|
EVLİYÂNIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ İNKÂR (E -
İ)
Halep bölgesinde yetişen
velîlerden Şeyh Ebû Bekr bin Ebû Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh)
zamânında Halep'te Şeyh Hâlid isminde bir zât vardı. Şeyh Ebû Bekr'in
büyüklüğüne inanmazdı. Kendisi fakir olup, Ulvâniyye tarîkatı üzere câmide
insanlara nasihat ederdi. Fakat Şeyh Ebû Bekr'in hallerini iyi görmez; "O,
şerîate aykırı hareket ediyor, onun yanına gitmeyin." diye devamlı kötülerdi.
Bir gün Haleb'e yeni bir vâli tâyin edildi. Vâli, Şeyh Hâlid'in vâzlarını ve iyi
hallerini duyunca, onun ziyâretine gitti. Görüştüklerinde ona hâlini, ne ile
geçindiğini sorunca, Şeyh Hâlid, serveti, bir maaşı olmadığını, sevenlerin,
dostların yardımı ile geçindiğini, kimseden de bir şey istemediğini, mescidde
müslümanlara nasihat etmekle meşgul olduğunu söyledi. Bunun üzerine vâli
kulağına; "Beni dinlersen İstanbul'a git. Sultan, hâlini öğrenirse sana maaş
bağlar." dedi. Bu teklif Şeyh Hâlid'in hoşuna gitti. Yol hazırlıklarını yaptığı
sırada Şeyh Ebû Bekr ziyâretine geldi. Şeyh Ebû Bekr kimseye gitmezdi. Fakat o
gün talebelerine; "Kalkın Hâlidciğin ziyâretine gidelim." dedi. Mescidin önüne
gelince, içeri girmeden kapının önünde durdu. Şeyh Hâlid bu ziyârete çok
şaşırdı. Şeyh Ebû Bekr ona; "Sana yaşını sormaya geldim. Bana söyle kaç
yaşındasın?" diye sorunca; "Seksen yaşındayım." dedi. Bunun üzerine Şeyh Ebû
Bekr; "Ey Hâlid! Sen bu zamâna kadar hangi gün aç ve çıplak kaldın. Nereye
gidiyorsun. Allahü teâlâdan hayâ etmiyor musun?" deyince, Şeyh Hâlid'in gözünden
yaşlar akmaya başladı ve; "Beni ayıplama! Ben kararımdan vazgeçtim..." dedi.
Şeyh Ebû Bekr'in büyüklüğünü, Allahü teâlânın velî bir kulu olduğunu anlayıp, o
günden sonra çok hürmet gösterdi. O güne kadar söylediklerinden tövbe etti.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
büyüklüğünü inkâr edenlerden biri, Ebû Saîd'in; "Âlemde hiç kimse helâl lokma
bulamayıp haram yese, biz haram yemeyiz." sözünü duymuştu. Kendisini imtihân
etmek istedi. Helâl para ile bir oğlak satın aldı. Haram para ile de,
birincisine çok benzeyen başka bir oğlak aldı. Bunları kızarttırıp, hizmetçisi
ile Ebû Saîd'e gönderdi. Kendisi de önden gidip, onların bulunduğu yerde oturdu.
Hizmetçi kızarmış oğlakları getirirken karşısına iki sarhoş çıkıp, haram para
ile alınan oğlağın bulunduğu tepsiyi alıp yediler. Hizmetçi, elinde kalan ve
helâl lokma ile alınmış olan oğlağı, Ebû Saîd'in önüne koydu. Oğlakları gönderen
kimse durumu öğrenip anlayınca, sarhoşlara çok kızdı. Fakat bu hâlini açıktan
belli etmedi. Sonra Ebû Saîd dönerek; "Kendini boşuna üzme! Haram olan köpeklere
gider, helâl olan da helâl yiyenlere gelir." buyurdu. O kimse çok mahcûb olup
hâline tövbe etti ve bu hâdiseden sonra bir daha aleyhinde bulunmadı.
Ebû Saîd hazretlerini
çekemiyen, büyüklüğünü inkâr edenlerden, kendisine hakârette daha ileri gidip,
çok lânet eden, Ebû Hasan Tûnî isminde biri vardı. Bu kişinin Ebû Saîd'e olan
hürmetsizliği o kadar fazla idi ki, Ebû Saîd'in bulunduğu mahalleye bile
girmezdi. Ebû Saîd bir gün; "Atımı eyerleyip hazırlayınız. Ebû Hasan Tûnî'nin
yanına gideceğiz." buyurdu. Bir çokları bunun hikmetini anlayamayıp hayret
ettiler. O gerçekten bizim yanlış yolda olduğumuzu zannediyor ve Allah rızâsı
için, yanlışa lânet ediyorsa bu lânet sebebiyle Allahü teâlâ ona rahmet eder."
buyurdu. Talebelerinden bir kaç kişi ile yola çıktılar. O kimsenin bulunduğu
yere yaklaşınca, talebelerden birini gönderip, kendisiyle görüşmek için
geldiğini haber verdi. Ebû Hasan Tûnî bu hâli haber alınca; "Onun burada ne işi
var. O, kiliseye gitsin. Onun yeri orasıdır." dedi. O talebe mecbûren bu haberi
hocasına getirince, "Bismillah! Mâdem ki öyle diyor, biz de oraya gideriz."
buyurup kiliseye gittiler. O sırada kilisede hıristiyanlar âyin için
toplanmışlardı. Acabâ niye geldi diye merak edip onun etrafında toplandılar.
İçeri girdi. Duvarda, Îsâ aleyhisselâmın ve hazret-i Meryem'in resimleri diye
çizilmiş iki büyük tablo vardı. Ebû Saîd resimlere bakıp; "Ey Meryem oğlu Îsâ!
Allah'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilâh edinin diye insanlara sen mi
söyledin?" (Mâide sûresi: 116) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve "Muhammed
aleyhisselâmın dîni hak ise, şu anda bu iki resim de secde etsinler." buyurdu.
Allahü teâlânın izni ile o iki resim yere düştü. Yüzleri Kâbe tarafında olup,
secde hâlini aldılar. Orada bulunan hıristiyanlar feryâd ettiler. Kırk tânesi
hemen Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu. Bu hâl, Ebû Hasan Tûnî'ye ulaşınca
hatâsını anlayıp, pişman oldu, tövbe etti. Hemen Ebû Saîd hazretlerinin yanına
gelip özür diledi ve sâdık talebelerinden oldu.
Mısır'da yetişen evliyânın
büyüklerinden ve kelâm âlimi Ebü'l-Abbâs el-Mülessem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin büyüklüğünü inkâr edici sözleri, kendisini fıkıh âlimi
zanneden bir kimse söyledi. Ona; "Ey fakîh! Sen başkasını bırak kendi hâlinle
meşgûl ol! Ömrünün bitmesine yedi gün kaldı. Öleceksin!" buyurdu. O kimse, bu
hâdiseden bir hafta sonra vefât etti.
Rivâyet edilir ki, Ebü'l-Abbâs'ın
bulunduğu şehrin kâdısı, onun büyüklüğünü inkâr ederdi. Bir gün, onun hakkında
zabıt tuttu. Tuttuğu zabtı, dolabına koyup kilitledi ve anahtarını da yanına
aldı. Ebü'l-Abbâs'a da haber gönderip, güneş doğarken mahkemede hazır olmasını
emretti. Ertesi gün güneş doğarken, Ebü'l-Abbâs kâdı efendinin yanına geldi.
Kâdı, hazırladığı zabtı çıkarmak için dolabı açtığında, akşam koyduğu zabtı
yerinde bulamayınca, hayret etti. Anahtarı kimseye vermemişti. Zabtı kim
alabilirdi? Bu hâlde iken Ebü'l-Abbâs cebinden, kâdı efendinin akşam dolaba
kilitlediği zabtı çıkardı, ve; "Senin dolabından bu zabtı almaya gücü yeten
Allahü teâlâ, senin kalbinde bulunan îmânı da almaya kâdirdir. Eğer Allahü
teâlânın velî kullarına karşı gelir, büyüklüklerini inkâr edersen, sana cezâ
olarak kalbinden îmânı çıkartabilir." buyurdu. Bu hâl karşısında kâdı çok mahcûb
olup tövbe etti ve Ebü'l-Abbâs'ı muhâkeme etmek düşüncesinden vaz geçti.
Kûs şehrinde bir grup kimse,
Behâüddîn isminde bir zâtın evinde toplanmışlar, sohbet ediyorlardı. Sohbet
esnâsında Kâdı Izâb isminde bir zat, Ebü'l-Abbâs el-Mülessem hazretlerinin
kerâmetlerinden bahsediyordu. Orada bulunanlardan birisi, bu sözlere îtirâz
ederek: "Bize böyle sözleri söyleme. Eğer o, hakîkaten sâlih bir zât ise,
kerâmet sâhibi ise, hemen şu anda buraya gelir" dedi. Orada bulunanlardan
bâzıları bunu tasdîk ederek aynı şeyi istediler. Ebü'l-Abbâs o sırada, uzakta
bir yerde bulunuyordu. Onlar, bu sözleri söyler söylemez. Ebü'l-Abbâs hazretleri
içeri girip; "Selâmün aleyküm." dedi. Meclistekiler Ebü'l-Abbâs'ın selâmını
aldılar ve onun bu kerâmetinden dolayı hayrette kaldılar. Ebü'l-Abbâs orada
bulunan ve kendisine îtirâz edip, büyüklüğünü inkâr edenlere dönerek; "Aleyhimde
konuştunuz." buyurup, ayrılıp gitti. Orada bulunanların hayret ve teaccübleri
daha da arttı.
Ebü'l-Hasan-ı Harkânî
(rahmetullahi
teâlâ aleyh) Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısıdır. Bir
gün İbn-i Sînâ, Harkân'a Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini evinde
ziyârete geldi. Hanımı, azarlayarak, ormana gittiğini söyledi. Hanımı, Ebü'l-Hasan
hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uygunsuz şeyler söyledi. İbn-i
Sînâ ormana doğru giderken, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin, bir arslana
odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü. "Bu ne hâldir?" diye sorunca,
"Evimdekinin sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu arslan da bizim yükümüzü
taşıyor." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden ve
Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden Ebû Muhammed İbrâhim bin Ali el-A’zeb
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin, "Bizim gelmesini arzû ettiklerimiz,
ancak bizi ziyâret edebilir." buyurduğunu; Meâli bin Hilâl el-Abedânî, duydu ve
içinden; "İstese de istemese de ben onu ziyâret ederim." diye geçirdi. Onun
ikâmet ettiği yere doğru yola çıktı. Oraya yaklaştığında, büyük bir arslana
rastladı. Arslan, üzerine hücûm etti. Korkuyla geri döndü. Ertesi gün ve daha
sonraki günlerde ne kadar gitmek istedi ise, o arslan hep karşısına çıktı.
Hâlbuki ondan başka herkes rahatça gidiyordu. Hiçbirine arslanın zararı
dokunmuyordu.
Bu hâle şaşırdı ve meseleyi
bâzılarına anlattı. Aklına gelenleri de söyledi. Ona; "Bu arslanın sana yol
vermemesi, o büyük zâtın sözüne küçük bir îtirâzın sebebiyledir." dediler. Bunun
üzerine istigfâr okuyup, hâlis bir niyetle tövbe etti. Tövbekâr olarak yola
çıkıp, Ebû Muhammed İbrâhim'in yanına gitti. Arslan da kalkıp onun yanına geldi.
Ebû Muhammed İbrâhim, arslanla şakalaştılar ve ona dönerek; "Hoş geldin, ey
tövbekâr kişi!" buyurdular. O da hemen ellerine sarılıp öptü ve af diledi. |
|