|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Mehmed
Emîn Tokâdî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, İstanbul evliyâsının büyüklerinden olup,
Aziz Mahmûd Ermevî dervişlerinden bir zâtın oğludur. H.1075 de Tokat'ta doğdu.
1158 de İstanbul'da vefât etti. Kabr-i şerîfi, Unkapanı'na inen cadde ile Zeyrek
Yokuşunun kesiştiği tepe üzerinde, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi
kabristanındadır. Kendisini vesîle ederek, kabri başında yapılan duâ müstecâbdır,
makbûldür.
Mehmed
Emîn Efendi, ilim tahsîline memleketinde başlayıp, bir müddet ilim öğrendikten
sonra, 1698 senesinde İstanbul'a geldi. Şeyhülislâm Mirzâzâde Muhammed Efendiden
uzun müddet ders alıp, ilim öğrendi ve çok iyi yetişti. Sonra Mekke'de Ahmed
Yekdest Cüryânî hazretlerinden tasavvuf ilmini öğrenip, tasavvufda talebe
yetiştirebilecek duruma geldi. İkinci Hicaz seferinde hadîs âlimlerinden Ahmed
Nahlî'den hadîs ilmini öğrenip icâzet aldı. Ayrıca İstanbul'a ilk geldiğinde,
ilim tahsili sırasında, hat yâni yazı sanatını Yedikuleli hattat Abdullah
Efendiden öğrendi. Değişik hat çeşitlerinde mahâret sâhibiydi.
Mehmed
Emîn Tokâdî hazretleri, İstanbul'a ilk geldiğinde, birkaç ay Pîrî Paşa
Medresesinde ikâmet etti. Bu sırada Başrûznâmeci (Günlük gelir ve masrafların
defterini tutan, ayniyât kaydı amiri) Ali Efendi adında bir zâtın oğluna ders
vermeye başladı. Ayrıca kendisine Reîs-ül-Küttâb (Hâriciye vekili) makâmının
yazı işlerinde kâtiplik vazifesi de verildi. Bu vazifede iken Başrûznâmeci Ali
Efendi, kendi evinde bir yer ayırıp, kalması için dâvet etti. Bunun üzerine
Rûznâmeci Ali Efendinin evinde kalmaya başladı. Hem kaldığı bu evde, hem de
Şehzâde Câmiinde talebelere ders vermeğe başladı. İstanbul'da bulunan meşhûr
âilelere mensûb kimseler de onun derslerine devâm etti. Ali İzzet Paşa ve Yeğen
Muhammed Paşa bunlardandır. Etrâfında çok talebe toplandı. Üstün ve olgun
hâllerini görenler, ona; "Ârif-i Muhlisi" lakabını verdiler.
Kâtiplik
vazifesine ve talebelere ders vermeye bir müddet devâm ettikten sonra,
Başrûznâmeci Ali Efendinin, 1702 senesinde vazifeli olarak Edirne'ye
gönderilmesi üzerine, onunla birlikte Edirne'ye gitti. Orada ileri gelen birçok
kimseyle görüşüp sohbet etti. Edirne'de bulundukları sırada, ders vermekte
olduğu Başrûznâmeci Ali Efendinin oğlu vefât etti. Bunun üzerine ders vermekten
vazgeçerek, bulunduğu vazifeden de ayrılıp, hacca gitmeğe karar verdi. Karar
verdiği günün sabâhı, Edirne'de Saraçhâne yakınındaki çalıştığı dâiresine gitmek
üzere evden çıkmıştı. Yolu meşhûr Kâdirî şeyhi ve büyük bir zât olan Kasabzâde
Muhammed Efendinin dergâhına uğradı. Oraya yaklaşınca, Muhammed Efendinin oğlu
Abdülkâdir Efendinin, dergâhın önünde beklediğini gördü. Abdülkâdir Efendi,
yanına yaklaşıp; "Babam sizi dergâhta bekliyor, buyursun bir kahve içelim
diyor." dedi. Bu dâvet üzerine Kasabzâde Muhammed Efendinin yanına gidip elini
öptü. O da; "Safâ geldiniz Hacı Emîn Efendi." dedi ve elinden tutup odasına
götürdü. Oturup sohbete başladıkları sırada, Mehmed Emîn Efendi; "Elhamdülillah
bizi hacc-ı şerîf ile müjdelediniz." deyince, Muhammed Efendi; "Evet, siz bu
gece hacca gitmeye niyet ettiniz biz de tebrik ettik." deyip sohbete başladı.
Sohbet sırasında Mehmed Emîn Efendiye, fıtraten yüksek bir kâbiliyete sâhib
olduğunu ve çok büyük nîmetlere kavuşacağını müjdeledi. Mekke'ye varınca,
evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ma'sûm
Fârûkî hazretlerinin yetiştirdiği yedi bin büyük evliyâdan biri olan Ahmed
Yekdest Cüryânî'nin huzûruna gitmesini, kendisinin de selâmını ve hürmetlerini
arzederek, onun talebesi olmasını tavsiye etti.
Mehmed
Emîn Efendi, bu zâtın yanından ayrıldıktan sonra, Başrûznâmeci Ali Efendiye de
gidip hacca gideceğini söyledi. Ali Efendi memnun olup, ona yolda harcaması için
bir miktar para verdi. Mehmed Emîn Efendi, bundan sonra birkaç gün içinde bütün
dostlarıyla vedâlaşıp, İstanbul'a gitmek üzere yola çıktı. İstanbul'a ulaşınca,
hacıları götürecek gemiye bindi. On günde Kâhire'ye vardı. Oradan da bir kâfile
ile Mekke'ye hareket etti. Mehmed Emîn Efendinin, hayâtının önemli bir safhası,
Mekke'ye bu ilk gidişi ile başladı. Çünkü, orada madde ve mânâ ilimlerinde
yükselmiş, büyük rehber ve zamânının en kıymetli âlimlerinden biri olan Ahmed
Yekdest Cüryânî'yi tanıyıp, ona talebe oldu. Derslerine ve sohbetine üç yıl
devâm edip, kemâle ulaştı. Bu hususta o zâttan icâzet, diploma aldı.
Hayâtında
önemli bir dönüm noktası olan bu hocasıyla tanışmasını bizzat kendisi şöyle
anlatır: "Mekke'ye varınca, ilk gün, Kâbe'yi tavâf ve ziyâretle geçti. Ertesi
gün sabah namazını Harem-i şerîfde (Kâbe'nin yanında) kıldıktan sonra dışarı
çıkacağım sırada, Harem-i şerîfin bir köşesinde otuza yakın kimsenin bir halka
hâlinde oturduklarını gördüm. Niçin böyle halka olmuşlar acabâ, ders için
hocalarını mı bekliyorlar diyerek yanlarına yaklaşıp oturdum. Hepsinin başlarını
eğip edeble oturduklarını gördüm. Ben de oturup başımı eğerek bekledim. Bir ara
başımı kaldırıp baktığımda, halkanın ortasında duran bir zâtı karşımda gördüm.
Dikkatle bana bakıyordu. Bakışlarından ve heybetinden ürperip başımı eğip
gözlerimi yumdum. Bir müddet daha öyle durduktan sonra yine dikkatle bana
baktığını gördüm. Sonra o zât ellerini kaldırıp duâ etti. Duâdan sonra Fâtiha
okundu ve herkes kalkıp dağılmağa başladı. Ben de kalkıp giderken o mübârek zât
bana yaklaştı, yanıma gelip selâm verdi ve; "Hoş geldin Emîn Efendi." dedi.
Hâlimi hatırımı sordu. Sonra beni yanına alıp, Harem-i şerîfin yakınında bulunan
evine götürdü. İçeri girip oturduktan biraz sonra hizmetçisi sofrayı kurdu.
Sofrada sıcak bir ekmek ve fincan içinde içecek bir şey vardı. O mübârek zât
ellerini ekmeğe uzatınca, bir elinin bileğinden kesik olduğunu gördüm. Hemen
Edirne'deki Şeyh Muhammed Efendinin tavsiyesi aklıma geldi ve bahsettiğinin bu
mübârek zât olduğunu anladım. Fakat o anda selâmını söylemeyi unutmuşum.
Yemekten sonra yolculuğumdan, geçip geldiğim yerlerden sorup cevap aldıktan
sonra; "Edirne'de size emânet edilen şeyi unuttunuz" buyurdu. Hemen Edirne'deki
Muhammed Efendinin selâmını hatırladım ve söyledim. O da muhabbet ve sürûr
içinde selâmı aldı. Artık beni talebeliğe kabûl edip, ders vermeye başladı ve
Allahü teâlânın ismini zikretmemi söyledi. Sonra da şu beyti okudu:
Otuz kırk yıl geçince
eylemiş tahkîk Hâkânî
Ki bir dem Hakkı
zikretmek değer mülk-i Süleymânı.
Bundan
sonra dille anlatılmaz hâllere ve nîmetlere kavuştum. Fârisî bildiğim için,
ekseriyetle Fârisî kelimelerle konuşurdu. Benden iki sene önce huzûruna gelen
Tatar Ahmed Efendi adında bir zât ona hizmet etmekteydi. Ben huzûruna kavuşunca,
Tatar Ahmed Efendiyi Medîne'de bulunan ve orada insanlara rehberlik yapan
talebesi Abdürrahîm Buhârî'nin hizmetine gönderdi. Sonra benim İstanbul'a
döneceğim sırada, Tatar Ahmed Efendiyi tekrar Mekke'ye çağırıp, icâzet verip,
Anadolu'ya insanları irşâd için gönderdi.
1702
senesi hac mevsiminden, 1705 senesi hac mevsimine kadar, üç sene, Ahmed Yekdest
Cüryânî hazretlerinin hizmetinde, derslerinde ve sohbetlerinde bulundum. Nihâyet
1705 senesinde hacıların dönmesi sırasında, hocamın izni üzerine İstanbul'a
döndüm." Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, hocası Ahmed Yekdest hazretlerinin
sohbetlerinde yetişip, tasavvufda yüksek derecelere ulaştıktan sonra İstanbul'a
dönünce, hocasının talebelerinden Muhammed Kumul Efendinin evine yerleşti ve
İstanbul'da beş sene daha kaldı. Bu sırada Nakşibendî, Kâdirî, Şâzilî, Şettârî
yollarında yetişmiş bulunuyordu. İstanbul'da kaldığı bu beş sene müddetince
Şehzâde Câmiinde ve Sultan Mahmûd Câmiinde talebelere ders verdi. Nakşibendiyye
yolunun büyüklerinden Muhammed Kumul Efendi, Mevlânâ Hâce Ziyâüddîn, Halvetî
büyüklerinden Mevlânâ Şeyh Îsâ-yı Mahvî ve Sünbüliyye meşhûrlarından Seyyid
Nûreddîn Sünbülî ile sohbet etti. Sonra Muhammed Kumul Efendi ile önce Habeş
eyâletine sonra Kudüs'e gitti. Oradan da Mekke ve Medîne'ye gitti. Bu esnâda
hocası Ahmed-i Yekdest hazretleri vefât etmiş ve dört sene geçmiş idi.
Mehmed
Emîn Tokâdî hazretleri altı sene süren bu seferi esnâsında, Kudüs'te Ahmed
Nahlî'den hadîs ilminde icâzet aldı. Medîne-i münevverede Abdürrahîm Buharî ve
Beşîr Ağa ile sohbetlerde bulundu. Ayrıca Şeyh Ahmed el-Benâî Dimyâtî'den,
Mevlânâ Hüseyin Alemî er-Rufâî'den de hadîs rivâyeti icâzeti aldı. Remle
şehrinde Kutbülebdâl Şeyh Cumâ hazretleri ile de sohbette bulundu. 1717
senesinde Hicaz'dan İstanbul'a döndü. İstanbul'a dönünce, Muhammed Kumul
Efendinin evinde üç sene daha ikâmet etti. Bundan sonra Muhammed Kumul Efendinin
vefâtı üzerine Filyokuşu'nda bir ev kirâladı ve evlenip orada oturdu. İlim ve
mârifet yaymaya devâm etti. Bir ara Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin türbesinde
türbedârlık yaptı. Bu sırada âlim, fâdıl ve sâlih zâtlar onun sohbetine
koştular. Bundan sonra da Peygamber efendimizin türbesinde, Ravda-i mutahherada
hizmet etme vazifesi verildi. Bu vazifeye tâyin edilince, kavuştuğu nîmete
şükrederek; "İki cihan sultânının türbesinde bekçi ve hizmetçi oldun. O'nun
yüksek kapısının süpürgecisini, Mevlâ mahrûm eylemez, zarara uğratmaz. Cihânın
sultânı olan Resûlullah'ın hizmetçisini kimse incitmez. Ey Emîn (sana müjdeler
olsun)! Resûlullah efendimizin kapısında zâhiren ve bâtınen hizmetçi olmakla
şereflendin." mânâsında da bir şiir söyledi.
|
|