|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın
ve âlimlerin büyüklerinden Osman el-Hattâb (rahmetullahi teâlâ aleyh)
H.800 de Kudüs’te vefât etti.
Zamânında
bulunan meşhûr âlimlerin sohbetleriyle yetişen Osman el-Hattâb, haram ve
şüphelilerden sakınan, devamlı ibâdet ve tâatle meşgûl olan, güçlü, kuvvetli ve
heybetli bir zât idi. Dünyâya kıymet ve ehemmiyet vermezdi. İnsanlardan ayrı,
kendi hâlinde, sâde bir hayat yaşardı. Giyim, kuşam ve yemek husûsunda da böyle
sâde hareket ederdi. Kendini beğenmek, övünmek, kibir gibi kötü düşüncelerin
kalbine gelmemesi için, deve yününden yapılmış uzun bir hırka giyerdi. Allahü
teâlânın mahlûkâtındaki hikmetleri, bunları yaratan Allahü teâlânın büyüklüğünü
düşünmek, buna karşı şükredici bir kul olmak maksadıyla, devamlı mahzûn, mahcûb,
başı önüne eğik dururdu. Bir ihtiyaç olmadıkça ve birisi ile konuşmak îcâb
etmedikçe başını yukarı kaldırmazdı. Bütün mahlûkâta ve bilhassa yetim çocuklara
karşı çok merhametli idi. Kendisi daha çok küçük iken, babası vefât etmiş ve
yetim büyümüş olduğundan, yetim çocukların hâlini iyi bilirdi. Dergâhında
bulunan talebelerinin ihtiyaçlarını kendisi karşılardı. Onların ve hattâ
dışarıda bulunan insanların dertlerine, sıkıntılarına çâre bulmaktan zevk
alırdı. Tanıdıklarının en ufak ihtiyaçları ile yakından ilgilenir, bunu yaparken
hiç üşenmez ve sıkılmazdı. Dağdan odun getirir ve yemek kazanının altını kendisi
yakardı. Talebelerinden ve yetimlerden yüz kadar kimse devamlı yanında kalır,
onların da ihtiyaçlarını kendisi görürdü. Dergâhın bir geliri veya bir vakfı
yoktu. Bununla berâber, hem orada bulunanların barınmalarından, hem de orada
barınanların maişetlerinden bir endişesi olmazdı. Günlük ne gelirse ona rızâ
gösterirler, Allahü teâlâya şükrederlerdi. O beldede bulunup, durumu müsâid
olanlar ve hattâ zamânın sultânı bile, zaman zaman, buğday, mercimek, fasulye,
pirinç gibi şeyler gönderirlerdi.
|
|