EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Sadreddîn-i Konevî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Konya'nın büyük velîlerinden olup, ismi Muhammed bin
İshâk, künyesi Ebü'l-Meâlî, lakabı Sadreddîn'dir. H.606 da Malatya'da doğdu.
673 Konya'da vefât etti.
Sadreddîn-i Konevî'nin babası İshâk Efendi, Anadolu Selçukluları nezdinde
îtibârlı, yüksek mevkı sâhibi biriydi. Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât
etti. Üvey babası Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ve
yetişmesiyle meşgûl oldu. Çok iyi bir tahsîl gördü. Kelâm ve tasavvuf ilimlerine
âit birçok kıymetli eserler yazdı.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ile çok yakından
meşgûl oldu. Yetişmesine husûsî ihtimâm gösterdi. Muhyiddîn-i Arabî'den Konya'da
ilim ve feyz alan ve çok istifâde eden Sadreddîn-i Konevî, hocası ile Halep ve
Şam'a gitti.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî'ye nefsini terbiye yollarını
öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla
geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme
korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya'da binlerce talebeye ders verdi. Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Sa'îdeddîn-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli
kimseler yetiştirdi. Zamânının en büyük âlimlerindendi. Kelâm ilmindeki yeri
eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddîn-i
Arabî'nin "Vahdet-i vücûd" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dîne ve akla
uygun olarak îzâh etti.
Nasîruddîn-i Tûsî ile hikmete âit bâzı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve
aralarındaki uzun süren münâzaralardan sonra, Nasîruddîn-i Tûsî aczini îtirâf
ederek, onun üstünlüğünü kabûl etti. Sadreddîn-i Konevî'nin hayâtı, zühd ve
takvâ içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların
fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi.
MÂNEVÎ
KUMANDAN
Mevlânâ hazretleri,
Sadreddîn Konevî'den,
Önce göç etmiş idi, bu
dünyâ âleminden.
Cenâze namazını, vasiyet
gereğince,
Sadreddîn-i Konevî,
kıldırmak isteyince,
Birden bire ağlayıp,
kendinden geçti, fakat,
Bu hâlinden hiçbir şey,
anlamadı cemâat.
Kendine geldiğinde,
kıldırdı namazını,
Sonra suâl ettiler, ona,
ağlamasını.
Buyurdu: "Namaz için,
geçtiğimde ileri,
Gördüm saf saf dizilen,
binlerce melekleri.
Peygamber efendimiz, îmâm
olmuş onlara,
Cenâze namazını,
kılarlardı o ara."
Sadreddîn Konevî'ydi, ona
hoca ve üstad,
Mevlânâ'dan sonra da, o
etti Hakk'a vuslat.
Onu vesîle edip, duâ etse
bir kişi,
Allah'ın izni ile, hâsıl
olur her işi.
O zamanlar orduda, yüksek
rütbeli bir zât,
Sadreddîn Konevî'nin,
kabrine geldi bizzat.
Ziyâret eyliyerek, duâ
etti bir nice,
Sonra da cemâate, hitab
etti şöylece:
"Her ne kadar orduda,
kumandan isek de biz,
Memleketin zâhirde, olan
bekçileriyiz.
Ve lâkin Sadreddîn-i
Konevî gibi zevât,
Bu devletin hakîkî,
bekçileridir bizzât.
Biz böyle velîlerin,
mânevî desteğiyle,
Kuvvetli oluyoruz,
Allah'ın izni ile.
Bunun için ilk defâ, bir
yere gelince biz,
Önce bu velîleri,
ziyârete gideriz,
Her ne kadar kumandan,
isek de günümüzde,
Mânevî kumandanlar,
onlardır önümüzde."
Bir mümin de bu zâtın,
kabrine sık giderdi,
Onun feyz ve nûrundan,
istifâde ederdi.
Bir gün haksız olarak,
bâzı müslümanları,
İncitip üzmüş idi, bir
sebepten onları.
Gördü gece rüyâda,
Sadreddîn Konevî'yi,
Buyurdu ki: "Evlâdım,
incitme hiç kimseyi.
Bu, Kâbe'yi yıkmaktan,
günahtır daha fazla,
Onun için kimsenin,
kalbini kırma aslâ."
Öyle tesir etti ki, ona
bu bir nasîhat,
İncitmedi kimseyi, ömrü
boyunca bu zât.
İstanbul'dan Konya'ya,
gitmiş idi biri de,
Lâkin bir sıkıntısı, var
idi o günlerde.
Konya'daki dostuna,
anlatınca derdini,
Dedi ki: "Ziyâret et,Konevî'nin
kabrini.
Onun vesîlesiyle, duâ
eyle Rabbine,
Hallolur bu sıkıntın, o
zâtın hürmetine."
O da, bu mübâreğin,
türbesine giderek,
Duâ etti bu zâtı, vesîle
eyleyerek.
Sonra da İstanbul'a,
Konya'dan çıktı yola,
Lâkin kısa bir müddet,
Bursa'da verdi mola.
Henüz vâsıl olmadan,
İstanbul'a bu kişi,
Bursa'dayken bir gece,
hâlledildi o işi.
İşin çabukluğuna, kendi
de hayret etti,
Dedi ki: "Hakîkaten, serî
imiş himmeti."
O, Kur'ân-ı kerîmden,
okusa her ne zaman,
Onun dahi rûhuna,
gönderir muntazaman.
Sadreddîn-i Konevî,
hürmetine İlâhî,
Cümle sıkıntılardan berî
kıl bizi dahi.
ASLANDAN
KORKMADI
Saîd bin Cübeyr
(rahmetullahi teâlâ aleyh)
Saîd ibni Cübeyr
ki, çok ilim sâhibiydi,
İlmiyle âmil olan, bir
mübârek velîydi.
Günahını düşünüp, çok
ağlardı, hüzünden,
Gözlerinin görmesi,
azalmıştı bu yüzden.
Okurken rastlasaydı, bir
azâb âyetine,
Tekrar edip ağlardı, tâ
ki sabah vaktine.
Bir gece çok ağladı, şu
âyet tesîrinden:
"Ey mücrimler, ayrılın,
bu gün sevdiklerimden."
Kimsenin kusûrunu,
söylemezdi yüzüne,
Hep ortaya ederdi,
nasîhati o yine.
Derdi: "İslâmiyete, tam
uyarsa bir kişi,
Hepsi zikir sayılır,
işlediği her işi.
Ve şâyet yaşamazsa,
İslâmın emri ile,
Zikretmiş sayılmaz hiç,
çok tesbîh çekse bile."
O zamânın vâlisi, salıp
memurlarını,
Huzûruna çağırttı, bu
Allah adamını.
Onlar geldiklerinde, o
namaz kılıyordu,
Bitirince, "Ne için,
geldiniz?" diye sordu.
Dediler ki: "Vâlimiz,
emir verdi ki bize,
Seni teslîm edelim,
götürüp vâlimize."
Peki dedi onlara, îtirâz
etmeksizin,
Çıktılar sonra yola,
vâliye gitmek için.
Yolda bir kiliseye,
rastladılar bir ara,
"İçeriye giriniz", dedi
râhip onlara.
Girdiler o on kişi,
kiliseden içeri,
Ve lâkin İbn-i Cübeyr,
girmeyip kaldı geri.
Râhip dedi: "Ey Saîd, sen
niçin girmiyorsun?
Yoksa geri kalıp da,
kaçmak mı istiyorsun?
Buyurdu ki: "Ey râhip,
hayır, sen bak işine,
Kâfir kilisesinde,
müslümanın işi ne?"
Râhip dedi: "Dışarda,
yırtıcı hayvanlar var,
İçeriye girmezsen,
parçalar seni onlar."
Buyurdu: "Rabbim beni,
onlardan korur elbet,
Onlar dahî Rabbimin,
mahlûkudur nihâyet."
Râhip diğerlerine, dedi
ki: "Siz giriniz,
Oklarınızı gerip, bu zâtı
bekleyiniz."
Râhip böyle deyince,
onlar girdi içeri,
Heyecanla gözlerken,
gece, İbn-i Cübeyr'i.
Baktılar hakîkaten, bir
çok vahşî hayvanlar,
Gelip İbn-i Cübeyr'in,
yakınında durdular.
Sonra ona sürünüp,
oturdular yanına,
Hiç bir şey yapmadılar,
bu Allah adamına.
Râhip bunu görünce, dedi:
"Aman yâ Rabbî,
Ömrümde bir hâdise,
görmedim bunun gibi.
Demek ki yeryüzünde,
varmış böyle büyük zât."
Şehâdeti getirip, îmân
etti o sâat.
Vardılar ertesi gün, en
nihâyet vâliye,
Hapsetti suçu yokken, onu
hapishâneye.
Bir gece rüyâsında,
denildi ki: "Ey Saîd,
Hazırlan, yârın sabah,
olacaksın sen şehîd."
Çıkardılar o sabah,
hücreden kendisini,
Getirdiler yanına,
cellâtlardan birini.
Onlardan müsâade,
istiyerek son defâ,
Ellerini kaldırıp, duâ
etti Allah'a.
Dedi ki: "Yâ İlâhî, bu
vâliyi, sen yine,
Musallat etme artık,
benden başka birine."
Peşinden katlettiler, bu
mübârek velîyi,
Söyledi kesik başı,
kelime-i tevhîdi.
|