EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Seyyid
Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın büyüklerinden
olup, İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu gösterip hakîkî saâdete kavuşturan
ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi
altıncısıdır. Seyyid olup soyu Peygamber efendimize ulaşır. Hindistan'ın Bedâyûn
şehrindendir. Doğum tarihi bilinmemektedir. H.1135 de Delhi'de vefât etti.
Türbesi, Hindistan'ın Delhi şehrinin güney tarafında, Nizâmüddîn-i Evliyâ'nın
türbesinin batısında olup ziyâret edilmektedir.
Seyyid
Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin bir teveccühü ile talebelerinin kalbleri
zikretmeye başlardı. "Sokakta fâsıkla, günâha dalmış kimse ile karşılaşmak
kalbde zulmet hâsıl eder." buyururdu ve talebelerinin hangi fıskı, günahı
işleyenle karşılaştığını haber verirdi. Yetiştirdiği talebelerin en meşhûru ve
halîfesi, "Mazhar-ı Cân-ı Cânân" hazretleri olup, evliyânın büyüklerindendir.
Seyyid
Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretleri, dînin emirlerine tam uyardı. Şüpheli şeylerden
ve haramlardan sakınma husûsunda gayreti son dereceye ulaşmıştı. Yiyeceği
ekmeğin ununu helâlden tedârik eder, hamurunu kendi yoğurup, pişirir ve açlık
ağır bastıkca azar azar yerdi. İstiğrâk ve cezbe hâlleri yâni tasavvufda ilâhî
aşk ile kendinden geçme hâli pek ziyâde idi. On beş sene bu hâl üzere yaşadı ve
tasavvufî hâllere gark oldu. Ömrünün son zamanlarında bu hâlden ayıklık hâline
dönmüştür. Sünnet-i seniyyeye uymakta, edeb ve âdetlerde de Peygamber efendimize
tâbi olmakta büyük bir dikkat gösterirdi. Peygamber efendimizin hayâtını ve
yüksek ahlâkını anlatan kitapları devamlı yanında bulundurur, bunları okuyup,
hâllerinde ve işlerinde Resûlullah efendimize uymaya çalışırdı.
Bir
defâsında helâya girerken, yanlışlıkla önce sağ ayağını içeri atmıştı. Bunun
üzerine tasavvufdaki hâlleri bağlandı. Üç gün Allahü teâlâya yalvarıp, tazarrû
ve niyâzda bulunduktan sonra hâlleri tekrar açıldı. Dünyâya düşkün olanlar ile
görüşmekten tamâmen sakınırdı. Yiyeceklerinin helâl olması husûsunda çok
dikkatli davranırdı. Dâimâ murâkabede bulunurdu. Böylece, Allahü teâlâdan başka
her şeyi unutup, Allahü teâlâya yönelerek o kadar çok ibâdet ve tâat yaptığından
beli bükülmüştü. Buyurmuştur ki: "Otuz seneden beri kalbimden insanın tabiî
gıdâsı olan şeyleri yemek geçmedi. Ne zaman yiyeceğe ihtiyaç duysam yanımda
bulduğumu yerdim." Günde yalnız bir defâ yemek yerdi. Kazançları ve yemekleri
şüpheli olanların ikramlârına el uzatmazdı.
Bir gün
birisi yiyecek bir şey hediye getirmişti. Kendisine takdim edilince, nâzik bir
tavırla; "Bu yiyecekte bir zulmet gözüküyor, bir araştırınız!" buyurdu. Bu
yiyecek helâldendir diye arzettiler. Fakat araştırınca, bu yiyeceğin gösteriş
niyetiyle hazırlandığını anladılar. Dünyâya düşkün olan bir kimse, kendisinden
emânet bir kitap istediğinde verirdi. Kitap geri getirilince o kitabı bir yere
kor üç gün bekletirdi. Verdiği kimseden kitap üzerine sirâyet eden zulmet,
sohbeti bereketiyle dağıldıktan sonra alıp okurdu.
Evliyânın
büyüklerinden ve Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin en başta gelen
talebesi olan Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri ondan bahsederken, gözleri yaşla
dolar ve talebelerine şöyle derdi; "Sizler Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî
hazretlerine yetişemediniz, onu görmediniz. Eğer görmüş olsaydınız, îmânınız
tâzelenir ve Allahü teâlâ ne büyük kudret sâhibidir ki, böyle mübrek bir zât
yaratmış derdiniz. Onun keşfi son derece kuvvetli idi. Başkalarının baş gözüyle
göremediklerini o, kalb gözüyle görür ve anlardı. Hayâtı baştan sona fazilet ve
kerâmetler ile doludur."
Bir
defâsında bir talebesi huzûruna giderken, yolda gözü yabancı bir kadına takılıp
ona bakmıştı. Hocası Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin huzûruna girince, sende
zinâ zulmeti görüyoruz buyurarak yabancı kadına bakması sebebiyle günaha
girdiğine işâret etmiştir.
Bir
defâsında râfizî olup, Peygamber efendimizin arkadaşlarından bâzılarına
düşmanlık besliyen iki kişi, Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin huzûruna
gelmişlerdi. Râfizî olduklarını saklayıp, kendisine tâbi olmak istediklerini
söylemişlerdi. Onların sapık îtikâdda olduklarını anlayıp; "Önce bozuk
îtikâdınızdan vazgeçin sonra tâbi olma arzusunda bulunun" buyurdu. Bu iki
râfizîden biri huzûrunda tövbe edip, sapık îtikâdından vazgeçti ve saâdete erdi.
Diğeri ise sapıklığında ısrar edip, saâdetten mahrûm kaldı.
|