|
EVLŻYĀ
HAYĀTINDAN SAHĪFELER
Osmanlı
Devletinin kuruluş yıllarında Anadolu'da yetişen ālim ve velīlerin büyüklerinden
Somuncu Baba (rahmetullahi teālā aleyh) İlk tahsīlini babasından aldı.
Babasının vefātından sonra Şam'a giderek, Hankāh-ı Bāyezīdiyye'de ilim öğrendi.
Tasavvuf yoluna girdi. Orada pekēok velīnin sohbetlerine katıldı. Burada Üveysī
olarak, mānevī yol ile Bāyezīd-i Bistāmī'den feyz aldı. Şam'da bir müddet ilim
tahsīlinde bulunduktan sonra, Tebrīz yakınlarında Hoy kasabasında bulunan Hāce
Alāeddīn-i Erdebīlī hazretlerinin huzūruna gitti. Var gücüyle hocasına hizmet
ederek, ilim öğrendi. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuştu. Alāeddīn-i
Erdebīlī, bir gün Hāmid-i Velī'ye; "Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü
teālānın dīnini, insanlara öğretmek üzere Anadolu'ya git!" buyurdu. Ona böylece,
insanları yetiştirmek iēin icāzet verdi. Hocasının bu sözleri, bāzı anlayışı
kıt, hasetēi kimselerin, iēlerinden Hāmid-i Velīye buğz etmelerine sebeb oldu.
Hāce Alāeddīn, Hāmid-i Velī'yi bütün talebeleriyle birlikte, "Şemseddīn-i
Tebrīzī Makāmı." denilen yere kadar uğurladı. Vedā edip yanlarından ayrılınca,
hased edenlerin de bulunduğu topluluğa dönerek; "Hamīdüddīn'in arkasından,
gözden kayboluncaya kadar bakınız. Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu'da
onun ilminden istifāde ederler. Şāyet bakmazsa, onun ilminden hiēkimse istifāde
edemez." buyurdu. Orada bulunanlar merakla Hamīdüddīn'in arkasından bakmaya
başladılar. Bu hāli cenāb-ı Hakkın izniyle anlayan Hāmid-i Velī, gözden
kaybolmadan önce iki defā arkasına baktı. Böylece onların hasedlerini giderdi.
Büyük bir ālim ve veliyy-i kāmil olarak Kayseri'ye döndü.
Hamīdüddīn hazretleri, Kayseri'de insanlara Allahü teālānın emir ve yasaklarını
öğretmeye başladı. Talebeleri, ondan feyz almağa, hasta kalblerine şifā olan
nasīhatleriyle, sohbetleriyle şereflenmeğe başladılar. Hamīdüddīn, bir gün ēok
sevdiği talebelerinden Şücā-i Karamānī'yi huzūruna ēağırarak; "Ankara'da Nūmān
isminde bir müderris vardır. Onu bulup buraya dāvet ediniz!" buyurdu. Şücā-i
Karamānī de hocasının emrini yerine getirmek iēin Ankara'ya gidip, durumu
bildirdi. Müderris Nūmān; "Bu dāvete icābet lāzımdır." diyerek, berāberce
Kayseri'ye geldiler. Kurban bayramı günü buluştukları iēin, hocası ona "Bayram"
lakabını verdi. Müderris Nūmān, Hamīdüddīn hazretlerini görüp sohbetlerini
dinleyince, onun büyük bir ālim ve velī olduğunu anladı. Kısa zamanda pekēok
kerāmetlerini de görünce, daha ēok bağlandı. Onun teveccühleri altında yetişmeye
başladı. Hocasından zāhirī ve bātınī ilimleri öğrenerek kısa zamanda büyük
mesāfeler aldı. Bir gün hocası; "Hācı Bayram! Zāhirī ilimleri ve bu ilimlerde
yetişmiş ālimleri ve derecelerini gördün. Bātınī ilimleri ve bu ilimlerde
yükselmiş velīleri ve derecelerini de gördün. Hangisini murād edersen onu seē!"
buyurdu. Hācı Bayram da, velīlerin yüksek hāllerini görerek, kendisini tasavvufa
verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak iēin ēalıştı. Zamānının büyük
velīlerinden oldu.
Hamīdüddīn hazretleri, mānevī bir emir üzerine Tebrīz'e gitti. Tebrīz'den de
Anadolu'ya gelip, Bursa'ya yerleşti. Hācı Bayram-ı Velī, sık sık Bursa'ya gelip
hocasını ziyāret ederdi. Hamīdüddīn hazretleri, Bursa'da bir ümmī gibi hareket
edip, ilminin varlığını kimseye söylemedi.
Hamīdüddīn, Bursa'da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun
getirir, onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak; "Somun!
Müminler somun!" diye söyler, geēimini bu yolla sağlardı. Halk, bu fırıncıya
"Somuncu Baba" der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazlardı. Somuncu Baba
ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı. Somuncu
Baba'nın fırını, Molla Fenārī Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civārında olup, iki
gözlü idi. Fırının bitişiğinde de, ibādet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble
cihetinde de, nefsini terbiye etmek iēin kullandığı bir Çilehānesi mevcūd idi.
Hamīdüddīn hazretleri durumunu Bursa'da kimseye bildirmedi. Hep, halk iēinde Hak
ile olmağa gayret etti.
Yıldırım
Bāyezīd Hān, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Cāmiyi yaptırmaya başladı.
Cāminin inşāsı sırasında, ēalışan işēilerin ekmek ihtiyācını Somuncu Baba temin
etti. Cāminin yapılması bittikten sonra, bir Cumā günü aēılış merāsimi
yapılacağı ilān edildi. O gün başta Pādişāh Yıldırım Bāyezīd Hān, dāmādı büyük
ālim ve velī Seyyid Emīr Sultan, Molla Fenārī hazretleri, ulemādan pekēok kimse
ve Bursalılar Ulu Cāmiyi doldurdular. Yıldırım Bāyezīd Hān, cāminin aēılış
hutbesini okumak üzere Emīr Sultan'a vazīfe verdiğinde, Emīr Sultan; "Sultānım!
Zamānın büyük ālimi burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu cāmi-i
şerīfin aēılış hutbesini okumaya lāyık zāt şu kimsedir." diyerek, Somuncu
Baba'yı gösterdi. "Şöhret āfettir." hadīs-i şerīfini bildiği iēin, bundan
titizlikle kaēınan Somuncu Baba, Pādişāhın emri üzerine minbere doğru yürüdü.
Emīr Sultan'ın yanına gelince; "Ey Emīr'im, niēin böyle yapıp beni ele
verdiniz?" dedi. O da; "Senden ileride bir kimse göremediğim iēin öyle yaptım."
cevābını verdi. Cemāat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba'nın
hutbesini merakla bekliyordu. Minbere ēıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irād
etti ki, o zamāna kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiē işitmemişlerdi.
Bursalılar, bundan sonra Somuncu Baba'nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu Baba,
hutbede; "Bāzı ālimlerin, Fātiha-i şerīfenin tefsīrinde müşkilātı, anlayamadığı
kısımlar vardır. Onun iēin bu sūrenin tefsīrini yapalım." buyurarak, Fātiha
sūresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsīrini yaptı. Nice hikmetli
sözler beyān eyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenārī
hazretleri; "Somuncu Baba, önce bizim Fātiha sūresinin tefsīrindeki müşkilimizi
kerāmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi ēeşit tefsīr, ādil bir
şāhiddir. Fātiha'nın ilk tefsīrini cemāatin hepsi anladı. İkinci tefsīrini bir
kısmı anladı, üēüncü tefsīri anlayanlar ēok az idi. Dördüncü ve sonrakileri
anlayanlar iēimizde yok idi." demekten kendini alamadı. Cumā namazından sonra
bütün cemāat, Somuncu Baba'nın elini öpmek, duāsını almak istedi. Cemāatin bu
arzusunu kıramayan Somuncu Baba hazretleri, kapıda durdu. Ulu Cāminin üē
kapısından ēıkan herkes; "Ben Somuncu Baba'nın elini öpmekle şereflendim."
diyordu. Somuncu Baba, yine kerāmet göstererek, Allahü teālānın izniyle her üē
kapıda da aynı ānda bulunarak cemāate elini öptürmüştü.
Namazdan
sonra evine giden Hāmid-i Velī'ye, Molla Fenārī; "Efendim! Bu günlerde Fātiha
sūresinin tefsīrini yapmak istiyordum. Fakat bāzı anlıyamadığım yerler vardı. Bu
hutbenizle, bilemediğimiz yerleri īzāh etmiş oldunuz. Medresede hizmetimiz
karşılığında kazandığımız beş bin akēe paramız vardır. Şüphesiz helāldir. Kabūl
buyurursanız bunları size hediye etmek istiyorum." dedi. O, kabūl etmedi. Bunun
üzerine Molla Fenārī, Somuncu Baba'ya; "Talebeniz olmakla şereflenmek
istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duālarda bulundu. Molla
Fenārī'nin, Somuncu Baba'dan aldığı feyz ile yazdığı tefsīrini bütün ālimler ēok
beğenmiş, asırlarca mūteber bir tefsīr olduğunu söylemişlerdir.
Somuncu
Baba, durumunun anlaşılması üzerine; "Sırrımız fāş olup, herkes tarafından
anlaşıldı." diyerek, Bursa'dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden, Gavas Paşa
Medresesinden birkaē talebeyi yanına alarak yola ēıktı. Somuncu Baba'nın
Bursa'yı terketmekte olduğunu işiten Molla Fenārī, koşarak bir ēınarın yanında
arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması iēin ēok yalvardı, ricālarda
bulundu. Fakat kabūl ettiremedi. Sonunda, Bursalılara duā etmesini istedi.
Somuncu Baba, bu ēınarın yanında Bursa'ya yönünü dönerek, feyizli, bereketli bir
şehir olması ve yeşil olarak kalması iēin duā etti ve vedālaşarak ayrıldılar.
Bursa'da bu ēınarın bulunduğu bölgeye "Duā ēınarı" denildi.
Bursa'dan
ayrılan Somuncu Baba, Aksaray'a geldi. Burada ömrünün sonuna kadar İslāmiyeti
yaymak, Allahü teālānın emir ve yasaklarını bildirmek iēin uğraştı. Hem zāhirī,
hem de bātınī ilmi ile Aksaraylıların gönüllerinde erişilmesi güē olan mümtāz
bir mevkiye erişti. Artık ona Hāmid-i Aksarāyī denilmeye başlandı. Hācı Bayram'ı
Velī ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hācı Bayram'ı kendisine halīfe, vekīl
tāyin etti. İnsanları irşād etmekle vazifelendirdi.
|
|