|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın
meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Hicrî ikinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
üçüncü oğludur. İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete
kavuşturan ve kendilerine; "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin
yirmi dördüncüsüdür. Mecdüddîn ve Urvet-ül-vüskâ lakablarıdır. Urvet-ül-vüskâ;
sağlam ip, kendisine uyulan büyük âlim demektir. Muhammed Ma'sûm hazretleri
doğduğu zaman babası; "Muhammed Ma'sûm'un dünyâya gelişi, bizim için çok
bereketli ve pek mübârek oldu. Onun doğmasından bir kaç ay sonra yüksek hocamın
(Muhammed Bâkî-billah'ın) huzûruna kavuştum, ona talebe oldum. Gördüklerimi
orada gördüm." buyurmuştur. Daha üç yaşında iken, tevhîd kelimesini söylerdi.
Kur'ân-ı kerîmi kısa sürede ezberledi. İlim tahsîl ettiği sırada, on bir yaşında
iken, zikr ve murâkabe yolunu babasından aldı. İmâm-ı Rabbânî hazretleri onun
hakkında; "Muhammed Ma'sûm'un günden güne ân-be-ân bizim nisbetimizi elde etme
hâli; dedesinin yazdığı Vikâye kitabını, o yazdıkça arkasından ezberleyen Şerh-i
Mevâkıf sâhibinin hâline benzer." buyurdu. Babası İmâm-ı Rabbânî hazretleri yine
onun için; "Bu oğlum, sâbikûndan (bu ümmetin büyüklerinden) dir." buyurdu.
O daha
küçük iken, babası onda tam bir olgunluk ve irşâd eserleri gördü. İstidâdının
yüksekliğini anlayınca teveccüh ve nazarları ile ona yönelip, istidâdının
altında gizli kemâlâtın açığa çıkmasını bekledi. Buyurdu ki: "Hâl, ilimden sonra
olduğu için, ilim okumaktan başka çâre yoktur." Bu sebeple oğluna aklî ve naklî
ilimleri okutmağa başladı. En zor ve en derin kitapları satır satır, yaprak
yaprak okumasını emretti. Böylece Muhammed Ma'sûm hazretleri, ilim tahsîline
başladı. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ona; "İlim tahsîlini çabuk bitir ki, seninle
büyük işlerimiz vardır." buyururdu. Daha on dört yaşında iken babasına; "Ben
kendimde öyle bir nûr görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi ondan
aydınlanmaktadır. Eğer o nûr sönerse dünyâ karanlık, zulmetli olur." diye
arzedince, babası; "Sen zamânının kutbu olursun." buyurarak müjde verdi. Nitekim
daha sonra bunu kendisi şöyle belirtmiştir: "Allahü teâlâya hamdü senâlar olsun.
Vâd edilen ele geçti. Babamın müjdelediklerine kavuştum."
Muhammed
Ma'sûm, ilminin çoğunu babasının huzûrunda öğrendi. Bu tahsîli sırasında İmâm-ı
Rabbânî hazretleri bir mektubunda onun hakkında şöyle yazmıştır: "Bu günlerde
oğlum Muhammed Ma'sûm, Şerh-i Mevâkıf'ı bitirdi. Bu arada Yunan felsefecilerinin
kusur ve hatâlarını iyi anladı. Nice faydalara kavuştu. Allahü teâlâya bu
ihsânından dolayı hamd ve senâlar olsun." İlminin bir kısmını da büyük ağabeyi
Muhammed Sâdık'tan ve babasının halîfelerinden olan büyük âlim Muhammed Tâhir-i
Lâhorî'den öğrendi. Ayrıca başka âlimlerden de ilim öğrendi. Hadîs ilminde
babasından icâzet, diploma aldı.
On altı
yaşında iken, bütün ilimlerin tahsîlini bitirdi. Bundan sonra tamâmen tasavvufa
yönelip, babasının feyzlerine, üstün makamlara, büyük derecelere ve yüksek
kemâlâta kavuştu. Kendinden önce yaşayan büyük velîlerin bir ömür harcayarak
elde ettiklerini, o daha çocukluğunda elde etti. Bu durumu kendisi şöyle ifâde
etmiştir: "Bu fakîr, (yâni Muhammed Ma'sûm) o esrar denizlerinin dalgıcı oldum.
O yüksek efendim (İmâm-ı Rabbânî), dâimâ bu fakîrin hâlini kontrol ve teftiş
ederdi. İlerlememi yakından incelerdi. Çok teveccüh buyururdu. Gizli hakîkatleri
beyân eyledikleri zaman bu fakîrden başkası, şerefli huzurlarında yoktu.
Kavuştuğum şeyleri sorduktan sonra çok iltifât eylediler. Yüksek hâllere
kavuştuğumun müjdesini verdiler. Allahü teâlâya bunun ve verdiği nîmetler için
hamd ü senâlar olsun."
Muhammed
Ma'sûm, mübârek babasının feyzleri ve teveccühleriyle çok çabuk kemâl
derecelerine ulaştı. Kavuşma yolu pek kısa oldu. Bir ömür boyunca elde
edilenler, günler ve aylara sığdırıldı. Öyle yetişti ve yükseldi ki, onun
bereketi ve feyzleri bütün âleme yayıldı.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri ömrünün son günlerinde onu husûsî odasına çağırıp buyurdu ki:
"Benim bu dünyâya bağlılığım yalnız bu kayyumluk vazifesi ve muâmelesi sebebiyle
idi. Devamlı teveccühlerden sonra o sana verildi. Bütün mahlûkât tam bir şevk
ile yüzünü sana dönüyor. Şimdi bu fânî dünyâda kalmak için sebep bulamıyorum. Bu
denî, aşağı ve hakîr dünyâdan göç etmem yaklaştı." Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî
buyurdu ki: "Bu fakîr, bu gizli müjdeyi duyduğum hâlde kalbim parçalandı.
Gözlerim yaşla doldu. Büyük bir elem ve üzüntü ile kendimden geçtim. Ne dilimde
konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi
görünce, şefkât ve merhametinin çokluğundan bir müddet daha yaşayacağını işâret
edip; "Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki; birini kendine çağırır, diğerini onun
yerine oturtur." buyurdu.
Muhammed
Ma'sûm, babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, vâz ve irşâd
makâmına geçip talebe yetiştirmeye başladı. O da ilim ve feyz saçarak insanları
doğru yola dâvet etti. İslâm târihinde rüşd ve hidâyeti onunki kadar yaygın olan
bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup elinde
tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini evliyâlık mertebelerine kavuşmuş, yedi
bini de mürşid-i kâmil, tam ve olgun bir âlim olarak yetişip, irşâd ile
emrolunmuştur. Talebeleri onun huzûrunda bâzan bir ayda, bâzan bir haftada
evliyâlık kemâlâtına ererlerdi. Bâzılarını bir teveccühde, makamların hepsine
ulaştırırdı.
|
|