CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂNIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ İNKÂR (E - İ)

Halep bölgesinde yetişen velîlerden Şeyh Ebû Bekr bin Ebû Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Halep'te Şeyh Hâlid isminde bir zât vardı. Şeyh Ebû Bekr'in büyüklüğüne inanmazdı. Kendisi fakir olup, Ulvâniyye tarîkatı üzere câmide insanlara nasihat ederdi. Fakat Şeyh Ebû Bekr'in hallerini iyi görmez; "O, şerîate aykırı hareket ediyor, onun yanına gitmeyin." diye devamlı kötülerdi. Bir gün Haleb'e yeni bir vâli tâyin edildi. Vâli, Şeyh Hâlid'in vâzlarını ve iyi hallerini duyunca, onun ziyâretine gitti. Görüştüklerinde ona hâlini, ne ile geçindiğini sorunca, Şeyh Hâlid, serveti, bir maaşı olmadığını, sevenlerin, dostların yardımı ile geçindiğini, kimseden de bir şey istemediğini, mescidde müslümanlara nasihat etmekle meşgul olduğunu söyledi. Bunun üzerine vâli kulağına; "Beni dinlersen İstanbul'a git. Sultan, hâlini öğrenirse sana maaş bağlar." dedi. Bu teklif Şeyh Hâlid'in hoşuna gitti. Yol hazırlıklarını yaptığı sırada Şeyh Ebû Bekr ziyâretine geldi. Şeyh Ebû Bekr kimseye gitmezdi. Fakat o gün talebelerine; "Kalkın Hâlidciğin ziyâretine gidelim." dedi. Mescidin önüne gelince, içeri girmeden kapının önünde durdu. Şeyh Hâlid bu ziyârete çok şaşırdı. Şeyh Ebû Bekr ona; "Sana yaşını sormaya geldim. Bana söyle kaç yaşındasın?" diye sorunca; "Seksen yaşındayım." dedi. Bunun üzerine Şeyh Ebû Bekr; "Ey Hâlid! Sen bu zamâna kadar hangi gün aç ve çıplak kaldın. Nereye gidiyorsun. Allahü teâlâdan hayâ etmiyor musun?" deyince, Şeyh Hâlid'in gözünden yaşlar akmaya başladı ve; "Beni ayıplama! Ben kararımdan vazgeçtim..." dedi. Şeyh Ebû Bekr'in büyüklüğünü, Allahü teâlânın velî bir kulu olduğunu anlayıp, o günden sonra çok hürmet gösterdi. O güne kadar söylediklerinden tövbe etti.

Türkistan'da yetişen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin büyüklüğünü inkâr edenlerden biri, Ebû Saîd'in; "Âlemde hiç kimse helâl lokma bulamayıp haram yese, biz haram yemeyiz." sözünü duymuştu. Kendisini imtihân etmek istedi. Helâl para ile bir oğlak satın aldı. Haram para ile de, birincisine çok benzeyen başka bir oğlak aldı. Bunları kızarttırıp, hizmetçisi ile Ebû Saîd'e gönderdi. Kendisi de önden gidip, onların bulunduğu yerde oturdu. Hizmetçi kızarmış oğlakları getirirken karşısına iki sarhoş çıkıp, haram para ile alınan oğlağın bulunduğu tepsiyi alıp yediler. Hizmetçi, elinde kalan ve helâl lokma ile alınmış olan oğlağı, Ebû Saîd'in önüne koydu. Oğlakları gönderen kimse durumu öğrenip anlayınca, sarhoşlara çok kızdı. Fakat bu hâlini açıktan belli etmedi. Sonra Ebû Saîd dönerek; "Kendini boşuna üzme! Haram olan köpeklere gider, helâl olan da helâl yiyenlere gelir." buyurdu. O kimse çok mahcûb olup hâline tövbe etti ve bu hâdiseden sonra bir daha aleyhinde bulunmadı.

Ebû Saîd hazretlerini çekemiyen, büyüklüğünü inkâr edenlerden, kendisine hakârette daha ileri gidip, çok lânet eden, Ebû Hasan Tûnî isminde biri vardı. Bu kişinin Ebû Saîd'e olan hürmetsizliği o kadar fazla idi ki, Ebû Saîd'in bulunduğu mahalleye bile girmezdi. Ebû Saîd bir gün; "Atımı eyerleyip hazırlayınız. Ebû Hasan Tûnî'nin yanına gideceğiz." buyurdu. Bir çokları bunun hikmetini anlayamayıp hayret ettiler. O gerçekten bizim yanlış yolda olduğumuzu zannediyor ve Allah rızâsı için, yanlışa lânet ediyorsa bu lânet sebebiyle Allahü teâlâ ona rahmet eder." buyurdu. Talebelerinden bir kaç kişi ile yola çıktılar. O kimsenin bulunduğu yere yaklaşınca, talebelerden birini gönderip, kendisiyle görüşmek için geldiğini haber verdi. Ebû Hasan Tûnî bu hâli haber alınca; "Onun burada ne işi var. O, kiliseye gitsin. Onun yeri orasıdır." dedi. O talebe mecbûren bu haberi hocasına getirince, "Bismillah! Mâdem ki öyle diyor, biz de oraya gideriz." buyurup kiliseye gittiler. O sırada kilisede hıristiyanlar âyin için toplanmışlardı. Acabâ niye geldi diye merak edip onun etrafında toplandılar. İçeri girdi. Duvarda, Îsâ aleyhisselâmın ve hazret-i Meryem'in resimleri diye çizilmiş iki büyük tablo vardı. Ebû Saîd resimlere bakıp; "Ey Meryem oğlu Îsâ! Allah'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilâh edinin diye insanlara sen mi söyledin?" (Mâide sûresi: 116) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve "Muhammed aleyhisselâmın dîni hak ise, şu anda bu iki resim de secde etsinler." buyurdu. Allahü teâlânın izni ile o iki resim yere düştü. Yüzleri Kâbe tarafında olup, secde hâlini aldılar. Orada bulunan hıristiyanlar feryâd ettiler. Kırk tânesi hemen Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu. Bu hâl, Ebû Hasan Tûnî'ye ulaşınca hatâsını anlayıp, pişman oldu, tövbe etti. Hemen Ebû Saîd hazretlerinin yanına gelip özür diledi ve sâdık talebelerinden oldu.

Mısır'da yetişen evliyânın büyüklerinden ve kelâm âlimi Ebü'l-Abbâs el-Mülessem (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin büyüklüğünü inkâr edici sözleri, kendisini fıkıh âlimi zanneden bir kimse söyledi. Ona; "Ey fakîh! Sen başkasını bırak kendi hâlinle meşgûl ol! Ömrünün bitmesine yedi gün kaldı. Öleceksin!" buyurdu. O kimse, bu hâdiseden bir hafta sonra vefât etti.

Rivâyet edilir ki, Ebü'l-Abbâs'ın bulunduğu şehrin kâdısı, onun büyüklüğünü inkâr ederdi. Bir gün, onun hakkında zabıt tuttu. Tuttuğu zabtı, dolabına koyup kilitledi ve anahtarını da yanına aldı. Ebü'l-Abbâs'a da haber gönderip, güneş doğarken mahkemede hazır olmasını emretti. Ertesi gün güneş doğarken, Ebü'l-Abbâs kâdı efendinin yanına geldi. Kâdı, hazırladığı zabtı çıkarmak için dolabı açtığında, akşam koyduğu zabtı yerinde bulamayınca, hayret etti. Anahtarı kimseye vermemişti. Zabtı kim alabilirdi? Bu hâlde iken Ebü'l-Abbâs cebinden, kâdı efendinin akşam dolaba kilitlediği zabtı çıkardı, ve; "Senin dolabından bu zabtı almaya gücü yeten Allahü teâlâ, senin kalbinde bulunan îmânı da almaya kâdirdir. Eğer Allahü teâlânın velî kullarına karşı gelir, büyüklüklerini inkâr edersen, sana cezâ olarak kalbinden îmânı çıkartabilir." buyurdu. Bu hâl karşısında kâdı çok mahcûb olup tövbe etti ve Ebü'l-Abbâs'ı muhâkeme etmek düşüncesinden vaz geçti.

Kûs şehrinde bir grup kimse, Behâüddîn isminde bir zâtın evinde toplanmışlar, sohbet ediyorlardı. Sohbet esnâsında Kâdı Izâb isminde bir zat, Ebü'l-Abbâs el-Mülessem hazretlerinin kerâmetlerinden bahsediyordu. Orada bulunanlardan birisi, bu sözlere îtirâz ederek: "Bize böyle sözleri söyleme. Eğer o, hakîkaten sâlih bir zât ise, kerâmet sâhibi ise, hemen şu anda buraya gelir" dedi. Orada bulunanlardan bâzıları bunu tasdîk ederek aynı şeyi istediler. Ebü'l-Abbâs o sırada, uzakta bir yerde bulunuyordu. Onlar, bu sözleri söyler söylemez. Ebü'l-Abbâs hazretleri içeri girip; "Selâmün aleyküm." dedi. Meclistekiler Ebü'l-Abbâs'ın selâmını aldılar ve onun bu kerâmetinden dolayı hayrette kaldılar. Ebü'l-Abbâs orada bulunan ve kendisine îtirâz edip, büyüklüğünü inkâr edenlere dönerek; "Aleyhimde konuştunuz." buyurup, ayrılıp gitti. Orada bulunanların hayret ve teaccübleri daha da arttı.

Ebü'l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısıdır. Bir gün İbn-i Sînâ, Harkân'a Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini evinde ziyârete geldi. Hanımı, azarlayarak, ormana gittiğini söyledi. Hanımı, Ebü'l-Hasan hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uygunsuz şeyler söyledi. İbn-i Sînâ ormana doğru giderken, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin, bir arslana odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü. "Bu ne hâldir?" diye sorunca, "Evimdekinin sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu arslan da bizim yükümüzü taşıyor." buyurdu.

Evliyânın büyüklerinden ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden Ebû Muhammed İbrâhim bin Ali el-A’zeb (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin, "Bizim gelmesini arzû ettiklerimiz, ancak bizi ziyâret edebilir." buyurduğunu; Meâli bin Hilâl el-Abedânî, duydu ve içinden; "İstese de istemese de ben onu ziyâret ederim." diye geçirdi. Onun ikâmet ettiği yere doğru yola çıktı. Oraya yaklaştığında, büyük bir arslana rastladı. Arslan, üzerine hücûm etti. Korkuyla geri döndü. Ertesi gün ve daha sonraki günlerde ne kadar gitmek istedi ise, o arslan hep karşısına çıktı. Hâlbuki ondan başka herkes rahatça gidiyordu. Hiçbirine arslanın zararı dokunmuyordu.

Bu hâle şaşırdı ve meseleyi bâzılarına anlattı. Aklına gelenleri de söyledi. Ona; "Bu arslanın sana yol vermemesi, o büyük zâtın sözüne küçük bir îtirâzın sebebiyledir." dediler. Bunun üzerine istigfâr okuyup, hâlis bir niyetle tövbe etti. Tövbekâr olarak yola çıkıp, Ebû Muhammed İbrâhim'in yanına gitti. Arslan da kalkıp onun yanına geldi. Ebû Muhammed İbrâhim, arslanla şakalaştılar ve ona dönerek; "Hoş geldin, ey tövbekâr kişi!" buyurdular. O da hemen ellerine sarılıp öptü ve af diledi.