GÜNAHKÂR
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler
yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te toplanmıştır. Bu manzumelerin
konularından birisi şudur: Günâhkârların vaziyeti:
Dünyâ benim diyenler, cihan
malını alanlar
Herkes kuş gibi olup, o
harama batmışlar.
Molla, müftü olanlar, yalan
fetvâ verenler
Akı kara kılanlar Cehenneme
girmişler.
Kâdı, imâm olanlar, haksız
dâvâ kılanlar
Eşek gibi olarak yük altında
kalmışlar.
Rüşvet alan hâkimler, haram
alıp yiyenler
Parmağını dişleyip, korkup
durup kalmışlar.
Büyük velî ve Hanbelî
mezhebî fıkıh âlimi Ali bin Muhammed bin Beşşâr (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâya isyânkâr olup, günahlara dalan kimsenin,
Allahü teâlânın verdiği cezâları çok görmesi münâsip değildir."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) herkese karşı çok şefkatli
idi. Talebelerine bir gün; "Mâsiyet günah irtikâb etmiş, işlemiş olan
müslümanlara rahmet gözüyle bakmayan kimseler, bizim yolumuzdan ayrılmış
sayılır." Buyurdular.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: "Bir gün üç erkek bir kadın
tarafından omuzlar üzerinde taşınan bir cenâze gördüm. Gittim cenâzenin kadın
tarafından tutulan kolunu omuzuma aldım ve mezarlığa kadar götürdüm. Sonra
cenâze namazını kılıp defnettik. Oradakilere; "Size yardımda bulunacak bir başka
komşunuz yok muydu?" deyince; "Vardı ama bunu hor ve hakîr görüyorlardı."
dediler. Ben yine; "Peki ne yapmıştı?" dedim. Onlar; "Çünkü bu çok günahkârdı."
dediler. Sonra oradan ayrıldık. Vefât eden kişiye acımıştım. O gece bir rüyâ
gördüm. Rüyâmda biri yanıma geldi. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Ayrıca
çok kıymetli elbiseler giymişti ve tebessüm ediyordu. Kendisine; "Sen kimsin?"
dedim. Bana; "Cenâze namazını kılıp defnettiğiniz, günahkâr kişiyim. Halk
tarafından horlanmıştım. Lâkin yüce Rabbim son ânımda bana merhâmet eyledi.
Şimdi bu merhâmetin nîmetleri içindeyim." diye cevap verdi.
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden Ebû Amr
adında bir zât şöyle anlatmıştır: "Ebû Osman Hîrî hazretlerini tanıyıp
sohbetlerinde bulundum. Önceden içinde bulunduğum kötü hallerimi terkettim.
Günahlarıma tövbe edip bir daha işlememeye karar verdim. Ancak bir müddet sonra
yine günaha başladım. Uygunsuz hallerim oldu. Bu sebeple hocamın huzûruna
çıkamıyordum. Görünmemek için kaçıyordum. Bir gün yolda karşılaşıverdik. Bana
şefkat ve merhâmetle yaklaşıp; "Evlâdım! Düşmanlarınla günahlardan ve
kusurlardan uzak olmadıkça oturma. Eğer onlarla günahlara batmış bir halde
görüşürsen senin bu hâline sevinirler. Sen günahsız temiz olduğun zaman ise
üzülürler. Eğer günah işlemen gerekiyorsa bizim yanımıza gel ki, biz sana
katlanalım! Böylece düşman arzusuna kavuşamasın." dedi. Bana bu sözleri
söyleyince kalbimden günah işleme düşüncesi silindi. Gerçek bir şekilde tövbe
ettim."
Tabiînden, hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: “Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onların
lehine (onlar için) tövbe ve istiğfâr ile duâ etsin. Zîrâ yeryüzündekilere
Allahü teâlâdan mağfiret dilemek meleklerin ahlâkındandır.”
Tâbiînin büyüklerinden, âlim
ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) fâsıklara muhabbet
etmez, fıskı hoş karşılamazdı. Buyurdular ki: "Kim, fıskdan günahtan râzı olur
beğenirse, onu yapanlardan olur. Kim de Allah'a isyân edenleri beğenirse, râzı
olursa, Allahü teâlâ onun ibâdetlerini kabûl etmez."
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı
Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin huzûruna Horasan'dan fâsık
biri gelmişti. Bu kimse şarap içen, haram işleyen, sapık îtikâdlı biriydi. O
zamana kadar hiç gelmemişti. Gelip oturur oturmaz, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri
onu azarlayıp, huzûrundan kovdu. Bu sırada orada bulunan talebesi Mîr
Abdülevvel'in kalbinde; "Uzaktan garîb bir adam, ihlâs ve niyazla gelmiş, acabâ
onu neden hoşnud etmedi?" düşüncesi geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr, hemen bu
talebesinin kalbinden geçen düşünceyi anlayıp; "Bu kimseyi köpek yavrusu
sûretinde gördüm ve bu sebeple kovdum. Köpek yavrusuna bundan iyi muâmele
yapılmaz." buyurdu. Bunun üzerine talebesi Abdülevvel, gelen adamın hâlini
araştırıp, öğrendi. Adam fâsık, haramlara dalmış, içki içen, haramlara
aldırmayan birisiymiş. O zaman hocasının o kimseyi, günahlara dalmasından dolayı
köpek sûretinde gördüğünü ve kovmasının hikmetini anladı. |