HELÂL KAZANÇ
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâaleyh) buyurdular
ki: "Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur."
Tâbiîn devri velîlerinden
Abdullah bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı helâl kazanmayı teşvik
ederdi. Bir gün Eyyûb-i Sahtiyânî'ye; "Çarşıya git, iş ara. Zirâ en büyük huzûr
insanlara muhtâc olmamaktır." Buyurdular. Başka birine de; "Seni, geçimini temin
ederken görmek, câmi köşesinde görmemden daha sevimlidir." buyurdu. Döküntü
hurma satan ve sohbetine devâm eden bir talebesi vardı. Ona; "Ben, senin sohbet
meclisinden faydalandığını zannediyordum. Fakat şu bir hakikattir; Allahü teâlâ
kötü olan her şeyden bereketini almıştır." buyurdular.
HELÂL LOKMA YEMELİ
Abdülvehhâb Şa'rânî
anlatır: "Bir yaz günü,
Ziyârete gitmiştim, bir
İslâm büyüğünü.
Nil Nehri kıyısında, bulunan
bir hânede,
Yaşayıp, kendisini, vermişti
ibâdete.
Girince selâm verdim, o aldı
selâmımı,
Sonra yüzüme bakıp, suâl
etti adımı.
"Abdülvehhâb" deyince, dedi
ki: "Senelerdir,
Seni görmek isterdim, geç
otur, işte sedir."
Sonra tutup elimi, öyle
sıktı ki benim,
Sanki bir mengeneye, sıkıştı
o an elim.
Acısından az daha, bağıracak
idim ki,
O sordu; "Nasıl buldun,
elimin kuvvetini?"
Dedim ki: "Çok büyük bir,
kuvvete sahipsiniz,
Halbuki bana göre,
yaşlısınız hayli siz."
Dedi ki: "Bak evlâdım,
elimdeki bu kuvvet,
Tâ gençliğimden beri,
aynıdır îtimâd et.
Zîrâ hep helâl lokma,
kazanıp onu yedim,
O helâl lokmalardan, hâsıl
oldu kuvvetim.
Yüz kırk üç yaşındayım, hem
dahi şu anda ben,
Hiçbir gün ayrılmadım, helâl
lokma yemekten.
Lâkin bu gün mâlesef, kötü
olmuş insanlar,
Helâl haram demeden,
yiyorlar ne bulsalar.
İnsanlar arasından, kalkmış
sevgi muhabbet,
Çirkin olan haramlar, olmuş
moda ve âdet.
Belâlar karşısında, yok
tevekkül ve sabır,
Dîne karşı insanlar,
olmuşlar kör ve sağır.
Allah'ın takdirine, yok
tevekkül ve rızâ,
Dünyâlık sebeplerle, ederler
kavga ve nizâ.
Ey oğlum, kötülerin, hâli
böyle velhâsıl,
Şimdi iyi insanı, anlatayım
ben asıl.
O, okuyup öğrenir, önce
ilmihâlini,
Sonra da buna göre, düzeltir
her hâlini.
Eğer günah işlerse, üzülür,
kalbi yanar,
O çıkmaz hâtırından, tâ
ölünceye kadar.
İyi iş yapsa dahi, kusurlu,
noksan bulur,
Hattâ onu unutup, hiç
hatırlamaz olur.
Gece gün kendisini, hep
çeker ki hesâba,
Düşmesin âhirette,
Cehennem'e, azâba.
Dünyâ düşüncesini, söküp
atar içinden,
Kurtulmaya çalışır, Cehennem
ateşinden.
Gönlünden tam olarak, atar
uzun emeli,
Zîrâ iyi bilir ki, çok
yakındır eceli.
Hâlis mümin odur ki, ödü
kopar günahtan,
Ufak bir günah için, hayâ
eder Allah'tan.
Kötü bilmez kimseyi, aslâ
yapmaz sû-i zan,
Bunun çirkinliğini, bilmiyor
çoğu insan.
Halbuki bir müslüman, çok
nâfile ibâdet,
Yaparak, ömür boyu, eylese
buna gayret,
Bunlardan kazandığı, o
sevapları yine,
Meselâ terâzinin, koysalar
bir gözüne,
Öbürüne de bir tek, sû-i zan
seyyiesi,
Konulsa, ağır gelir, bu
günahın kefesi.
Çünkü kul hakkı olup, vebâli
çok büyüktür,
Âhirete kalırsa, tahammülü
zor yüktür.
Mısır evliyâsından Ali
bin Şihâb (rahmetullahi teâlâ aleyh) "Helâl lokma ile beslenen bedeni toprak
çürütmez." buyururdu. Onun bu sözüne bâzıları îtirâz edip, bu durumun
Peygamberlere ve şehîdlere mahsus olduğunu söylediler. Vefâtından yirmi bir sene
sonra Ali bin Şihâb'ın söylediği söze yine îtirâz edenler oldu. Sözünün doğru
olup olmadığını anlamak için, gidip kabrini açtılar. Onu, ilk gün koydukları
gibi bembeyaz bir kefen içinde buldular. İnkârcılar tövbe ve istiğfâr edip,
Allahü teâlâdan af dilediler."
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan
Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
en başta gelen talebelerinden Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hâce
Behâeddîn Nakşibend hazretleri Maîşet ve geçimlerine bir çekirdek bile haram
karıştırmazlardı. Kendilerinin ve âile efrâdının helâl yemesine çok dikkat
ederdi. Şüphelendiği herhangi bir şeyden uzak dururlardı. "İbâdet on kısımdır.
Dokuzu helâl rızık aramaktır. Diğer kısmı sâlih ameller ve ibâdetlerdir."
Buyurulan hadîs-i şerîfi bildirirlerdi.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mîde, yenilen
şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, âzâlardan sâlih ameller
meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, âzâlar Allah yolunda amel etmekte şüpheye
düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allahü teâlâ arasında bir
perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz."
Evliyânın önde gelenlerinden
Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yenilen içilen şeylerin
helalden olmasına çok dikkat ederdi. Bu sebeple sohbetlerinde; "Gücünüz yettiği
kadar, yiyip içtiklerinizin helal ve temiz olmasına dikkat ediniz. Çünkü bu, din
binâsının ayakta kalmasını sağlayan bir temeldir. Bütün amellerinizin kabûlü
buna bağlıdır.
Allahü teâlânın sevgili
kulları kendilerine gelen lokmaların nereden geldiğini iyi bilirler."
Tebe-i tâbiînden meşhur
fıkıh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün
İbrâhim Edhem ile karşılaştı. Omuzunda bir mikdâr odun taşıyordu. "Yâ İbrâhim!
Bu yaptığın nedir? Dostların senin ihtiyâcını temin ederler." deyince; "Böyle
söyleme. Zîrâ helâl kazanç uğruna zorluklara katlanan kimseye Cennet vâcib olur,
diye duyduğum için, kendi nafakamı kendim temin etmeye çalışıyorum." dedi.
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden
ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Lokmayı helâlden temin edebilmek için uğraşmak, geceleri ibâdet
edip, gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır."
Yine buyurdular ki: "Bir
gece Mescid-i Aksâ'da kalmak istedim. Câmi vazifelilerinin beni görmemeleri için
içeride bulunan hasırların arasına gizlendim. Görünce içeride kalmama izin
vermezlerdi. Gece, geç vakit olunca kapı açıldı ve içeriye tanımadığım bir zât
girdi. Yanında derviş kıyâfetli kırk kişi daha vardı. O yaşlı zât mihrâba geçti,
iki rekat namaz kıldıktan sonra öbürlerine döndü. İçlerinden biri; "Bu gece,
burada tanımadığımız, bizden olmayan biri var." dedi. Mihrâbda bulunan, tebessüm
etti ve "Evet İbrâhim bin Edhem var, kırk gündür kalb huzûru ile ibâdet
yapamamaktadır." Dedi. Bunları duyunca ben açığa çıktım. Mihrâbda bulunana;
"Evet doğru söylüyorsunuz. Lütfen bunun sebebini de bildiriniz." dedim. O zât
şöyle anlattı: "Filân zaman Basra'da hurma satın almıştın. Bu sırada yere bir
hurma tanesi düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hurmaların
içine koydun. Onu yediğin için kırk gündür ibâdetlerinden tad alamıyorsun."dedi.
Ertesi gün hurmayı satın
aldığım zâtın yanına gittim. Olanları anlatıp kendisinden helâllık diledim. O da
hakkını helâl etti ve; "Mâdem ki bu iş bu kadar hassastır. O halde ben şimdiden
sonra hurma satmayı bıraktım." dedi. Sonra dükkânını kapattı. Vakitlerini
ibâdetle geçirmeye başladı, nihâyet o da Allahü teâlânın sevgililerinden oldu.
İbrâhim bin Edhem hazretleri
helal lokma yemeye çok dikkat eder ve herkese tavsiye buyururlardı. Bir gün
kendisine falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor, kendinden
geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip üç gün misâfir kaldı. Dikkat etti,
söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin
ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. Genci, şeytan aldatmış
mıdır, yoksa hâlis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dikkat etti.
Lokması helâldan değildi. "Allahü ekber, bu hâlleri hep şeytandandır." deyip,
genci evine dâvet etti. Kendi lokmalarından bir tane yedirince, gencin hâli
değişip, o aşkı, o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrâhim'e sorup; "Bana ne
yaptın?" deyince; "Lokmaların helâlden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene
giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl,
doğru hâlin meydana çıktı." dedi.
Tâbiînden, İslâm âleminde
Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) helal lokma husûsunda buyurdular
ki: "Dînin alış-veriş kısmını bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerin
sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider, azâba yakalanır ve çok pişman olur."
Çin, Hindistan, İran ve
Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî
olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Faydalı veya zararlı olan altın veya gümüş değil, bunların kullanış ve sarf
ediliş şekilleridir. Helâl kazanıp helâl yere sarfediniz."
Meşhûr velîlerden
Rûzbehân Baklî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâ,
safâyı, güzelliği helâl yimede, helâl giymede; katılık ve sıkıntıyı da haramda
kıldı.”
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bu zamanda helâl lokma
yemek zorlaştı."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Helâl lokma ile, hâlis kalb ile kırk gün ibâdete
devâm eden kimsenin kalbi nurlanır, hikmet söylemeye başlar."
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı
Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) helâl kazanç elde etmenin önemini
belirterek buyurdular ki: "Bizim yolumuzda, el helâl kârda, gönül ise hakîkî
yârdadır."
Mekke-i mükerremenin büyük
âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri; buyurdular ki: “Midenize inen lokmanın haram veya helâl olup
olmadığına dikkat etmedikçe ne yapsanız kurtulamazsınız.”
Tâbiînin büyüklerinden, ilim
ve hikmet sâhibi bir velî Yûnus bin Ubeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde buyurdular ki: “Helâlden bir kuruş bulsam, hemen buğday alır
un yapıp bu undan çorba pişiririm. Bu çorbadan hangi hastaya içirirsem, hasta,
Allahü teâlânın izniyle şifâ bulur.” |