|
EVLİYÂ'YI ÜZMEK (F - H - İ)
Hindistan'da yetişen
Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri'nin yanına bir gün birisi geldi. Genc-i Şeker ona bir
şey verdi ve gitmesini söyledi. Fakat o kimse, Genc-i Şeker'in yanından uzun
zaman ayrılmadı ve kullanmakta olduğu tarağı almak istedi. Bunun için Genc-i
Şeker'i çok rahatsız etti. Sonunda dayanamayan Genc-i Şeker ona; "Gidin beni
rahatsız etmeyin. Allahü teâlâ seni cezâlandırsın." dedi. O kişi oradan ayrıldı
ve yıkanmak için bir dereye girdi. Suya daldı ve bir daha çıkmadı.
Yine bir gün, Genc-i Şeker
namaz kıldığı sırada, bir kimse dergâha girdi. Çok edepsizce ve tâciz edici bir
şekilde Genc-i Şeker'e hitâben, yüksek sesle; "Nedir burada yaptığın sahte
gösteri? Kendini bir ilâh ilân ediyor ve insanları kendine ibâdet ettiriyorsun."
dedi. Genc-i Şeker bu kişiye çok kibâr ve mütevâzî bir sesle; "Kardeşim, kendimi
aslâ ilâh ilân etmedim ve insanlara bana tapın demedim. Ben, Allahü teâlânın
önemsiz ve mütevâzî bir kuluyum. Dilediğine şeref ve şöhret veren yalnız O'dur.
Bu âcizin bütün şöhreti, Allahü teâlânın ihsânı sebebiyledir." dedi. Şahıs, bu
tatlı ve yumuşak sözler karşısında saygısızlığına pişmân oldu, tövbe etti ve
özür diledi. Bunun üzerine Genc-i Şeker onu affetti.
Anadolu'da yaşayan büyük
velîlerden Hacım Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin ikâmet
ettiği yerde yörükler topluluğundan bozuk îtikâd sâhibi bir grup vardı. Bir gün
Hacım Sultan'ın yanına gelerek; "Sen kimsin? Nereden geldin?" diye sordular.
Hacım Sultan; "Hicaz'dan gelirim." deyince; "Öyleyse buradan git. Bizim
yerimizde ne ararsın?" dediler. Hacım Sultan; "Buraya Allahü teâlânın izni,
Peygamber efendimizin işâreti, Ahmed Yesevî ve Hacı Bektâş-ı Velî'nin duâsı ile
geldim. Burası bizim makâmımız, yerimiz oldu." buyurdu. Onlar ısrarla gitmesini,
yoksa zarar vereceklerini söylediler. Hacım Sultan oradan ayrılmayınca, zarar
vermek istediler. Allahü teâlânın izni ile zarar veremediler. Hacım Sultan,
Allahü teâlâya; "Bunların şerrini benim üzerimden def eyle." diye duâ etti.
Allahü teâlâ bu kabîleye bir hastalık verdi ve pek çok kimse öldü. Bunun üzerine
kabîlenin ileri gelenleri Hacım Sultan'dan af dilediler. Hacım Sultan da; "Allahü
teâlâ üzerinizdeki belâ ve musîbeti def eylesin." diye duâ edince, kabîle
hastalıktan kurtuldu.
Anadolu'da yetişen İslâm
âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Seyyid İbrâhim Efendi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin zamânında bulunan haddini bilmez bir kimse, kendisine
dil uzatıp gıybetini yapar, hakkında uygun olmayan şeyler söylerdi. Bu kimsenin
yaptıkları, söyledikleri, defâlarca Seyyid İbrâhim'e haber verildiği hâlde, o
bir cevap vermeyip hep sükût eder ve sabrederdi.
Yine birgün o kimsenin,
haddi aşarak ve daha da ileri giderek söylediklerini kendisine haber verdiler.
Önceki söyledikleri yara olarak kalbinde durduğu ve hiçbir şey söylemeyip hep
sabrettiği hâlde, bu defâ çok üzülüp gayrete gelerek; "Acabâ şu anda lisânı
(dili) döner, hareket eder mi ki?" dedi. Mübârek gönlü çok incinip, o kimseye;
"Dili kurusun." diye bedduâ etti. O gece, o kimsenin dili tutuldu ve ölünceye
kadar hiç konuşamadı. O kimsenin bu acıklı halini görenler, Allahü teâlânın velî
kullarına dil uzatmanın, karşı gelmenin ve edebsizce sözler söylemenin ne kadar
tehlikeli olduğunu ve ne ağır belâ ve musîbetlere uğranacağını anladılar.
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin güvenilir bir talebesi ve oğulları şöyle anlatmışlardır:
Bir tüccar, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin komşularından birinin malını çaldı. Mal
sâhibi ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin akrabâsından bir genci hırsızlıkla
ithâm etti. O genç, hakâret ve dayak korkusundan kaçıp gitti. Serhend'de bu
işlerle görevli olan nöbetçi bunu duyunca hazret-i İmâm'ı çağırdı. İşinde
gevşeklik gösterenin yanına gitmek îcâbetmediğini bildikleri hâlde, İmâm-ı
Rabbânî hazretleri talebelerinden birisi ile, yaya olarak oraya gitti. O edepsiz
nöbetçi onların şânına yakışmayan sözler söyledi. Hazret-i İmâm ise gâyet
yumuşak cevaplar verdi. Bu esnâda Mevlânâ Tâhir Bedahşî geldi. O kızgın
nöbetçiye; "Kimi ayağına çağırdığını biliyor musun? Allahü teâlânın dostlarına
kötü davrananlar elbette kısa zamanda cezâsını görür." dedi. Nöbetçi onları
bıraktı. Aradan bir gün geçmeden bu edepsiz nöbetçi, semtinde bulunan büyük bir
kalabalıkla münâkaşa etti. İş kavgaya döküldü. O nöbetçi, oğullarından ve
akrabâsından yirmi kadar insanla kalabalığa karşı koymak istedi ve evin damına
çıktı. O evde harb için saklanan patlayıcı maddeler vardı. Oraya âniden bir ateş
düştü ve büyük bir patlama oldu. O nöbetçi, bütün oğlu ve akrabâsı ile havaya
uçtu. Cesedleri bile görülmedi. Böylece Allah dostlarına kötü söz söylemenin
cezâsını canıyla ödedi. |
|