|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın
büyüklerinden Yûsuf-i Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) on sekiz
yaşında Bağdat’a gelip, fıkıh ilmini Ebû İshâk-i Şîrâzî’den öğrendi. Yaşı küçük
olmasına rağmen, Ebû İshâk kendisine husûsî ihtimâm gösterirdi. Bunun ve diğer
fıkıh âlimlerinin derslerine devâm etmekle, Hanefî mezhebinde fıkıh ve münâzara
âlimi oldu. İsfehan ve Semerkand’da, zamanın meşhûr hadîs âlimlerinden hadîs
ilmini öğrendi. Tasavvufu Ebû Ali Fârmedî hazretlerinden öğrenip, onun
sohbetinde yetişerek kemâle ulaştı. Abdullah-i Cüveynî, Hasan Simnânî ve birçok
büyük zât ile görüşüp, sohbet etti. Kendilerinden ilim öğrendi. Yaya olarak otuz
yedi hac yaptı. Kur’ân-ı kerîmi sayısız hatmetti. Gece namazlarında her rekatte
bir cüz okurdu. Tefsir, hadîs, kelâm ve fıkıh ilminden yedi yüz cüz
ezberindeydi. İki yüz on üç mürşîd-i kâmilden istifâde etti. Yedi bin kâfirin
îmâna gelmesine sebeb oldu. Hızır aleyhisselâm ile çok sohbet etti.
Altmış
yıldan fazla, insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu. Yüzlerce talebe
ondan ders aldı. Abdullah-i Berkî, Hasan-ı Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlık-ı
Goncdüvânî gibi büyük velîler yetiştirdi. Bunlardan Ahmed Yesevî, Türkistan
tarafına göç edip, insanları irşâd ederek büyük hizmetler yaptı. Yûsuf-i
Hemedânî, bütün dostlarına, talebesi Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’ye tâbi olmalarını
söyledi. Kendisinden sonra, bu talebesi insanlara doğru yolu gösterdi.
Yûsuf-i
Hemedânî, önce Merv şehrinde bir müddet kalıp Herat’a gitti ve uzun zaman kaldı.
Sonra, tekrar Merv’e gelip bir müddet daha kaldıktan sonra Herat’a döndü.
Herat’tan Merv’e yolculuğu sırasında vefât etti. Kabri Merv şehrinde olup,
ziyâret edilmektedir.
Yûsuf-i
Hemedânî, İmâm-ı A'zama pekçok bağlıydı. Irak, Horasan, Mâverâünnehr
bölgelerinin muhtelif şehirlerinde bulunarak, halka saâdet yolunu anlatmak ile
meşgûl olmuştur. İlmi, fazîleti ve kerâmetleriyle İslâm dünyâsında tanınıp, çok
sevilmiştir.
Hakîkî
İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Yûsuf-i Hemedânî orta boylu,
buğday benizli, kumral sakallı, zayıf bir zât idi. Eline ne geçerse muhtaçlara
verir, kimseden bir şey istemezdi. Herkese karşı çok iltifât eder, yumuşak ve
merhametli davranırdı. Yolda yürürken bile Kur’ân-ı kerîm okumakla meşgûldü.
Hoş-dû denilen yerden, câmiye gelinceye kadar bir hatim okur, mescid kapısından,
Hasan Endâkî ve Ahmed-i Yesevî hânesine varıncaya kadar Bekara sûresini okurdu.
Geri dönerken Âl-i İmrân sûresini bitirirdi. Arada bir yüzünü Hemedân’a çevirir
ve çok ağlardı. Selmân-ı Fârisî hazretlerinin âsâsı ile sarığı kendisindeydi.
Her ay başında, Semerkand âlimlerini çağırarak onlarla sohbet ederdi. Bir
taraftan köylülere ve yanına gelen herkese doğru din bilgilerini öğretmeye
çalışır, insanlarla uğraşmaktan, onları yetiştirmek için çalışmaktan hiç
sıkılmazdı. Diğer taraftan, ağrılara ve yaralara ilâç yaparak herkesin derdine
devâ bulmaya çalışırdı. Böylece, maddî ve mânevî hastalıkların tabîbi,
mütehassısı olduğunu isbât ederdi.
Talebelerine ve kendisini sevenlere dâimâ Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı
kirâmın yolunda gitmelerini tavsiye ederdi. Kalbi, bütün mahlûkât için derin bir
sevgi ile doluydu. Gayr-i müslimlerin evlerine giderek, onlara İslâmiyeti
anlatırdı. Her şeye sabır ve tahammül eder, herkese karşı muhabbet gösterirdi.
Altın ve gümüş eşyâ kullanılmasına müsâde etmez, fakirlere zenginlerden daha
fazla îtibâr ederdi. Zühd sâhibi idi. Dünyâya ehemmiyet ve kıymet vermezdi.
Odasında hasır, keçe, ibrik, iki yastık ve bir tencereden başka bir şey
bulunmazdı. Talebelerine, dört büyük halîfenin menkıbe ve fazîletlerinden
bahseder, onlar gibi ahlâklanmalarını nasîhat ederdi.
|
|