CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Mazhar-ı Cân-ı Cânân (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarındandır. İsmi, Şemseddîn Habîbullah'tır. Babası Mirzâ  Cân'dır. Onun ismine izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir. H.1111 veya 1113 de doğdu. 1195de şehîd edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymûriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Bütün dedeleri, mürüvvet, adâlet, şecâat, sehâvet (cömertlik) ve dîne son derece bağlı olmalarıyla tanınmış, beğenilen ve medhedilen bütün üstün vasıflara sâhib idiler. Ayrıca herbiri, devlet idâresinde mevkî ve makam sâhibiydi. Babası Mirzâ Cân, mevkî ve makâmı terkedip, fakirliği ve kanâatı tercih etti. Servetini Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikâhı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye mikdârındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamâmen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlâkı, insânî meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zâttı. Zamânın mürşid-i kâmillerinden olan Şâh Abdürrahmân Kâdirî'nin sohbetinde kemâle geldi.

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, daha küçük yaşta iken alnında rüşd ve hidâyet nûru parlıyordu. Zekâ, fehm ve anlayışının parlaklığını gören firâset erbâbı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılışa sâhib olduğunu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve tâliminde, ilim öğrenmesi husûsunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük yaşta ilim, mârifet öğrenmeye ve çeşitli mahâretler kazanmağa başladı. Kıymetli ömrünü çocukluğundan îtibâren gâyet iyi değerlendirip, hebâ etmedi. İlim ve mârifeti yanında ayrıca çeşitli sanat ve mahâretleri öğrendi. Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda İbrâhim aleyhisselâmı rüyâmda görüp, çok iltifât ve ihsânlarına kavuştum. Yine çocukluğumda hazret-i Ebû Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübârek sûreti karşıma çıkardı. Rûhâniyetini gözümle görürdüm. Bana çok iltifâtta bulunurdu."

Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda idi. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmâm-ı Rabbanî hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetini gördüm. Bana oradan kalkmam için işâret etti. Bu hâli babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifâde edeceksin." dedi. Allahü teâlâ benim tînetime, sünnet-i seniyyeye ittibâ etme, uyma hasletini yerleştirmiş."

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin fıtratında, yaratılışında bir yükseklik, büyükler yolunda ilerlemeye büyük bir kâbiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme husûsiyeti vardı. "Aşk ve muhabbet, benim tînetimin hamurunun mayasıdır." buyurdu. Zamânın meşhûr âlimlerinden onun hâlini görenler; "Bu çocuk, aşıkâne bir mîzâca sâhibdir." demişlerdir. Babası ona; "Senin dünyâya gelişin benim için çok mübârek oldu. Çünkü senin doğduğun sene, ben dünyâya âit bağlılıkları, dünyâya düşkün olmayı terkedip, kanâatı tercih ettim." demiştir.

Kendisi ilim tahsîlini şöyle anlatmıştır: "Fârisî lisanını ve diğer bâzı bilgileri babamdan, Kur'ân-ı kerîmi, tecvîd ve kırâat ilmini Kârî Abdürresûl'den, aklî ve naklî ilimleri de zamânımızın âlimlerinden öğrendim. Hâcı Muhammed Efdal'den, tefsîr ve hadîs ilmi öğrendim. On beş yaşında iken kendisinden ilim öğrendiğim hocam Hâcı Muhammed Efdal, bana bir takke hediye etmişti. Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı. Hiçbir şeyi okuyup öğrenmekte zorluk çekmedim. Tahsîlimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefât etti. Vefât etmeden önce şöyle vasiyyet etti: "Bütün vaktini, kemâlâtı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme." Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devâm ettim. Bir gece rüyâmda evliyâdan bir zâtı gördüm. Mezarından kalkıp yanıma geldi ve kendi külahını başıma koydu." Bu rüyâdan sonra gönlümde makam ve mevkî arzusu hiç kalmadı. Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlalaştı. Bir defâsında rüyâmda gaybdan bir ses; "Bizim seninle işimiz var. İnsanların hidâyete kavuşması ve onları hidâyete kavuşturacak yolun yayılması senin sebebinle olacak!" dedi. Bu rüyâyı da görünce tasavvufa yönelip, bâtın nisbetini elde etmek arzum iyice kesinleşti. Bu maksadıma kavuşmak için Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin huzûruna gittim. Mübârek yüzünü görünce mârifet sâhibi bir zât olduğunu anladım. Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı, dînin emirlerine tam uyan, yüksek ahlâk sâhibi bir zât idi. Sohbeti kalbe safâ veriyor, cana can katıyordu. İyice anlaşılmıştı ki, arayanlar maksada onun huzûrunda kavuşuyor, ölmüş kalb onun huzûrunda dirilip itminâna eriyor. Hakk'a kavuşmak orada müyesser oluyordu. Beni talebeliğe kabûl etmesini arzedince, istihâresiz talebe kabûl etmediği hâlde beni derhal kabûl etti. Feyzleri o kadar bereketli ve tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye başlardı. Ona talebe olup feyzlerine kavuşunca gönlüm aydınlandı. Çok iltifâtına kavuştum.

Kısa zamanda Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin sohbetinde yetiştim. Tasavvuf hâllerine gark olmuştum. Ben, muhabbet-i ilâhînin sarmasından, cezbenin çokluğundan uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi terk etmiştim. İnsanlardan uzaklaşıp yalnız başıma dolaşmaya başladım. Açlığın şiddetinden ağaç yaprağı yemiştim. Vaktim hep kendimden geçmiş bir vaziyette ve murâkabe hâlinde geçiyordu. Asıl maksada kavuşmayı böylece bekledim. Nihâyet o hâle geldim ki; "Rabbini görüyormuş gibi ibâdet et" hadîs-i şerîfinde istenen vasfa ulaştım. Mahviyyet, fenâ ve bekâ hâllerine kavuştum. Büyüklerin târif ettiği maksada, sırr-ı tevhîde yükseldim.

Nûr Muhammed Bedâyûnî, benim hâllerime bakıp, bana karşı tevâzu ile, büyük bir sevgi ve alâka gösterdi. Bir gün, ikimiz karşı karşıya otururken; "İki güneş karşı karşıya gelmiş, birinin nûrundan diğeri görülmüyor. Eğer tâliblerin terbiyesine yönelsen âlem nûrlanır." buyurdu. Yine bir gün bana; "Sende Allahü teâlâya ve Resûlüne karşı muhabbet yüksek derecededir. Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak. Sana Şemseddîn Habîbullah ismi verildi." buyurdu ve talebelerinden bir kısmının yetiştirilmesini bana havâle etti. Hocamın sohbetine devâm ederken, havâle ettiği o talebeleri de yetiştirdim ve hocamın sohbetine bıraktım. Her ne kadar Resûlullah efendimizin zamânında bulunup görmekle şereflenmedik ama, Allahü teâlâya binlerce şükürler olsun ki, Resûlullah'ın nâiblerinden olan (O'nun yolunu anlatan) hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin sohbetinde bulunmakla şereflendim. Hayâtın meyvesi, asıl maksad ele geçti. Büyüklerin çok iltifâtına kavuştum.

Hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin sohbetine dört sene devâm ettim. Sonra bana icâzet verdi. Bana Ehl-i sünnet îtikâdı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve bidatlerden sakınmamı vasiyet etti."

Hocası Seyyid Nûr Muhammed'in vefâtından sonra, altı sene Şeyh Gülşenî ve on iki sene Muhammed Efdal ve Hâfız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Âbid-i Senâmî'nin sohbetlerine devâm ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca Kâdiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icâzet, diploma aldı. Zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendikten sonra insanları irşâda ve doğru yolu anlatmaya başladı. Derslerine, sohbetlerine âlimler, âmirler, velîler ve halk devâm edip ondan feyz aldılar. Mîr Müsliman, Senâullah Pâni-pütî, Gulâm Kâki, Seyyid Alîmullah, Seyyid Abdullah Dehlevî gibi büyük âlimler ve velîler yetiştirdi.

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, İslâmiyetin yayılması ve insanların hakîkî saâdete kavuşmaları için çok üstün hizmetler yapmıştır. Her biri üstün birer cevher olan kıymetli zâtlar yetiştirmiş ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir. Talebeleri de bulundukları yerlerde insanlara İslâmiyeti öğretmişler, îmânlarının vicdânileşmesini sağlamışlardır. Böylece her biri bulunduğu yerde İslâmiyete uyulmasına, güzel ahlâkın yayılmasına ve insanların birbirlerine karşı iyi muâmelede bulunmalarını sağlamışlardır. Onları tanıyıp seven insanlar, onların sebebiyle temiz bir hayat yaşamak ve saâdete kavuşmakla şereflenmişlerdir.

 

ŞEHÎD OLMAK İSTERİM

 

Evliyânın büyüğü, Mazhar-ı Cân-ı Cânân,

İstifâde etmişti, binlerce kimse ondan.

 

Henüz vefât etmeden, birkaç gün önce idi,

Rabbine kavuşmanın, şevk ve sevincindeydi.

 

Âhirete göçmesi, olmuşken böyle yakın,

İnsanlar, sohbetine, gelirdi akın akın.

 

Her gün yüzlerce kişi, gelerek o sohbete,

Kavuşuyorlar idi, nûra ve hidâyete.

 

Talebesinden biri, sılaya gitmek için,

Huzûruna gelerek, istedi ondan izin.

 

Buyurdu: "Güle güle, emânet ol Allah'a.

Lâkin görüşemeyiz, senin ile bir daha."

 

Diğer talebeleri, duyunca bu sözleri,

Ağlayıp, herbirinin, yaşla doldu gözleri.

 

Ve yine o günlerde, talebeden birine,

Yazdı ki: "Geldik artık, ömrün nihâyetine.

 

Bu dünyâda yapacak, kalmadı bir işimiz,

Yaş, sekseni geçti ve, yaklaştı ecelimiz."

 

Birkaç gün kalmıştı ki, vefâtına nihâyet

Talebeyi toplayıp, son defâ etti sohbet.

 

Buyurdu ki: "Kalbimden, her neyi geçirdimse,

Ve hangi bir nîmete, kavuşmak istedimse,

 

Hak teâlâ hepsini, eyledi bana ihsân,

Her arzûma kavuşmak, oldu kolay ve âsân.

 

İslâm-ı hakîkîyi, nasîb etti nihâyet,

Verdi sâlih amelle, istikâmet, kerâmet.

 

Tasavvufta ne kadar, derece varsa eğer,

Rabbimiz herbirini, kıldı bana müyesser.

 

Elde edemediğim, kaldı ki bir tek makam,

O da, şehîd olmaktır, budur şimdi bana gam.

 

Kavuştum tasavvufta, makamların hepsine,

Şimdi arzûm ermektir, şehidlik rütbesine.

 

Hocalarımın çoğu, şehâdet şerbetini,

İçerek bitirdiler, en son nefeslerini.

 

Ve lâkin yaşlandım ben, zâif düştü vücûdum,

Yoktur cihâd edecek, bir kuvvetim ve gücüm."

 

Mazhâr-ı Cân-ı Cânân, bu son sözleri ile,

Şehîdlik arzûsunu, getirdi böyle dile.

 

Son günleri idi ki, o yer ahâlisinden,

Huzûruna gelenler, artmıştı eskisinden.

 

Bin yedi yüz seksen bir, mîlâdî senesinde,

Ve Muharrem ayının, yedinci gecesinde,

 

Mübârek hânesinin, önüne, bir aralık,

Yabancı kimselerden, doldu bir kalabalık.

 

Niyetleri kötüydü, bilhassa üç kişinin,

Israr ediyorlardı, içeri girmek için.

 

Nihâyet izin alıp, hânesine girdiler,

Bunlar Moğol kâfiri ve mecûsî idiler.

 

Hem de tanımazlardı, kendisini o zaman,

Sordular ki: "Sen misin, Mazhar-ı Cân-ı Cânân?"

 

"Evet, benim." deyince, durmayıp onlar daha,

Hücûm edip hançerle, başladılar vurmaya.

 

Ağır yaralanarak, yıkıldı yere hemen

Üç gün sonra Rabbine, kavuştu ebediyyen.

 

On Muharrem Aşûre ve Cumâ, akşam vakti,

O da şehîd olarak, Hakk'a oldu mülâki.