CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ'YI ÜZMEK (C)

Anadolu velîlerinden Celâl Ali Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine  karşı birisi hasedinin şiddetinden edepsizlik etmeye cüret gösterdi. Bir gün, büyük küçük, şehir ve devlet ileri gelenlerinin de bulunduğu bir meclisde, Dede kelimesinin kökünü ve nereden türediğini veya alındığını anlatıyordu. Bu esnâda hasedci; "Dede lafzı, Arapçadır. Oyun, eğlence mânâsındadır." dedi. Onun bu sözleri Celâl Ali Dede'nin gayretine dokunup; "Dede lafzı Farsçadır. Parçalayıcı mânâsınadır. Dedekân, saflar hâlinde dizilmiş olan nefsânî ve benlik düşüncelerini parçalayan orman arslanları demektir." buyurdu. Bunun üzerine o hasedci, bu açıklamayı kabûl etmeyip, kabalık edip daha ileri gitti ve böyle olduğuna dâir ısrarla delil istedi. O zaman Celâl Ali Dede; "Şâhidim, delilim odur ki, bu fakir cihâd-ı ekber arslanları arasındayım. Bugün seni parçalayacaklar." dedi. İkindiden sonra, o meclisde bulunanlar dağılıp herkes işine gitmek için dışarı çıktılar. O hasedci de giderken yolda pusu kuran düşmanları tarafından öldürülüp parçalandı. O mecliste bulunanlar bu olaydan sonra, dede kelimesinin şeyhin buyurduğu gibi Farsça olup, parçalayıcı demek olduğunu anladılar.

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında bir gün Kâdı Sirâceddîn ismindeki bir hoca, talebelerine; "Bugün Mevlânâ'ya gidip, onu soru yağmuruna tutalım. Öyle sorular hazırlıyalım ki, hiç birisine cevap veremesin." dedi. Talebeler soru hazırlamaya koyuldular. Kendisi de çalışmaya başladı. Bir ara Kâdı Sirâceddîn'in yanında Mevlânâ hazretleri tecessüm etti. Kâdı Sirâceddîn'in yüzüne dikkatlice bakıp oradan kayboldu. Kâdı, talebelerine; "Mevlânâ buraya geldi." deyince, talebeler; "Biz görmedik efendim." dediler. Bu hâl, Kâdı Sirâceddîn'in zihnine takıldı, düşüncelere daldı. Bir saat kadar sonra Mevlânâ hazretleri tekrar orada göründü. Bunu kâdı ve talebeleri gördüler. Hepsine selâm verdi ve oradan ayrıldı. Biraz sonra kâdı talebeleri ile namaz kılmak için büyük odaya geldiklerinde duvarlarda bir takım yazılar gördüler. İncelediklerinde, Mevlânâ'ya soracağı sorular ve bu soruların cevapları geniş olarak, yazılmış idi. Kâdı Sirâceddîn ve talebeleri, hayretlerinden dona kaldılar. Böyle büyük bir âlim ve velînin hakkında besledikleri kötü düşüncelerine pişmân oldular. Hep birlikte gidip Mevlânâ'nın talebesi olmakla şereflendiler.

İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Seyyid Cemâleddîn Ezherî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında meclisinde bulunanlara vâz ederken kendisini bilmez biri gelip, edepsizce bâzı sözler sarfetti. O da bu sözlere üzüldü. Fakat cevap vermedi. O kimse, çıkıp gitmek üzere kapıdan adımını atar atmaz, dışarıda bulunan bir köpek ayağını öyle bir ısırdı ki, etraftan yetişenler ne kadar uğraştılar ise de, köpek, o kimsenin ayağını bırakmadı. Üstelik sürüyerek oradan uzaklaştırdı. Başı taştan taşa çarpan o edepsiz kimse, feryâd ederek fecî şekilde can verdi. O köpek, o kimsenin ayağını ölmedikçe bırakmadı. Bu hâdiseyi ibretle seyredenler, büyüklere dil uzatmanın ne kadar tehlikeli olduğunu daha iyi anladılar.

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin sohbetinde bulunanlardan biri, kendisini imtihan için bir gün yanına geldi ve bir suâl sordu. Cüneyd-i Bağdâdî; "Bu suâle söz ile mi, yoksa mânevî olarak mı cevap verelim?" dedi. O kimse; "İki şekilde de cevap ver." deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Keşke kendi kendini deneseydin. O zaman beni denemeye lüzum görmezdin. Mânevî cevap istiyorsan, böyle yapmakla artık bizim yolumuzdan ayrıldın. Allahü teâlânın dostlarını tecrübe etmeye, onları yaralamaya senin gücün yetmediğini bilmez misin?" buyurdu. Bunun üzerine hemen o kimsenin yüzü, simsiyah olup, kalbindeki bir parça yakîn de kayboldu. O kimse çok pişman olup yaptığına tövbe etti. Çok istiğfâr etti. Cüneyd-i Bağdâdî yine de o kimseye merhamet edip teveccüh etti. O kimsenin hâli bundan sonra daha düzgün oldu.