HAYÂ – UTANMAK
Evliyânın meşhurlarından
Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Devamlı utanmaktan ve sıkılmaktan bahseden, fakat Allahü teâlâdan sıkılmayan
kimseye ne kadar şaşılır."
HAYÂ ÎMÂNDANDIR
Bu mübârek Velî'nin, bir
hizmetçisi vardı,
Ehl-i hâl biri olup, hasta
olmuş yatardı.
Git gide hastalığı, arttı
ziyâdesiyle,
Artık öleceğini, anladı kalp
gözüyle.
O,
Ali bin Heytî'ye,
dedi ki: "Ey üstâdım,
Tâze hurma yemeği, istiyor
şimdi canım."
Lâkin hurma mevsimi, henüz
olmadığından,
Bu arzûyu yerine, getirmek
zordu o an.
Ali bin Heytî ona, buyurdu
ki: "Ey evlât!
Bu zaman tâze hurma,
bulunmaz gerçi fakat,
Keffan'da bolca vardır, olma
hiç müteessir,
Çünkü şimdi orası, tam hurma
mevsimidir."
"Abdüsselâm" adında bir zât
vardı orada,
Altı aylık mesâfe, vardı
fakat arada.
Ali bin Heytî ona, seslendi
ki odadan;
"Ey Abdüsselâm, bize, hurma
getir oradan."
Hizmetçi alıyorken, en son
nefeslerini,
O getirip bir anda, bir
hurma sepetini.
Dedi: "Niçin dünyâya, böyle
meylediyorsun?
Bak ömrün sona gelmiş, sen
hurma istiyorsun."
Hizmetçi çok üzülüp, dedi:
"Bu, dünyâ değil
Asıl sen, çok yakında,
edersin küfre meyil.
Hıristiyan olarak, tam
verirken canını,
Yine üstâdımızın, görürsün
imdâdını."
Bu sözleri söyleyip, göç
etti bu dünyâdan,
Döndü Abdüsselâm da, biraz
sonra oradan.
Yolda bir kadın gördü, çok
güzel, açık saçık,
Gözü ona takılıp, bir anda
oldu âşık.
Evlenmek isteyince, dedi ki
ona kadın:
"Hıristiyan olmazsan, yanıma
gelme sakın!"
Nefsine aldanmıştı, kabûl
etti mâlesef,
Bir kadının uğruna, dînini
etti telef.
Âniden hasta oldu, bir
müddet sonra dahî,
Ve Ali bin Heytî de, haber
aldı bu hâli.
Birine buyurdu ki: "Su dolu
bir testi al,
Ve git Abdüsselâm'a, ölmeden
yetiş derhâl.
En son nefeslerini,
almaktadır o hâlen,
O suyu üzerine, birden
boşalt tamâmen."
"Peki" deyip bir anda, vardı
onun evine,
Götürdüğü o suyu, boşalttı
üzerine.
O hasta vücûduna, su temas
ettiği an,
"Allah Allah" diyerek,
fırladı yatağından.
Kelime-i şehâdet, söyleyip
tekrar yine,
Hidâyete kavuşup, girdi
İslâm dînine.
Bu hâli görür görmez,
hanımı, çocukları,
Hidâyete geldiler, hepsi de
ayrı ayrı.
Buyurdu ki: "Bir kimse, hayâ
etse Allah'tan,
Allah da hayâ eder, ona azâb
yapmaktan.
O, Allah'a ne kadar, ederse
çok itâat,
Ona da o nisbette, herkes
eder iltifat.
O, ne kadar korkarsa, Allahü
teâlâdan,
Herkes de o nisbette,
çekinir, korkar ondan.
Kim azîz tutar ise, Rabbinin
her emrini,
Allah da azîz tutar,
mahşerde kendisini.
Kim hizmet eder ise,
yaşlılara genç iken,
Yaşlanınca ona da, bulunur
hizmet eden."
Evliyânın meşhûrlarından
Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden nasihat
isteyenlere buyurdular ki: En faydalı hayâ, hoşuna giden bir şeyi Allahü
teâlâdan isteyip, sonra da O'nun rızâsına uygun olmayan işi yapmamaktır.
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden Ankaravî İsmâil Rusûhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri,
hayâ ile ilgili bir soruya şöyle cevap verdiler: "Bir gün Peygamber efendimiz
Eshâbına buyurdu ki: "Eshâbım! Allahü teâlâdan tam bir şekilde hayâ ediniz."
Eshâb-ı kirâm dediler ki: "Yâ Resûlallah! Bizim hepimiz Allahü teâlâdan
utanırız." Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Hayâ bu değildir. O kimse ki Allahü
teâlâdan tam bir şekilde hayâ eder. Gözünü, kulaklarını ve diğer uzuvlarını
haramlardan, bâtınını ve fercini (edeb yerini) haram ve zinâdan korur, ölümü
hatırlar, âhireti diler, dünyânın süs ve zînetlerini terk eder ise, hakîkatte bu
kimse Allahü teâlâdan hayâ etmiştir." Hayâ güzel bir huydur ki dînimizce iyi
olduğu bildirilmektedir. Hakdan ve insanlardan hayâ etmelidir. Hayâ edilmeyen
işte hayır yoktur."
Evlîyanın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın
ihsân ettiği nîmetlerin çokluğunu göreceksin. Bir de, O'na karşı yaptığın ibâdet
ve tâatlardaki kusurlarını göreceksin. Bu iki görüş arasında meydana gelen hâle
hayâ denir."
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Kul, Allahü teâlâdan hayâ ederse, Allahü teâlâ onun ayıplarını örtüp,
insanlardan gizler, hatâlarını affeder. Kıyâmet günü hesâbını kolay eyler."
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hayâ, Allahü
teâlânın beğenmediği kötü huylardan vazgeçmektir."
Tâbiînin büyük fıkıh
âlimlerinden ve velî Sâlim bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
defâsında Harem-i şerîfe girdiğinde Emevî hükümdarlarından Hişâm bin Abdülmelik
ile karşılaştı. Onun; "Ey Sâlim! Ne ihtiyâcın varsa benden iste" suâli üzerine;
"Yâ Emîr-ül-Müminîn! Ben Allah'ın evinde başkasından bir şey istemekten hayâ
ederim" cevâbını verdi. Bir defâsında Eş'ab hazretlerine buyurdu ki:
"İhtiyaçlarını Allah'tan başkasından bekleme."
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bâzı
Peygamberler kavimlerine şöyle derler: Hayâsızların çokluğundan hayâ etmez
misiniz?"
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Hayâ sâhibi olmanın alâmetlerinden bâzıları
şunlardır: Gönlü kırık ve mahzûn olarak Allahü teâlâya kavuşacak, O’na hesab
verecek olmanın büyüklüğünü düşünmelidir. Hiçbir zaman düşünmeden konuşmamalı,
sonunda mahcûb olacağı işleri yapmaktan çok sakınmalıdır. Bütün âzâlarını,
İslâmiyyete uygun olmayan her hâlden uzak tutmalıdır. Dünyâ gösterişini terk
etmeli, bunların yaldızlı, yalancı ve geçici zevkleri, Allahü teâlânın rızâsını
unutup, sonsuz saâdetden mahrum kalmağa sebeb olmamalıdır. Mezarlığı ve ölümü
çok hatırlamalı, ölümün bir gün mutlakâ kendisine de geleceğini hiç
unutmamalıdır. Her an ölüme hazır olmalıdır.”
Büyük velîlerden Yûsuf
bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın
kendilerini her an görmekte olduğunu bilen insanlar, O’nun kendilerini görmekte
olduğunu düşünerek, O’ndan ve emirlerinden başka şeye iltifat etmekten hayâ
ederler.”
Büyük velîlerden ve Mısır’da
yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Hayâ iki çeşittir: Dînî hayâ, Allahü teâlânın
yapılmasını yasakladığı şeyleri yapmaktan duyulan hayâ utançtır. Tabiî veya
nefsî hayâ ise, yapılıp yapılmamasında kişinin kendi reyine bırakılan
hususlardır. Meselâ kişinin kendisine yakışmayan elbise ile sokağa çıkması,
şahsî ve nefsî arzûlara dayanan hayâ, bir çeşit utanç duygusudur.”
Büyük velîlerden Ma'rûf-ı
Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir dayısı şehrin vâlisi idi.
Vâli, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda
oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor,
bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu. Dayısı, köpekle birlikte yemeğe utanmıyor
musun dedi. Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp
havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve
gözünü örttü. Ma'rûf; "Allah'tan utanandan her şey utanır." buyurdu. Dayısı bu
hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
Osmanlı âlim ve velîlerinden
Ziyâeddîn Nurşînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında şöyle
buyurdular: “Eğer insan bir hıristiyan çocuğundan utandığı kadar Allahü teâlâdan
utansa, o kimseden ilâhî emirlere zıt bir hareket zuhûr etmez. Meselâ zinâ
işlemek gibi büyük bir günâhı işlemek üzere olan kimse, bir hıristiyan çocuğunun
geldiğini görse, onun kendilerini göreceğini anlasa, hemen bu kötü işten
kaçınır. Çocuğun görmesinden utanır. Halbuki Rabbülâlemînin her an kendisiyle
berâber olduğunu düşünmez. O her an insanı görmektedir. Vazîfeli melekler de
onun durumunu bilmektedir.”
|