CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Cezâyir'de Tilmsân şehrinde yetişen tasavvuf büyüklerinden, hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi olup ismi Muhammed, babasınınki Yûsuf'dur. Es-Senûsî, et-Tilemsânî, El-Hasenî nisbeleri olup, künyesi Ebû Abdullah ve Ebû Ya'kûb'dur. Şerîf olup, soyu hazret-i Hasan'a dolayısıyla Peygamber efendimize dayanmaktadır. Bunun için Hasenî diye nisbet edilmiştir. Anne tarafından Senûs isimli şerefli bir kabîleye mensûb olup, buna nisbetle de Senûsî denilmiş ve bununla meşhûr olmuştur. H.832 de doğdu. 895 de Tilemsân'da vefât etti.

Kendilerinden ilim öğrendiği hocalarını çok sever, hürmet ve hizmette kusûr etmezdi. İlim tahsîl etmekteki bu üstün gayret ve edebi sebebiyle, kısa zamanda yükselerek, zamânında bulunan âlimlerin önde gelenlerinden oldu. Kendisine Şeyh-ul-allâme denildi. Hakîkî İslâm âlimlerinin büyüklerinden, sâlih, âbid ve ârif bir zât oldu.

Şerîf Muhammed bin Yûsuf Senûsî, yaptığı bütün işlerin dînimizin hükümlerine uygun olmasına âzamî gayret gösterirdi. Zühd sâhibi olup, dünyâya düşkün değildi. Allahü teâlânın muhabbeti ile ve bu muhabbetin elden gitmesi korkusu ile doluydu. Firâseti kuvvetliydi. Yaptığı duâlar kabûl olunurdu.

İlimde, hidâyette, doğrulukta, güzel ahlâkta, zühd ve verâda haram ve çirkin işleri yapmaktan sakınmakta üstün derece sâhibiydi. Zâhirî ilimlerde olduğu gibi, bâtınî ilimlerde de çok yüksekti. Din ve dünyâ saâdetine sebep olan ilimleri okuturdu. Her ân Allahü teâlâyı tefekkür ederdi. Bu hâl kendisini öyle kaplardı ki, sanki âhireti görüyor gibi hareket ederdi. Devâmlı hüzünlüydü, fakat asık suratlı ve çatık kaşlı değildi.

Senûsî hazretleri sohbet edip bir şey anlattığı zaman, bütün fehm, anlayış kapıları açılır, dinleyen herkes konuşulanları rahatlıkla anlıyabilirdi. Hadîs-i şerîflerde Peygamberlerin vârisleri oldukları bildirilen hakîkî âlimlerdendi. Bütün sözleri, her isteyene doğruyu gösteren kuvvetli bir ölçü idi. Allah korkusunun şiddetiyle göğsünün (kalbinin) inlediği, yanında bulunanlar tarafından işitilirdi. Bâzan Allahü teâlâyı zikrederek kendinden geçer, böyle hâllerde yanında bulunanları bile tanıyamazdı.

Güzel ahlâk sâhibi, gâyet mütevâzî ve yumuşak kalbli idi. İnsanlara, hattâ her mahlûka karşı çok merhametliydi. Yanına gelenleri güler yüzle, karşılardı. Çocuklara çok iltifât edip kolaylık göstererek muâmele eder, yolda yürürken bile bu iltifâtı gösterirdi. Büyüklere saygı gösterir, küçüklerle birlikte oturmaktan sıkılmazdı. İyilik, ikrâm sâhibi olup, zayıfları gözetir, yardımda bulunurdu. Hiç kimseye îtirâzda bulunmazdı. Gücü yettiği nisbette ihtiyaç sâhiplerine yardımcı olurdu. Sevdiklerinden birinin sultâna bir işi düşse, bu işin kolayca halledilmesi için sultâna ricâda bulunur, bu hususta sıkıntılara sabrederdi. Onu tanıyan herkesin kalbinde, onun büyüklüğünü kabûl ve onun heybeti vardı. İnsanlar, bereketlenmek ve sohbetlerinden istifâde etmek niyetiyle, kalabalık gruplar halinde onun ziyâretine gelirlerdi. Onu çok sevenlerden birisi, tanıdıklarına şöyle söylemiştir: Zamânımızda Senûsî hazretleri gibi, zâhirî ve bâtınî ilimlerin tam bir şekilde kendisinde toplandığı ve bu ilimlerden birçok kimsenin faydalandığı çok yüksek bir âlimin bulunması, teaccüb olunacak, hayret edilecek bir hâldir. Böyle bir âlim ender bulunur. Her kim o büyük zâta kavuşursa, dünyâ ve âhiretine çok faydalı büyük bir hazîneye kavuşmuş gibidir. Henüz sağ iken kendisinden ilim öğrenmekte ve istifâde etmekte çok acele ediniz. Belki de yakın zaman sonra ondan mahrûm kalırsınız (o vefât eder) ve siz de bu zamanda, doğuda ve batıda onun gibi bir âlimi belki de bulmazsınız."

Dünyâya düşkün olanlarla görüşmediği gibi, onlardan bir hediye gelecek olsa, onu da kabûl etmezdi. Fevkalâde hayâ sâhibi idi. En fazla Allahü teâlâdan hayâ ederdi. Bunca nîmetleri ihsân eden Allahü teâlâya karşı, O'nun râzı olmadığı, hattâ yasak ettiği bir işi işlemekten çok korkardı. İnsanların uygunsuz hâllerini görünce, hiç dayanamaz; "Nasıl böyle yapabiliyorlar?" diye teaccüb ederdi. Bu sebeple talebelerinden birine birgün; "Ey evlâdım! Vallahi, şâyet mümkün olsaydı, ne kimse ile görüşürdüm, ne de kimsenin beni görmesine râzı olurdum. Hep kendi hâlimde, Rabbime ibâdet ve tâat ile meşgûl olurdum. Lâkin insanlar, dînî bakımdan kendilerine faydalı olabilmem için yanıma gelirler. Bu sebeble, ben de onları men edemem." buyurmuştur.

Birbirine hasım olanların aralarını bulur, onları barıştırır, muhtaçların ihtiyaçlarını giderirdi. Birisi kendisine bir iş havâle etse, onu geri çevirmez ve görmeye çalışırdı. Bir defâsında, bir günde, hiç ara vermeden otuz mektup yazdı. Bu kadar sıkıntıya girip, kedisini niçin yorduğu suâl edildiğinde; "Bir kimse benden bu işi yapmamı istedi. Ben de onu kıramadım." buyurdu.

Kul hakkına girmekten çok sakınırdı. Yanına bir kimse gelse, ayrılıncaya kadar onunla ilgilenir, ilgisiz kalmazdı. Kendisine bir iş havâle edilince, o işi yapma müddeti bitmeden evvel mutlaka o işi tamamlardı.