|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Velî ve
Hanbelî mezhebî fıkıh âlimi Muhammed Kudâme (rahmetullahi teâlâ aleyh)
fıkıh, ferâiz, nahiv ilimlerini kendinde toplamış, ilmiyle amel eden, insanların
ihtiyâcını karşılayan, zâhid bir zât idi. İşittiği her duâyı ezberler ve
yazardı. Dîne âit ne öğrendiyse, mutlaka öğrendiği ile amel ederdi. İhtiyar
olduğu hâlde devâm ettiği cemâatin en dinç olanı idi. Gençliğinden îtibâren gece
yarısı kalkıp teheccüd namazı kılmış, hiç terk etmemiştir. Hanımı şöyle
demiştir: “Geceleri ibâdet için kalkardı. Uyku bastırınca, yanında bulunan bir
asâ ile ayaklarına vurarak uykusunu dağıtırdı.” Çok oruç tutmaktan zayıflamıştı.
Bir
cenâze olduğunu işitse, hemen namazını kılmaya, birinin hasta olduğunu duysa,
hemen ziyâretine giderdi. Dine bir hizmet olsa, mutlaka giderdi. Her gece,
Kur’ân-ı kerîmin yedide birini, tertîl üzere, yavaş yavaş okurdu. Gündüzleri de,
öğle ile ikindi arasında Kur’ân-ı kerîmin yedide birini okurdu. Sabah namazını
kılınca, tesbîhleri çektikten sonra, Kur’ân-ı kerîmden şifâ âyetleri denilen
âyet-i kerîmeleri okurdu. Bunları ayrıca bir forma hâlinde de yazıp mihrâba
asmıştı. Uyku bastırmaması için alıp, çok defâ okurdu. Sabah namazından sonra,
güneş iyice yükselinceye kadar Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sonra kuşluk namazı
kılardı. Biri gece, biri de gündüz olmak üzere iki defâ secde yapar, bu
secdelerde uzun müddet durur, duâ ve tesbîh ederdi.
Her Cumâ
mutlaka sadaka verirdi. Berâber bulunduğu kimselerin sıkıntılarını giderir,
yardım ederdi. Uzakta olanların çocuklarını sorar, ilgilenir, ihtiyaçlarını
karşılar, yardım ederdi. Akrabâsına ve diğer fakirlere yardım eder sadaka
verirdi. Elbisesinden fazla olanları dağıtır, kendisi, zarûret mikdârı ile
kalırdı. Bâzan elbisesiz ve gömleksiz kaldığı da olurdu. kuru ekmek yer, hasır
üzerinde yatardı. Çok kere kendi ihtiyâcı olan şeyleri de muhtaçlara sadaka
verirdi.
Bir
defâsında, bulunduğu belde halkından bir kısmına devamlı yiyecek vererek
sıkıntılarını gidermişti. Evine bir şey geldiği zaman, gelen şeyi herkese
paylaştırırdı. “Sâhibi ile kabre girmeyen, sâhibinin kabirde faydasını görmediği
ilim, ilim değildir.” ve “Siz sadaka vermezseniz, size de verilmez. İsteyene siz
vermezseniz, başkaları verip, sevâbını alır.” derdi.
İnsanlara
hitâb edip konuştuğu zaman, kalbleri rikkat ve incelik tarafına çeker, çok
tesirli konuşurdu. Sohbetinde insânlar ağlayıp, göz yaşı dökerdi. Son derece
heybetliydi. Bir talebe ondan bir mesele sormak istese, heybet ve vekarı
karşısında toparlanırdı. O, mescide girdiği zaman, talebeler susup, kısık sesle
konuşurlardı. Yolda oynayan çocuklar onu görseler, heybetinden, ona olan sevgi
ve hürmetten dolayı kenara çekilirlerdi. Bir şey emredince derhal yerine
getirilirdi.
Dünyâya
düşkün olmaktan ve lüzumsuz işlerden çok uzak dururdu. Duâsı makbul bir zâttı.
Duâsı ile hastâlar şifâ bulurdu.
Vâlilere
ve devlet adamlarına mektuplar yazıp, muhtaçlara yardım etmelerini isterdi.
Kendisine bir muhtaç gelse, bir mektup yazıp vâliye gönderirdi. Bir gün
vâlilerden biri ona; “Sen bize, yardım etmek istemediğimiz kişileri de
gönderiyorsun, fakat senin mektubunu geri çevirmek istemediğimizden yardım
ediyoruz.” deyince, vâliye; “Biz, bize gelen hiçkimseyi geri çevirmiyoruz. Siz
gönderdiğim mektubu ya kabûl edersiniz veya hiç göndermem.” Bunun üzerine vâli;
“Sizin gönderdiğiniz hiçbir mektubu aslâ geri çevirmeyeceğiz” dedi.
Kabir
ziyâreti için veya başka bir sebeple bulunduğu dağlık bölgeden indiği zaman,
hurma toplayıp götürür, kimsesiz ve yetimlere dağıtırdı. Geceleri kim olduğu
bilinip, tanınmayan kimseler ona para ve un getirirdi. Kimseyi azarlamaz geri
çevirmez ve hiç kimsenin kalbini kırıp, incitmezdi. Haramlardan son derece
sakınırdı.
|
|