EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Mazhar-ı Cân-ı Cânân
(rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek
hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen âlim ve
velîlerin meşhûrlarındandır. İsmi, Şemseddîn Habîbullah'tır. Babası Mirzâ
Cân'dır. Onun ismine izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir. H.1111 veya 1113 de
doğdu. 1195de şehîd edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi,
ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymûriyye sultanlarına yakınlıkları
vardı. Bütün dedeleri, mürüvvet, adâlet, şecâat, sehâvet (cömertlik) ve dîne son
derece bağlı olmalarıyla tanınmış, beğenilen ve medhedilen bütün üstün vasıflara
sâhib idiler. Ayrıca herbiri, devlet idâresinde mevkî ve makam sâhibiydi. Babası
Mirzâ Cân, mevkî ve makâmı terkedip, fakirliği ve kanâatı tercih etti. Servetini
Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikâhı için ayırdığı yirmi beş bin
rub'iyye mikdârındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu
işitince, tamâmen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün
ahlâkı, insânî meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zâttı. Zamânın mürşid-i
kâmillerinden olan Şâh Abdürrahmân Kâdirî'nin sohbetinde kemâle geldi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân
hazretleri, daha küçük yaşta iken alnında rüşd ve hidâyet nûru parlıyordu. Zekâ,
fehm ve anlayışının parlaklığını gören firâset erbâbı, onun yüksek bir fıtrata,
yaratılışa sâhib olduğunu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve tâliminde, ilim
öğrenmesi husûsunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük yaşta ilim, mârifet
öğrenmeye ve çeşitli mahâretler kazanmağa başladı. Kıymetli ömrünü çocukluğundan
îtibâren gâyet iyi değerlendirip, hebâ etmedi. İlim ve mârifeti yanında ayrıca
çeşitli sanat ve mahâretleri öğrendi. Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda
İbrâhim aleyhisselâmı rüyâmda görüp, çok iltifât ve ihsânlarına kavuştum. Yine
çocukluğumda hazret-i Ebû Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübârek
sûreti karşıma çıkardı. Rûhâniyetini gözümle görürdüm. Bana çok iltifâtta
bulunurdu."
Yine şöyle anlatmıştır:
"Çocukluğumda idi. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmâm-ı Rabbanî hazretlerinden
bahsettiler. Ben o anda İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetini gördüm. Bana
oradan kalkmam için işâret etti. Bu hâli babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen
onların yolundan istifâde edeceksin." dedi. Allahü teâlâ benim tînetime,
sünnet-i seniyyeye ittibâ etme, uyma hasletini yerleştirmiş."
Mazhar-ı Cân-ı Cânân
hazretlerinin fıtratında, yaratılışında bir yükseklik, büyükler yolunda
ilerlemeye büyük bir kâbiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme husûsiyeti
vardı. "Aşk ve muhabbet, benim tînetimin hamurunun mayasıdır." buyurdu. Zamânın
meşhûr âlimlerinden onun hâlini görenler; "Bu çocuk, aşıkâne bir mîzâca sâhibdir."
demişlerdir. Babası ona; "Senin dünyâya gelişin benim için çok mübârek oldu.
Çünkü senin doğduğun sene, ben dünyâya âit bağlılıkları, dünyâya düşkün olmayı
terkedip, kanâatı tercih ettim." demiştir.
Kendisi ilim tahsîlini şöyle
anlatmıştır: "Fârisî lisanını ve diğer bâzı bilgileri babamdan, Kur'ân-ı kerîmi,
tecvîd ve kırâat ilmini Kârî Abdürresûl'den, aklî ve naklî ilimleri de
zamânımızın âlimlerinden öğrendim. Hâcı Muhammed Efdal'den, tefsîr ve hadîs ilmi
öğrendim. On beş yaşında iken kendisinden ilim öğrendiğim hocam Hâcı Muhammed
Efdal, bana bir takke hediye etmişti. Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı.
Hiçbir şeyi okuyup öğrenmekte zorluk çekmedim. Tahsîlimi tamamladıktan sonra,
bir müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefât etti. Vefât
etmeden önce şöyle vasiyyet etti: "Bütün vaktini, kemâlâtı, olgunlukları ve
üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme."
Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devâm
ettim. Bir gece rüyâmda evliyâdan bir zâtı gördüm. Mezarından kalkıp yanıma
geldi ve kendi külahını başıma koydu." Bu rüyâdan sonra gönlümde makam ve mevkî
arzusu hiç kalmadı. Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlalaştı. Bir defâsında
rüyâmda gaybdan bir ses; "Bizim seninle işimiz var. İnsanların hidâyete
kavuşması ve onları hidâyete kavuşturacak yolun yayılması senin sebebinle
olacak!" dedi. Bu rüyâyı da görünce tasavvufa yönelip, bâtın nisbetini elde
etmek arzum iyice kesinleşti. Bu maksadıma kavuşmak için Seyyid Nûr Muhammed
Bedâyûnî'nin huzûruna gittim. Mübârek yüzünü görünce mârifet sâhibi bir zât
olduğunu anladım. Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı, dînin emirlerine tam
uyan, yüksek ahlâk sâhibi bir zât idi. Sohbeti kalbe safâ veriyor, cana can
katıyordu. İyice anlaşılmıştı ki, arayanlar maksada onun huzûrunda kavuşuyor,
ölmüş kalb onun huzûrunda dirilip itminâna eriyor. Hakk'a kavuşmak orada
müyesser oluyordu. Beni talebeliğe kabûl etmesini arzedince, istihâresiz talebe
kabûl etmediği hâlde beni derhal kabûl etti. Feyzleri o kadar bereketli ve
tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye başlardı. Ona
talebe olup feyzlerine kavuşunca gönlüm aydınlandı. Çok iltifâtına kavuştum.
Kısa zamanda Nûr Muhammed
Bedâyûnî hazretlerinin sohbetinde yetiştim. Tasavvuf hâllerine gark olmuştum.
Ben, muhabbet-i ilâhînin sarmasından, cezbenin çokluğundan uykuyu, istirahati,
yemeyi, içmeyi terk etmiştim. İnsanlardan uzaklaşıp yalnız başıma dolaşmaya
başladım. Açlığın şiddetinden ağaç yaprağı yemiştim. Vaktim hep kendimden geçmiş
bir vaziyette ve murâkabe hâlinde geçiyordu. Asıl maksada kavuşmayı böylece
bekledim. Nihâyet o hâle geldim ki; "Rabbini görüyormuş gibi ibâdet et" hadîs-i
şerîfinde istenen vasfa ulaştım. Mahviyyet, fenâ ve bekâ hâllerine kavuştum.
Büyüklerin târif ettiği maksada, sırr-ı tevhîde yükseldim.
Nûr Muhammed Bedâyûnî, benim
hâllerime bakıp, bana karşı tevâzu ile, büyük bir sevgi ve alâka gösterdi. Bir
gün, ikimiz karşı karşıya otururken; "İki güneş karşı karşıya gelmiş, birinin
nûrundan diğeri görülmüyor. Eğer tâliblerin terbiyesine yönelsen âlem nûrlanır."
buyurdu. Yine bir gün bana; "Sende Allahü teâlâya ve Resûlüne karşı muhabbet
yüksek derecededir. Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak. Sana
Şemseddîn Habîbullah ismi verildi." buyurdu ve talebelerinden bir kısmının
yetiştirilmesini bana havâle etti. Hocamın sohbetine devâm ederken, havâle
ettiği o talebeleri de yetiştirdim ve hocamın sohbetine bıraktım. Her ne kadar
Resûlullah efendimizin zamânında bulunup görmekle şereflenmedik ama, Allahü
teâlâya binlerce şükürler olsun ki, Resûlullah'ın nâiblerinden olan (O'nun
yolunu anlatan) hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin sohbetinde bulunmakla
şereflendim. Hayâtın meyvesi, asıl maksad ele geçti. Büyüklerin çok iltifâtına
kavuştum.
Hocam Seyyid Nûr Muhammed
Bedâyûnî'nin sohbetine dört sene devâm ettim. Sonra bana icâzet verdi. Bana Ehl-i
sünnet îtikâdı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve bidatlerden sakınmamı
vasiyet etti."
Hocası Seyyid Nûr
Muhammed'in vefâtından sonra, altı sene Şeyh Gülşenî ve on iki sene Muhammed
Efdal ve Hâfız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Âbid-i Senâmî'nin sohbetlerine
devâm ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca
Kâdiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icâzet, diploma
aldı. Zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendikten sonra insanları irşâda ve doğru yolu
anlatmaya başladı. Derslerine, sohbetlerine âlimler, âmirler, velîler ve halk
devâm edip ondan feyz aldılar. Mîr Müsliman, Senâullah Pâni-pütî, Gulâm Kâki,
Seyyid Alîmullah, Seyyid Abdullah Dehlevî gibi büyük âlimler ve velîler
yetiştirdi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân
hazretleri, İslâmiyetin yayılması ve insanların hakîkî saâdete kavuşmaları için
çok üstün hizmetler yapmıştır. Her biri üstün birer cevher olan kıymetli zâtlar
yetiştirmiş ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir.
Talebeleri de bulundukları yerlerde insanlara İslâmiyeti öğretmişler,
îmânlarının vicdânileşmesini sağlamışlardır. Böylece her biri bulunduğu yerde
İslâmiyete uyulmasına, güzel ahlâkın yayılmasına ve insanların birbirlerine
karşı iyi muâmelede bulunmalarını sağlamışlardır. Onları tanıyıp seven insanlar,
onların sebebiyle temiz bir hayat yaşamak ve saâdete kavuşmakla
şereflenmişlerdir.
ŞEHÎD OLMAK
İSTERİM
Evliyânın büyüğü,
Mazhar-ı Cân-ı Cânân,
İstifâde etmişti,
binlerce kimse ondan.
Henüz vefât etmeden,
birkaç gün önce idi,
Rabbine kavuşmanın, şevk
ve sevincindeydi.
Âhirete göçmesi, olmuşken
böyle yakın,
İnsanlar, sohbetine,
gelirdi akın akın.
Her gün yüzlerce kişi,
gelerek o sohbete,
Kavuşuyorlar idi, nûra ve
hidâyete.
Talebesinden biri, sılaya
gitmek için,
Huzûruna gelerek, istedi
ondan izin.
Buyurdu: "Güle güle,
emânet ol Allah'a.
Lâkin görüşemeyiz, senin
ile bir daha."
Diğer talebeleri, duyunca
bu sözleri,
Ağlayıp, herbirinin,
yaşla doldu gözleri.
Ve yine o günlerde,
talebeden birine,
Yazdı ki: "Geldik artık,
ömrün nihâyetine.
Bu dünyâda yapacak,
kalmadı bir işimiz,
Yaş, sekseni geçti ve,
yaklaştı ecelimiz."
Birkaç gün kalmıştı ki,
vefâtına nihâyet
Talebeyi toplayıp, son
defâ etti sohbet.
Buyurdu ki: "Kalbimden,
her neyi geçirdimse,
Ve hangi bir nîmete,
kavuşmak istedimse,
Hak teâlâ hepsini, eyledi
bana ihsân,
Her arzûma kavuşmak, oldu
kolay ve âsân.
İslâm-ı hakîkîyi, nasîb
etti nihâyet,
Verdi sâlih amelle,
istikâmet, kerâmet.
Tasavvufta ne kadar,
derece varsa eğer,
Rabbimiz herbirini, kıldı
bana müyesser.
Elde edemediğim, kaldı ki
bir tek makam,
O da, şehîd olmaktır,
budur şimdi bana gam.
Kavuştum tasavvufta,
makamların hepsine,
Şimdi arzûm ermektir,
şehidlik rütbesine.
Hocalarımın çoğu, şehâdet
şerbetini,
İçerek bitirdiler, en son
nefeslerini.
Ve lâkin yaşlandım ben,
zâif düştü vücûdum,
Yoktur cihâd edecek, bir
kuvvetim ve gücüm."
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân, bu
son sözleri ile,
Şehîdlik arzûsunu,
getirdi böyle dile.
Son günleri idi ki, o yer
ahâlisinden,
Huzûruna gelenler,
artmıştı eskisinden.
Bin yedi yüz seksen bir,
mîlâdî senesinde,
Ve Muharrem ayının,
yedinci gecesinde,
Mübârek hânesinin, önüne,
bir aralık,
Yabancı kimselerden,
doldu bir kalabalık.
Niyetleri kötüydü,
bilhassa üç kişinin,
Israr ediyorlardı, içeri
girmek için.
Nihâyet izin alıp,
hânesine girdiler,
Bunlar Moğol kâfiri ve
mecûsî idiler.
Hem de tanımazlardı,
kendisini o zaman,
Sordular ki: "Sen misin,
Mazhar-ı Cân-ı Cânân?"
"Evet, benim." deyince,
durmayıp onlar daha,
Hücûm edip hançerle,
başladılar vurmaya.
Ağır yaralanarak, yıkıldı
yere hemen
Üç gün sonra Rabbine,
kavuştu ebediyyen.
On Muharrem Aşûre ve
Cumâ, akşam vakti,
O da şehîd olarak, Hakk'a
oldu mülâki.
|