|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Senûsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Cezâyir'de Tilmsân şehrinde yetişen
tasavvuf büyüklerinden, hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi olup ismi Muhammed,
babasınınki Yûsuf'dur. Es-Senûsî, et-Tilemsânî, El-Hasenî nisbeleri olup,
künyesi Ebû Abdullah ve Ebû Ya'kûb'dur. Şerîf olup, soyu hazret-i Hasan'a
dolayısıyla Peygamber efendimize dayanmaktadır. Bunun için Hasenî diye nisbet
edilmiştir. Anne tarafından Senûs isimli şerefli bir kabîleye mensûb olup, buna
nisbetle de Senûsî denilmiş ve bununla meşhûr olmuştur. H.832 de doğdu. 895 de
Tilemsân'da vefât etti.
Kendilerinden ilim öğrendiği hocalarını çok sever, hürmet ve hizmette kusûr
etmezdi. İlim tahsîl etmekteki bu üstün gayret ve edebi sebebiyle, kısa zamanda
yükselerek, zamânında bulunan âlimlerin önde gelenlerinden oldu. Kendisine
Şeyh-ul-allâme denildi. Hakîkî İslâm âlimlerinin büyüklerinden, sâlih, âbid ve
ârif bir zât oldu.
Şerîf
Muhammed bin Yûsuf Senûsî, yaptığı bütün işlerin dînimizin hükümlerine uygun
olmasına âzamî gayret gösterirdi. Zühd sâhibi olup, dünyâya düşkün değildi.
Allahü teâlânın muhabbeti ile ve bu muhabbetin elden gitmesi korkusu ile
doluydu. Firâseti kuvvetliydi. Yaptığı duâlar kabûl olunurdu.
İlimde,
hidâyette, doğrulukta, güzel ahlâkta, zühd ve verâda haram ve çirkin işleri
yapmaktan sakınmakta üstün derece sâhibiydi. Zâhirî ilimlerde olduğu gibi,
bâtınî ilimlerde de çok yüksekti. Din ve dünyâ saâdetine sebep olan ilimleri
okuturdu. Her ân Allahü teâlâyı tefekkür ederdi. Bu hâl kendisini öyle kaplardı
ki, sanki âhireti görüyor gibi hareket ederdi. Devâmlı hüzünlüydü, fakat asık
suratlı ve çatık kaşlı değildi.
Senûsî
hazretleri sohbet edip bir şey anlattığı zaman, bütün fehm, anlayış kapıları
açılır, dinleyen herkes konuşulanları rahatlıkla anlıyabilirdi. Hadîs-i
şerîflerde Peygamberlerin vârisleri oldukları bildirilen hakîkî âlimlerdendi.
Bütün sözleri, her isteyene doğruyu gösteren kuvvetli bir ölçü idi. Allah
korkusunun şiddetiyle göğsünün (kalbinin) inlediği, yanında bulunanlar
tarafından işitilirdi. Bâzan Allahü teâlâyı zikrederek kendinden geçer, böyle
hâllerde yanında bulunanları bile tanıyamazdı.
Güzel
ahlâk sâhibi, gâyet mütevâzî ve yumuşak kalbli idi. İnsanlara, hattâ her mahlûka
karşı çok merhametliydi. Yanına gelenleri güler yüzle, karşılardı. Çocuklara çok
iltifât edip kolaylık göstererek muâmele eder, yolda yürürken bile bu iltifâtı
gösterirdi. Büyüklere saygı gösterir, küçüklerle birlikte oturmaktan sıkılmazdı.
İyilik, ikrâm sâhibi olup, zayıfları gözetir, yardımda bulunurdu. Hiç kimseye
îtirâzda bulunmazdı. Gücü yettiği nisbette ihtiyaç sâhiplerine yardımcı olurdu.
Sevdiklerinden birinin sultâna bir işi düşse, bu işin kolayca halledilmesi için
sultâna ricâda bulunur, bu hususta sıkıntılara sabrederdi. Onu tanıyan herkesin
kalbinde, onun büyüklüğünü kabûl ve onun heybeti vardı. İnsanlar, bereketlenmek
ve sohbetlerinden istifâde etmek niyetiyle, kalabalık gruplar halinde onun
ziyâretine gelirlerdi. Onu çok sevenlerden birisi, tanıdıklarına şöyle
söylemiştir: Zamânımızda Senûsî hazretleri gibi, zâhirî ve bâtınî ilimlerin tam
bir şekilde kendisinde toplandığı ve bu ilimlerden birçok kimsenin faydalandığı
çok yüksek bir âlimin bulunması, teaccüb olunacak, hayret edilecek bir hâldir.
Böyle bir âlim ender bulunur. Her kim o büyük zâta kavuşursa, dünyâ ve âhiretine
çok faydalı büyük bir hazîneye kavuşmuş gibidir. Henüz sağ iken kendisinden ilim
öğrenmekte ve istifâde etmekte çok acele ediniz. Belki de yakın zaman sonra
ondan mahrûm kalırsınız (o vefât eder) ve siz de bu zamanda, doğuda ve batıda
onun gibi bir âlimi belki de bulmazsınız."
Dünyâya
düşkün olanlarla görüşmediği gibi, onlardan bir hediye gelecek olsa, onu da
kabûl etmezdi. Fevkalâde hayâ sâhibi idi. En fazla Allahü teâlâdan hayâ ederdi.
Bunca nîmetleri ihsân eden Allahü teâlâya karşı, O'nun râzı olmadığı, hattâ
yasak ettiği bir işi işlemekten çok korkardı. İnsanların uygunsuz hâllerini
görünce, hiç dayanamaz; "Nasıl böyle yapabiliyorlar?" diye teaccüb ederdi. Bu
sebeple talebelerinden birine birgün; "Ey evlâdım! Vallahi, şâyet mümkün
olsaydı, ne kimse ile görüşürdüm, ne de kimsenin beni görmesine râzı olurdum.
Hep kendi hâlimde, Rabbime ibâdet ve tâat ile meşgûl olurdum. Lâkin insanlar,
dînî bakımdan kendilerine faydalı olabilmem için yanıma gelirler. Bu sebeble,
ben de onları men edemem." buyurmuştur.
Birbirine
hasım olanların aralarını bulur, onları barıştırır, muhtaçların ihtiyaçlarını
giderirdi. Birisi kendisine bir iş havâle etse, onu geri çevirmez ve görmeye
çalışırdı. Bir defâsında, bir günde, hiç ara vermeden otuz mektup yazdı. Bu
kadar sıkıntıya girip, kedisini niçin yorduğu suâl edildiğinde; "Bir kimse
benden bu işi yapmamı istedi. Ben de onu kıramadım." buyurdu.
Kul
hakkına girmekten çok sakınırdı. Yanına bir kimse gelse, ayrılıncaya kadar
onunla ilgilenir, ilgisiz kalmazdı. Kendisine bir iş havâle edilince, o işi
yapma müddeti bitmeden evvel mutlaka o işi tamamlardı.
|
|