GIYBET
Hindistan evliyâsından ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı
Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, müslümanlara çok şefkatli
idi. Seher vakti onlara duâ ederdi. Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı.
Hâkim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi. Çoğu zaman
Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu. Bir gün hapse düştü.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapishâneden çıkartmak için çok uğraştı. Fakat
bunu ona söylemedi.
Abdullah-ı Dehlevî'nin
meclisinde dünyâ ile ilgili sözler konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona mâni
olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım." derdi. Bir gün yanında;
pâdişahı kötülediler. O gün oruçlu idi. Kötüleyene dönerek; "Eyvâh orucumuz
gitti!" buyurdu. "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet
etmedik, ama dinledik. Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır." buyurdu.
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
buyurdular ki: "Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü
sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur."
Evliyânın meşhûrlarından
Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanın en
kötü işlerinden birisi gıybet etmesidir. Bu yüzden, dünyâ ve âhirette zarara
uğrar. Hattâ o yüzden ona buğzedilir. Melekler ondan uzaklaşır. Şeytanlar
sevinir. Gıybet, amelleri boşa çıkarır. Herkes yanında sevgisini kaybeder.
Değeri kalmaz. Gıybet ile nemime (söz taşımak), birbirine yakındır. İkisi de
aynı şeyden doğar. İkisi de taşkınlık ve azgınlıktır. Azgın olmayan kimse
bunlarla uğraşmaz. Söz taşıyan, kâtil gibidir. Gıybet eden ise, leş yiyen
gibidir. Azgın kimse kibirlidir. İnsan nefsini bu hastalıklara kaptırınca,
iftirâ günahına da girer. Böylece gıybet, kişinin nefsini temize çıkarmak
istemesinden ve kendisini beğenmesinden doğar. Gıybetten, en büyük belâdan kaçar
gibi kaçmak lazımdır. Çünkü o Kur'ân-ı kerîmde haram kılınmıştır."
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine gıybet hakkında
sorulduğunda: "Bana kim düşmanlık yapıyor, kim beni gıybet ediyor ve hakkımda
kötü söylüyor, keşke bilsem de ona altın ve gümüş göndersem. Benim işimde
çalışarak kazandığı sevapları benim defterime geçirdiğine göre benim paramdan
harcasın." buyurdu.
Hindistan evliyâsından
Ahmed Şeybânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) huzûrunda gıybet konuşulsa, hattâ
lüzûmsuz bir şey söylense aslâ müsâade etmez, derhâl; "Baba sus!" diyerek îkaz
ederdi.
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) gıybetten çok sakınırdı. Bir gün
Şenûziyye mescidinde oturmuş cenâze namazı için cemâat bekliyordu. Bu sırada bir
fakir gördü. Hâlinden ibâdet ehli olduğu anlaşılıyordu. Fakat dilenmek ile
meşguldü. Kendi kendine; "Bu adamcağız böyle dileneceğine çalışıp nefsini bu
hâle düşmekten korusa daha iyi olmaz mı? Üstelik sağlığı da yerinde." diye
düşündü. O gece ibâdet yapmak için kalkamadı ve rüyâsında bir tepsi içinde o
fakirin eti sunularak; "Ye bunu." dediler. "Ben onun gıybetini yapmadım ki."
diyecek oldu. "Senin gibisinin böyle düşünmesi bile hoş değil, derhal git ondan
helâllik dile." dediler. Sabah olunca o adamın peşine düştü. Bir yerde bakla
yaprağı topladığını gördü. Yanına sokulup selâm verdi. Ona; "Bir daha böyle
yapacak mısın?" diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî de; "Hayır." karşılığını verdi.
"Allah beni de seni de bağışlasın." diye duâ etti.
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: Şaşarım o
adamın aklına ki din kardeşini arkasından çekiştirir de yüzüne gelince ona sevgi
gösterir, hemen onu övmeye başlar. Kim insanların şeref ve haysiyetiyle oynadığı
halde, Allahü teâlânın kendisini sevdiğini iddiâ ederse, şüphesiz o bir
yalancıdır. Çünkü o bir şeytandır. Şeytan ise Allahü teâlânın düşmanıdır.
Evliyânın büyüklerinden ve
hadîs âlimi Dırâr bin Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Gıybet etmek, annesi ile yetmiş kere zinâ etmekten daha kötüdür."
Büyük ve meşhûr velî Ebû
Câfer Haddâd el-Kebîr (rahmetullahi teâlâ aleyh) gıybetin insanı felâkete
düşüreceğini gösteren bir hâdiseyi şöyle nakletmiştir: "Yanımızda çok çalışan,
çok ibâdet eden bir genç vardı. Bununla berâber bu genç, başkalarını çok gıybet
ederdi. Bir ara kayboldu. Bir müddet sonra onu kötü kimselerin yanından çıkarken
gördüm. Niye bu hâle düştüğünü sordum. O da; "Gıybet beni bu hâle düşürdü. Bu
kötü insanlardan birine tutuldum. O mânevî hallerin hepsini elimden kaçırdım.
Şimdi bunların yanından ayrılamıyorum. Duâ et de, bu halden kurtulayım." dedi.
Büyük velîlerden Ebü'l-Hayr
el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Münâvî hazretleri
şöyle anlatır: insanları sû-i zan ve gıybetten sakındırır, kendinden misâl
verirdi.
"Birisi yanına su ve
yolculukta lâzım olacak erzakı, yiyeceği almadan yola çıkmıştı. Hatırımdan;
"Şunun hâline bak." diye geçti. Bunun üzerine bana; "Gıybet haramdır." dedi.
Onun sözünden bayıldım. Kendime geldiğimde tövbe ettim. O derviş bana bakarak
Allahü teâlânın; "Kullarından tövbeyi kabûl eden O'dur. O günahları affeder."
(Şûrâ sûresi: 25) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve oradan ayrıldı."
Evliyânın büyüklerinden,
hadîs, kelâm ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Fahr-ül-Fârisî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) gıybet hakkında bir suâl sorulduğunda buyurdular ki: "Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: "Zannın çoğundan sakınınız! Çünkü,
zannetmenin bâzısı günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araştırmayın! Birbirinizi
gıybet etmeyin!" (Hucurât sûresi: 12)
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü
anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimizin huzurlarında bulunan
birisi, orada bulunmayan biri hakkında; "Ne kadar da âciz birisi!" deyince,
Resûlullah efendimiz; "Kardeşinizin etini yediniz. Çünkü onu gıybet ettiniz."
buyurdular.
Allahü teâlâ, Mûsâ
aleyhisselâma; "Gıybetten tövbe ederek ölen kimse, Cennet'e girenlerin sonuncusu
olacaktır. Gıybete devâm ettiği halde ölen kimse ise, Cehennem'e girenlerin ilki
olacaktır." diye vahyetti.
Anlatılır ki, İbrâhim bin
Edhem bir yere dâvet edilmişti. Oraya vardığında, geciken birisi hakkında; "O
zâten ağır adamdır." dediler. İbrâhim bin Edhem; "Keşke buraya gelmeseydim.
Çünkü, burada gıybet yapılmaktadır." dedi.
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden İsmâil Fakîrullah (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin akrabâlarından Abbâs isminde yaşlı biri huzûruna geldi. Ağzı
eğilmiş, dudağının bir tarafı kulağına ulaşmıştı. Sol yüzün cildi kat kat
kırışıp dudağıyla kulağı arasında buruşup görünmez olmuştu. Sağ yüzünün cildi de
aksine gerilip, açılmıştı ve güneşte kalan def gibi gergin ve parlak olmuştu.
Konuştuğu da anlaşılmıyordu.
O merhamet menbâı olan
mübârek İsmâil Fakîrullah, akrabâsının o hâlini görünce ağladı. Sonra da mübârek
eliyle ağzını mesh etti. Fâtiha sûresini okudu, el kaldırıp, duâda bulundu.
Bundan sonra Allahü teâlânın izniyle ağzı düzeldi, eski hâline geldi. Fakîrullah
hazretlerinin elini öptükten sonra: "Hocam, beni affetmeni istirhâm ediyorum. Bu
gece arkandan uygun olmayan sözler sarf ederek gıybetini yapmıştım. Uyuduğumda
gâibden bir sille gelip, bir vuruşta ağzımı bu hâle getirdi. Tövbeler olsun."
deyip tekrar tekrar af diledi. Merhameti bol olan İsmâil Fakîrullah da; "Bize
karşı olan kusurun bizden yana helâl olsun. Hak teâlâ sana hidâyet versin.
Bundan sonra sakın bir kimseyi gıybet etmeyesin. Müminin mümini gıybet etmesi
kesin olarak haramdır. Bizi gıybet etme ki, bizim gibi zelîl kulun sâhibi,
azîzdir ve intikam alıcıdır. Dikkatli ol." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır. “Bir gece Resûlullah
efendimizi rüyâmda gördüm ve; “Ey Allahü teâlânın Resûlü! Birçok kimse, sizi
rüyâda sık sık gördüğüme inanmıyorlar.” dedim. Mübârek elini kalbimin üzerine
koydu ve; “Ey evlâdım, gıybet haramdır. Sen, “Ey müminler! Zannın çoğundan
sakınınız! Çünkü, zannın çoğu günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araştırmayın!
Birbirinizi gıybet etmeyin!” (Hucurât-12) meâlindeki âyet-i celîleyi okumadın
mı?” buyurdu. Sonra Resûl-i ekrem şöyle buyurdu: “Eğer başkasının gıybet
etmesini dinlemek mecburiyetinde kalırsan, İhlâs ve Mu’âvvezeteyn sûrelerini
oku. Hâsıl olan sevâbı, gıybeti edilenlere hediyye eyle. Çünkü gıybet ile sevap,
ikisi de birbirlerini tâkib ederler ve Allahü teâlânın izni ile denk olurlar.”
Tabiînden hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) kimseyi
gıybet etmez ve gıybet edilmesini istemezdi. “Yanımda gıybet yapan benim
arkadaşım olamaz.” buyururdu.
Evliyânın büyüklerinden Şeyh
Sa'dî-i Şîrâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey akıllı
kimse! İster iyi, ister kötü olsun, kimsenin arkasından konuşma. Çünkü hakkında
konuştuğun kişi gerçekten kötü ise, onu kendine düşman etmiş olursun. İyi ise,
çok kötü bir iş yapmış olursun. Biri sana gelip de filân adam kötüdür derse, iyi
bil ki, o kendi kusûrunu söylemiş olur."
"Birisi şu ibretli sözü
söyledi: Gıybet edecek olursam, anamdan başkasının gıybetini etmem. Zîrâ böylece
sevaplarım anama yazılmış olur!"
Ey iyi insan! Bir insanın
iki şeyi dostlarına haramdır. Birisi; onun malını haksız yere alarak yemek,
diğeri; arkasından iyi olmayan şekilde konuşmaktır. Biri senin yanında
başkasının aleyhinde konuşuyorsa, zannetme ki başkasının yanında seni medheder.
Benim nazarımda bu dünyâda en akıllı insan, kendisiyle meşgûl olup,
başkalarından gâfil olandır."
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Gıybet hakkını helâl et.” diyenlere, "Onu ben
haram etmedim ki, helâl edeyim, onu haram eden Allahü teâlâdır. Sonuna kadar da
haramdır."
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine birisi gelip; "Peygamber
efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: "Çok et yenen bir hâne halkından
Allahü teâlâ nefret eder."
"Buradaki hâne halkından
murâd nedir?" diye sordu. Süfyân-ı Sevrî hazretleri; "Gıybet edenlerdir. Çünkü
gıybet edenler başkalarının etini yerler." cevâbını verdi.
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanların benim yüzümden günâha girmelerinden
korkmasaydım, insanların beni gıybet edip kötülemelerini, beni övmelerinden daha
çok isterdim. Çünkü gıybet eden, kötüleyen kimseler günahlarımı almakta,
sevâblarını bana vermekteler. Halbuki, insanların beni medhetmelerinin, çok
övmelerinin bana bir faydası yoktur. Hattâ, beni överken, bende olmayan hâlleri
bildirmeleri, yâni yalan söylemeleri de mümkündür."
Tâbiînin büyüklerinden,
oniki İmâm’ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin’in oğlu olan İmâm-ı Zeynelâbidîn
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin aleyhinde birisi konuşmuştu. Bu
kendisine söylenince yanına gitti. Onunla biraz sohbet ettikten sonra buyurdu
ki: “Hakkımda bâzı şeyler söylediğini duydum. Dediklerin doğruysa, Allahü
teâlâdan mağfiret dilerim, beni affetsin. Dediklerin iftirâ ise, Allah seni
affetsin; selâmı, rahmeti, bereketi de üzerine olsun.” |