CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) henüz beşikte iken babası vefât etti. Annesi onu iki yaşındayken asıl memleketleri olan Mekke'ye getirdi. Çocukluğu orada geçen Şâfiî, zekâ ve olgunluğuyla kendini gösterdi. Altı yaşında iken mektebe gitmeye başladı. Zâhide bir annesi vardı. İnsanlar emânetlerini ona bırakırlardı.

Yedi yaşına gelince Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra ilim öğrenmeye başladı. Mekke'de bulunan zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir: "Kur'ân-ı kerîmi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harâma gidip, fıkıh ve hadîs âlimlerinden pekçok istifâde ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri, kemik parçaları üzerine yazardım."

İmâm-ı Şâfiî, Mekke'deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için, çölde yaşayan Huzeyl kabîlesinin arasına gitti. Orada da bilgisini ilerletip, ok atmayı öğrendi. Bu hususta da şöyle demiştir: "Ben Mekke'den çıktım. Çölde Huzeyl kabîlesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabîle, Arapların dil bakımından en fasîhi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke'ye döndüğüm zaman, bir çok rivâyet ve edebiyat bilgilerine sâhip olmuştum."

İmâm-ı Şafiî daha on yaşında iken, o zamanın en meşhûr âlimi İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ adlı hadîs kitabını, dokuz gecede ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke'deki Süfyân bin Uyeyne, Müslim bin Hâlid ez-Zencî gibi fakîh ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadîs, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.

Şâfiî'nin tahsil hayâtındaki en önemli safha İmâm-ı Mâlik'e talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke'den Medîne'ye gidip, İmâm-ı Malik'den ders almasını şöyle anlatmıştır: "İlk zamanlar Mekke'de, Müslim bin Hâlid'den fıkıh öğrendim. O sırada Medîne'de bulunan Mâlik bin Enes'in büyüklüğünü ve müslümanların imâmı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhûr eseri olan Muvattâ'nın bir nüshasını, Mekke'de birinden tekrar geri vermek üzere alıp ezberledim. Mekke vâlisine gidip, birini Medîne vâlisine birisini de Mâlik bin Enes'e vermek üzere iki mektup alıp Medîne'ye gittim. Medîne'ye varınca, Medîne vâlisine gidip ona âit olan mektubu verdim ve Medîne vâlisi ile birlikte İmâm-ı Mâlik'in yanına gittik. İmâm-ı Mâlik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gâyet heybetli bir görünüşü vardı. Medîne vâlisi, Mekke vâlisinin gönderdiği mektubu İmâm'a takdim etti. Mektupta; "Muhammed bin İdrîs, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir..." diye yazılı olan kısmı okuyunca; "Sübhânallah! Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur." dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed'dir dedim. Ey Muhammed! İleride büyük bir şânın olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu mâsiyyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvattâ'yı okusun buyurdu. Ben de; "Onu ezberledim, ezberden okurum" dedim. Ertesi gün İmâm-ı Mâlik'e gelip okumağa başladım. Her ne zaman, İmâmı üzme korkusundan okumağı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ey genç daha oku derdi. Kısa zamanda Muvattâ'yı bitirdim."

İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik'in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmâm-ı Mâlik onu himâyesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan Şâfiî hazretleri, Mekke'ye dönünce, oraya gelen Yemen vâlisi, onu Yemen'e götürüp kâdılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat'a giderek, ilmini ilerletmek için, İmâm-ı A'zamın talebesi İmâm-ı Muhammed'den ders almaya başladı. İmâm-ı Muhammed onu kendi himâyesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak sûretiyle, Irak'ta tedvîn edilen fıkıh ilmini ve Irak'ta meşhûr olan rivâyetleri öğretti. İmâm-ı Muhammed ayrıca İmâm-ı Şâfiî'nin annesi ile evlenerek onun üvey babası oldu. İmâm-ı Şâfiî onun ilminden ve kitablarından çok istifâde etmiştir. Şafiî hazretleri bu hususta şöyle demiştir: "İlimde ve diğer dünyâ işlerinde, İmâm-ı Muhammed kadar bana kimse faydalı olmamıştır." Ebû Ubeyd şöyle demiştir: Şâfiî'den duydum, buyurdu ki: "İmâm-ı Muhammed'den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Kûfe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır." Yâni bir babanın çocukları için lâzım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, Ebû Hanîfe de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur. Şâfiî ayrıca Selim-i Râî'nin sohbetine kavuşup, vilâyet (evliyâlık) makamlarına da kavuştu.

Şâfiî hazretleri ilim, zühd, mârifet, zekâ, hâfıza ve neseb bakımlarından zamânındaki âlimlerin en üstünü idi. On üç yaşında iken, Harem-i şerîfde; "Bana istediğinizi sorunuz?" derdi. On beş yaşında iken fetvâ verirdi. Zamânının en büyük âlimi olan ve üç yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, ondan ders almağa gelirdi. Çok kimse, İmâm-ı Ahmed'e; "Böyle büyük bir âlim iken, kendi çocuğun gibi bir genç karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde; "Bizim ezberlediklerimizin mânâlarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyâyı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdâdır." derdi. Bir kere de; "Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına İmâm-ı Şafiî ile tekrar açtı." dedi. Bir kerre de; "İslâmiyete, şimdi Şâfiî'den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum." dedi. İmâm-ı Ahmed, yine buyurdu ki: "Allahü teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır, benim dînimi, herkese onun ile öğretir." hadîs-i şerîfinde bildirilen âlim, İmâm-ı Şâfiî'dir. Hadîs-i şerîfte; "Kureyş'e sövmeyiniz. Zîrâ Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur." buyuruldu. İslâm âlimleri bu hadîs-i şerîf, İmâm-ı Şâfiî'nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir.

İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik'in ve İmâm-ı A'zamın talebesi İmâm-ı Muhammed'in derslerine devam ederek, İmâm-ı A'zamın ve İmâm-ı Mâlik'in ictihad yollarını öğrenip, bu iki yolu birleştirdi ve ayrı bir ictihad yolu kurdu. Kendisi çok beliğ, edîb olduğundan, âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin ifâde tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre hüküm verirdi. İki tarafta da kendi usûlüne göre kuvvet bulamazsa, o zaman kıyas yolu ile ictihad ederdi. Böylece müslümanların ibâdetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun kendi usûlüne göre şer'î delillerden çıkardığı hükümlere, yâni gösterdiği bu yola "Şâfiî Mezhebi" denildi. Ehl-i sünnet îtikâdında olan müslümanlardan, amellerini yâni ibâdet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara "Şâfiî" denir.

Şâfiî mezhebinin reisi olan İmâm-ı Şâfiî, usûl-i fıkıh ilmindeki meseleleri ilk defâ tasnif edip, kitaba yazan kimsedir. Bu ilimdeki eserinin adı Er-Risâle filUsûl'dür.

Şâfiî mezhebi, Hanefî mezhebinden sonra en çok yayılan bir mezhebdir. Mısır, Mekke, Medîne'de, Endonezya'da, Aden'de, Filistin'de, Âzerbaycan'da ve Semerkant'ta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ve diğer yerlerde yayılmıştır.