CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Konya'nın büyük velîlerinden olup, ismi Muhammed bin İshâk, künyesi Ebü'l-Meâlî, lakabı Sadreddîn'dir. H.606 da  Malatya'da doğdu. 673 Konya'da vefât etti.

 Sadreddîn-i Konevî'nin babası İshâk Efendi, Anadolu Selçukluları nezdinde îtibârlı, yüksek mevkı sâhibi biriydi. Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât etti. Üvey babası Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ve yetişmesiyle meşgûl oldu. Çok iyi bir tahsîl gördü. Kelâm ve tasavvuf ilimlerine âit birçok kıymetli eserler yazdı.

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ile çok yakından meşgûl oldu. Yetişmesine husûsî ihtimâm gösterdi. Muhyiddîn-i Arabî'den Konya'da ilim ve feyz alan ve çok istifâde eden Sadreddîn-i Konevî, hocası ile Halep ve Şam'a gitti.

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî'ye nefsini terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu.

Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya'da binlerce talebeye ders verdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa'îdeddîn-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Zamânının en büyük âlimlerindendi. Kelâm ilmindeki yeri eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddîn-i Arabî'nin "Vahdet-i vücûd" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dîne ve akla uygun olarak îzâh etti.

Nasîruddîn-i Tûsî ile hikmete âit bâzı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve aralarındaki uzun süren münâzaralardan sonra, Nasîruddîn-i Tûsî aczini îtirâf ederek, onun üstünlüğünü kabûl etti. Sadreddîn-i Konevî'nin hayâtı, zühd ve takvâ içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi.

 

MÂNEVÎ KUMANDAN

 

Mevlânâ hazretleri, Sadreddîn Konevî'den,

Önce göç etmiş idi, bu dünyâ âleminden.

 

Cenâze namazını, vasiyet gereğince,

Sadreddîn-i Konevî, kıldırmak isteyince,

 

Birden bire ağlayıp, kendinden geçti, fakat,

Bu hâlinden hiçbir şey, anlamadı cemâat.

 

Kendine geldiğinde, kıldırdı namazını,

Sonra suâl ettiler, ona, ağlamasını.

 

Buyurdu: "Namaz için, geçtiğimde ileri,

Gördüm saf saf dizilen, binlerce melekleri.

 

Peygamber efendimiz, îmâm olmuş onlara,

Cenâze namazını, kılarlardı o ara."

 

Sadreddîn Konevî'ydi, ona hoca ve üstad,

Mevlânâ'dan sonra da, o etti Hakk'a vuslat.

 

Onu vesîle edip, duâ etse bir kişi,

Allah'ın izni ile, hâsıl olur her işi.

 

O zamanlar orduda, yüksek rütbeli bir zât,

Sadreddîn Konevî'nin, kabrine geldi bizzat.

 

Ziyâret eyliyerek, duâ etti bir nice,

Sonra da cemâate, hitab etti şöylece:

 

"Her ne kadar orduda, kumandan isek de biz,

Memleketin zâhirde, olan bekçileriyiz.

 

Ve lâkin Sadreddîn-i Konevî gibi zevât,

Bu devletin hakîkî, bekçileridir bizzât.

 

Biz böyle velîlerin, mânevî desteğiyle,

Kuvvetli oluyoruz, Allah'ın izni ile.

 

Bunun için ilk defâ, bir yere gelince biz,

Önce bu velîleri, ziyârete gideriz,

 

Her ne kadar kumandan, isek de günümüzde,

Mânevî kumandanlar, onlardır önümüzde."

 

Bir mümin de bu zâtın, kabrine sık giderdi,

Onun feyz ve nûrundan, istifâde ederdi.

 

Bir gün haksız olarak, bâzı müslümanları,

İncitip üzmüş idi, bir sebepten onları.

 

Gördü gece rüyâda, Sadreddîn Konevî'yi,

Buyurdu ki: "Evlâdım, incitme hiç kimseyi.

 

Bu, Kâbe'yi yıkmaktan, günahtır daha fazla,

Onun için kimsenin, kalbini kırma aslâ."

Öyle tesir etti ki, ona bu bir nasîhat,

İncitmedi kimseyi, ömrü boyunca bu zât.

 

İstanbul'dan Konya'ya, gitmiş idi biri de,

Lâkin bir sıkıntısı, var idi o günlerde.

 

Konya'daki dostuna, anlatınca derdini,

Dedi ki: "Ziyâret et,Konevî'nin kabrini.

 

Onun vesîlesiyle, duâ eyle Rabbine,

Hallolur bu sıkıntın, o zâtın hürmetine."

 

O da, bu mübâreğin, türbesine giderek,

Duâ etti bu zâtı, vesîle eyleyerek.

 

Sonra da İstanbul'a, Konya'dan çıktı yola,

Lâkin kısa bir müddet, Bursa'da verdi mola.

 

Henüz vâsıl olmadan, İstanbul'a bu kişi,

Bursa'dayken bir gece, hâlledildi o işi.

 

İşin çabukluğuna, kendi de hayret etti,

Dedi ki: "Hakîkaten, serî imiş himmeti."

 

O, Kur'ân-ı kerîmden, okusa her ne zaman,

Onun dahi rûhuna, gönderir muntazaman.

 

Sadreddîn-i Konevî, hürmetine İlâhî,

Cümle sıkıntılardan berî kıl bizi dahi.

 

 

ASLANDAN KORKMADI

Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh)

 

Saîd ibni Cübeyr ki, çok ilim sâhibiydi,

İlmiyle âmil olan, bir mübârek velîydi.

 

Günahını düşünüp, çok ağlardı, hüzünden,

Gözlerinin görmesi, azalmıştı bu yüzden.

 

Okurken rastlasaydı, bir azâb âyetine,

Tekrar edip ağlardı, tâ ki sabah vaktine.

 

Bir gece çok ağladı, şu âyet tesîrinden:

"Ey mücrimler, ayrılın, bu gün sevdiklerimden."

 

Kimsenin kusûrunu, söylemezdi yüzüne,

Hep ortaya ederdi, nasîhati o yine.

 

Derdi: "İslâmiyete, tam uyarsa bir kişi,

Hepsi zikir sayılır, işlediği her işi.

 

Ve şâyet yaşamazsa, İslâmın emri ile,

Zikretmiş sayılmaz hiç, çok tesbîh çekse bile."

 

O zamânın vâlisi, salıp memurlarını,

Huzûruna çağırttı, bu Allah adamını.

 

Onlar geldiklerinde, o namaz kılıyordu,

Bitirince, "Ne için, geldiniz?" diye sordu.

 

Dediler ki: "Vâlimiz, emir verdi ki bize,

Seni teslîm edelim, götürüp vâlimize."

 

Peki dedi onlara, îtirâz etmeksizin,

Çıktılar sonra yola, vâliye gitmek için.

 

Yolda bir kiliseye, rastladılar bir ara,

"İçeriye giriniz", dedi râhip onlara.

 

Girdiler o on kişi, kiliseden içeri,

Ve lâkin İbn-i Cübeyr, girmeyip kaldı geri.

 

Râhip dedi: "Ey Saîd, sen niçin girmiyorsun?

Yoksa geri kalıp da, kaçmak mı istiyorsun?

 

Buyurdu ki: "Ey râhip, hayır, sen bak işine,

Kâfir kilisesinde, müslümanın işi ne?"

 

Râhip dedi: "Dışarda, yırtıcı hayvanlar var,

İçeriye girmezsen, parçalar seni onlar."

 

Buyurdu: "Rabbim beni, onlardan korur elbet,

Onlar dahî Rabbimin, mahlûkudur nihâyet."

 

Râhip diğerlerine, dedi ki: "Siz giriniz,

Oklarınızı gerip, bu zâtı bekleyiniz."

 

Râhip böyle deyince, onlar girdi içeri,

Heyecanla gözlerken, gece, İbn-i Cübeyr'i.

 

Baktılar hakîkaten, bir çok vahşî hayvanlar,

Gelip İbn-i Cübeyr'in, yakınında durdular.

 

Sonra ona sürünüp, oturdular yanına,

Hiç bir şey yapmadılar, bu Allah adamına.

 

Râhip bunu görünce, dedi: "Aman yâ Rabbî,

Ömrümde bir hâdise, görmedim bunun gibi.

 

Demek ki yeryüzünde, varmış böyle büyük zât."

Şehâdeti getirip, îmân etti o sâat.

 

Vardılar ertesi gün, en nihâyet vâliye,

Hapsetti suçu yokken, onu hapishâneye.

 

Bir gece rüyâsında, denildi ki: "Ey Saîd,

Hazırlan, yârın sabah, olacaksın sen şehîd."

 

Çıkardılar o sabah, hücreden kendisini,

Getirdiler yanına, cellâtlardan birini.

 

Onlardan müsâade, istiyerek son defâ,

Ellerini kaldırıp, duâ etti Allah'a.

 

Dedi ki: "Yâ İlâhî, bu vâliyi, sen yine,

Musallat etme artık, benden başka birine."

 

Peşinden katlettiler, bu mübârek velîyi,

Söyledi kesik başı, kelime-i tevhîdi.