CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Evliyânın büyüklerinden İbrâhim Gülşenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.830 da Âzerbaycan'da doğdu H.940 da Mısır'da vefât etti.

Babası Emîr Muhammed, asîl bir Türk âilesindendir. Emîr Muhammed vefât ettiğinde İbrâhim'in yaşı küçüktü. Amcası Seyyid Ali onun terbiyesi ve eğitimi ile meşgûl oldu. Değerli hocalara göndererek ilim tahsîline gayret etti. Çok zekî ve kâbiliyetli olan İbrâhim, kısa zamanda akranları arasında en ileri dereceye kavuştu. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde âlim oldu. Bilgisini daha da arttırmak için, o zamânın ilim, irfân merkezi olan Semerkand'a gitmek üzere yola çıktı. Yorucu yolculuklardan sonra Tebrîz'e ulaştı. Sultan Uzun Hasan'ın Kâdı'l-kudâtı Mevlânâ Hasan ile sohbet etti. Mevlânâ Hasan, İbrâhim'in âlim ve fazîletli biri olduğunu anlayınca, ona çok hürmet göstererek; "Tebriz'de kalırsanız, size maddî mânevî her türlü kolaylığı sağlar, hizmetinizi görmekle şerefleniriz." dedi. İbrâhim de kabûl edince, durumu Sultan Uzun Hasan'a bildirdi. Sultan ona, dîvân-ı hümâyûnunda nişancılık vazîfesi verdi. Böylece devlet hizmeti görmeye başladı. Fakat İbrâhim'in niyeti ve yaratılışı bu işe uygun değildi. Bu işe bir türlü ısınamadı. Haramlardan kaçmak, şüpheli korkusuyla mübahları dahi terk etmek bu işte olamıyordu. Arzusuna uygun yaşayabilmek için, Seyyid Yahyâ Şirvânî'nin halîfesi Dede Ömer Rûşenî'nin hizmetine girerek, talebesi oldu. Her emrini yerine getirmek için canla başla çalıştı. Nefsini terbiyeye çalıştı ve çok uğraştı. İsteklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsine muhâlefet etti. Bu gayreti sebebiyle, cenâb-ı Hak pekçok ihsânlarda bulundu. Kalp gözü açıldı. Kısa zamanda Ömer Rûşenî hazretlerinden icâzet, diploma almakla şereflendi. Hocası, Dede Ömer Rûşenî'nin kendisine Gülşenî diye hitâb etmesi üzerine, lakabı Gülşenî kaldı ve bu lakapla tanındı. İbrâhim Gülşenî hazretleri bundan sonra Tebriz'deki medresede ders vermeye başladı.

İbrâhim Gülşenî'nin Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki gayreti pek ziyâdeydi. Dünyâya zerre kadar meyletmez, şüpheli korkusuyla mübâhların fazlasını terk ederdi. Allahü teâlâya olan korkusundan günlerce yemek yemek aklına gelmezdi. Eline geçen malları fakirlere dağıtır, kendisi kimseden bir şey kabûl etmezdi.

İnsanlara öyle tatlı, hoş, yumuşak davranırdı ki, dost-düşman herkes onu takdîr ederdi. Müslümanlar onun huzûruna geldikleri gibi, kâfirler bile İbrâhim Gülşenî'nin alçak gönüllülüğünü görüp seve seve müslüman olurlardı. Sultan Uzun Hasan da İbrâhim Gülşenî'yi sever, hürmet ederdi. Sultan bir gece acâyib bir rüyâ gördü. Rüyâsında iri yarı siyah bir kimse, kendisini öldürmek kastıyla, elinde kılıç saldırdı. Öldürülme korkusundayken, İbrâhim Gülşenî hazretleri talebeleriyle geldi. Talebelerinin her birinin eline altın kılıç verdi. İbrâhim Gülşenî'nin talebeleri, o siyah kimseye kılıçlarını vurup, parça parça ettiler. Sultan ertesi gün İbrâhim Gülşenî'yi sarayına dâvet etti. Hürmet ve saygı gösterdi. İzzet ve ikrâmda bulundu. Ancak daha rüyâsını anlatmaya fırsat bulamadan, İbrâhim Gülşenî hazretleri rüyânın tâbirini söyledi. "Sadaka belâyı giderir, ömrü uzatır." buyurdu. Bu hâli gören Sultânın, İbrâhim Gülşenî'ye îtimâd ve bağlılığı arttı.