimse; "Yâ Rabbî! Benden râzı ol!" dedi. Bunu işiten, Râbia-i Adviyye buyurdular ki: "Kendisinden râzı olmadığın (Kazâ ve kaderine rızâ göstermediğin) bir zâtın, senden râzı olmasını istemeğe utanmıyor musun?"

"İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."

"Sabır insan olsaydı çok kerîm olurdu."

Tâbiîn devrinde Kûfe’de yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; “Nasıl sabahladın?” diye sorulduğunda, “Zayıf ve günahkâr olduğumuz halde sabahladık. Rızkımızı yiyor ve ecelimizi bekliyoruz” derdi.

Hindistan'ın meşhur velîlerinden Rükneddîn-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdülehad hazretlerine kendi elyazılarıyla yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuştur: Meâlen; "Rabbinin nîmetlerini söyle" buyurulan âyet-i kerîme mûcibince, Allahü teâlâya hamd ve minnetler olsun ki, Allah'tan başka gözümde hiçbir şey kalmadı. Bununla berâber, iflâs ve aczden başka elimde bir şey yok, hayret ve kuvvetsizliklerden başka yolum yok. Beyt:

 

"Susamış, hem de sudan ayrıyım,

Hazîne başında, bir dilenciyim."

 

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Makamların en üstünü; kötü bir huyu, iyi bir huya çevirmektir."

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâlarından Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Müminin, diline çok iyi sâhip olması gerekir."

İstanbul’un büyük velîlerinden Seyyid Seyfullah Kâsım Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Bir beyti:

 

Nân için medh eyleme nâdânı, Nâdânlık budur.

Hayber-i nefsin helâk et, Şâh-ı merdânlık budur.

 

Açıklaması: Bir lokma ekmek için karşındaki câhil adamı methetmeye kalkma. Çünkü asıl câhillik budur. Elinden geliyorsa nefsini yen. İrâdene sâhip ol. İşte asıl mertlik de böyle olur. Meşhûr bir ilâhîsi:

 

Bu aşk bahr-ı ummandır

Buna hadd ü kenâr olmaz

Delîlim sırr-ı Kur’ân'dır

Bunu bilende âr olmaz

 

Eğer âşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra,

Düş İbrâhim gibi nâra,

Bu gülşende yanar olmaz.

 

Kıyamazsan başa, câna,

Irak dur girme meydâna,

Bu meydânda nice başlar,

Kesilir hiç sorar olmaz. 

 

Hak ile hak olanlara,

Halkı üşürmüş başına

Ene'l-Hakk’ın firâşına

Düşenlere tîmâr olmaz.

 

Bak şu Mansûr’un işine

Halkı üşürmüş başına

Ene'l-Hakk’ın firâşına

Düşenlere tîmâr olmaz.

 

Seyfullah sözünde mestdür.

Şeyhinden aldığı destdür

Dîvâne râ kalem nîstdür (yokluk)

Ne söylese kanar olmaz.

 

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "En kuvvetli, kudretli insan, kendi nefsini yenendir."

"Kendi nefsini terbiye edemeyen, başkasınınkini hiç terbiye edemez."

Yine buyurdular ki: "Sâlih bir kul olmak isteyip de, yarın yaparım diyerek günlerini geçiren kimse aldanmıştır."

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri şöyle anlatır: Hocam Sırrî-yi Sekatî hazretlerini hasta iken ziyârete gittiğimde, "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Bunun üzerine; "Hâlimden tabîbime nasıl şikâyet edebilirim ki, bana bunu veren O'dur." buyurdular.

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kendini iyi tanı. O zaman, hakkında söylenenler sana zarar vermez."

"Kötü işler hastalıktır. Âlimler ise hastalıklara ilâçtır. Âlimler bozulur, kötü işlere bulaşırsa, hastaları kim iyileştirecek?"

Yine buyurdular ki: "İyi ve kötü amellerin kendilerine mahsus kokuları vardır. İyiliğin kokusu çok hoş, kötülüğün kokusu ise, rahatsız edicidir. Kalbde kötülük yapmak için bir meyil olduğu anda kokusu, insanın yanındaki meleklere gelir. İyilik durumunda da iyi kokuyu hemen alırlar. Nasıl ki o melekler, sizi hiç rahatsız etmiyorlarsa, siz de onları rahatsız etmeyin."

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Resûlullah'ın ve Eshâbının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabûl etmem.

Evliyânın büyüklerinden Şakîk-i Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün hocalarından Ebû Hâşim er-Rummânî hazretlerini ziyâret etti. Hocası Şakîk-i Belhî’nin cebini kabarık görünce ne olduğunu sordu. Şakîk-i Belhî; “Dostlarımdan biri, orucunu bunlarla açmanı arzu ediyorum. Lütfen kabûl et diye yiyecek bir şeyler verdi. Çok ısrâr ettiği için ben de kabûl ettim.” dedi. Bunun üzerine hocası; “Demek sen akşama kadar yaşıyabileceğini düşünebiliyorsun.” diyerek sitem etti.

Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâdaki sermâyenize çok dikkat edin ve bilin ki âhiretteki sermâyeniz de bu olacaktır."

Tâbiînden, meşhûr hadîs âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlattı: Îsâ aleyhisselâma sordular: “Ey Allah'ın peygamberi, bize neyi tavsiye edersiniz?” Îsâ aleyhisselâm da; “Sözünüz zikir, sükûtunuz fikir, bakışınız ibret olsun!” buyurdu.

Yine buyurdu ki: “Dilim bir yırtıcı hayvandır ki, onu bırakırsam beni hemen helâk eder.”

Endülüs'te yetişen İslâm âlimlerinden ve büyük velîlerden Tâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şu mânâlarda şiirler söylemiştir: "Dünyâ ve onun süsleri hiçbir şey değildir. Dünyânın günleri sâdece emânettir. Dünyâyı tercih eden, emânet olan günleri gafletle geçiren kimseye akıllı denmez. Sermâyesini helâk olacak olan şeye yatıran kimseye yazıklar olsun. Allahü teâlânın muhabbeti ve bütün işlerini Allahü teâlânın rızâsına uygun yapmak gayreti, şereflerin en büyüğüdür.

Vekar ile ahlâklanmayı unutma. Kötü işlere bulaşmayı bırakıp, her ân Allahü teâlâyı an ve O'nu hatırından çıkarma ve bunu her yaranın ilâcı bil. Bu, susuzluk için saf sudan daha faydalıdır.

Ey kardeşim! Kimin takvâdan nasîbi varsa ve dünyâya düşkün değilse; kerâmete, çok iyiliklere, saâdet ve hakîkî zenginliğe kavuşur. Öyle ise, dünyâ sevgisinden vazgeç. Dünyâya düşkün olmak, bütün günahların başıdır. Ona aldanma. Onun malı, mülkü, lezzetleri, görünüşleri hep aldatıcı, geçici ve yalancıdır. Sonunda yok olmak üzere hazırlanmıştır. Dünyâ hayâtı; oyun, eğlence ve süsten ibârettir. Dünyâ seni aldatmasın. Dünyâ, zâlim ve hîlekârdır. Bu gün senin olduğunu sandığın malların, yarın başkasının olduğunu görürsün.

İhlâslı birisi nasîhat verirse kulak ver. Onu dinle ve onunla amel et. Böyle kimsenin nasîhati, seni Rabbin rızâsına yaklaştırır. Allahü teâlâ bir kulundan râzı olursa, onu fadl ve lütfu ile, ebedî kalmak üzere, sevinç ve saâdet yeri olan Cennet'e koyar.

Bursa'da yaşayan büyük velîlerden Muhammed Üftâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yazdığı ve halk arasında meşhûr olan bir şiiri:

 

Hakka âşık olanlar,

Zikrullahtan kaçar mı?

Ârif olan cevheri,

Boş yerlere saçar mı?

 

Gelsin mârifet olan,

Yoktur sözümde yalan,

Emmâreye kul olan,

Hayr ü şerri seçer mi?

 

Gerçek bu söz yârenler,

Gördüm demez görenler,

Kerâmete erenler,

Gizli sırrın açar mı?

 

Üftâde yanıp tüter,

Bülbüller gibi öter,

Dervişlere taş atan,

Îmân ile göçermi?

 

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey Âdemoğlu! Yaradandan kuvvetli, yaratılandan zayıf kimse yok."

Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, birisi ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allahü teâlâyı bilir misin?” Evet bilirim. “Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir.” buyurdu.

Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! “Allahü teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir.” dedi.

Mekke-i mükerremenin büyük âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün beğenmediği bir hareketi yapması üzerine, göğsündeki kılları koparınca canı acıdı. Kendi kendine “Acınıyorsun değil mi? Halbuki ben senin iyiliğine çalışıyorum.” dedi.

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İbret alınacak hâdiseler pekçok, bunlardan ibret alanlar ise çok azdır.”

Yine buyurdular ki: “Dünyâ ekin yeri, insanlar da sanki ekindir. Ölüm, bu ekinleri biçen oraktır. Azrâil (aleyhisselâm) harman sâhibi, mezar da harman yeridir. Cennet ve Cehennem ise, ekinlerin durumuna göre konulacağı ambar gibidir. İnsanların da bir kısmı Cennet’e ve bir kısmı da Cehennem’e gideceklerdir.”

Hindistan âlim ve velîlerinden Ziyâüddîn Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: Râbia-i Adviyye’ye sordular ki: “Sen şeytana düşman mısın?” “Hayır” dedi. “Niçin?” dediler. “Ben dostla o kadar meşgûlüm ki, başkası hâtırıma gelmiyor” buyurdu.

Hâce Ebü'l-Hasan Harkânî buyurdu: “Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır. Kardeşim, suya daha yakın olan, daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok yanar.”

Bir kimse, bir dervişe gidip; “Birkaç gün seninle berâber olayım” dedi. "Ben olmasam kiminle olacaktın?” diye sordu. “Allahü teâlâ ile” dedi. “Benim olmadığımı kabûl et ve şu anda Allah ile ol” buyurdular.

Mısır’da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) üç şeyin üç şeyle birlikte bulunmamasına üzülür ve şöyle derdi: “İlim var amel yok. Amel var ihlâs yok, ihlâs var teslimiyet yok.”