EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Son devir
Türkistan velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.1294
de Buhâra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyâya geldi.
İlk tahsîlini âlim bir zât olan babasının da yardımıyla burada tamamladı. Sonra
tahsîlini devâm ettirmek için Buhâra'ya gitti. Buhâra'da tahsîlini tamamladıktan
sonra kendisine Emir tarafından Buhâra Kâdılığı teklif edildi. Ancak, kabul
etmeyip memleketine döndü.
Halîfe-i
Kızılayak câmide vâz etmezdi. Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar
Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsça manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan
Meslekü'l-Müttakıyn'ı okur ve açıklardı. Kitap, senede iki defâ bitirilirdi.
Böylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri müsâit bir zamanda cemâata
anlatılmış olurdu. Diğer vakitlerde ise sohbet dergâhta olurdu. Bu sohbet
sırasında daha çok, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı okunurdu.
Ramazan
aylarında dört gecelik bir hatim düzenlenirdi. Bu hatime ülkenin her tarafından
binlerce insan gelirdi. Çeşitli yerlerden gelen âlimler burada buluşurlardı.
Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi.
Hatim
tertîbi şöyle olurdu: İkişer rekat kılınan terâvih namazında okunacak zamm-ı
sûre için Kur'ân-ı kerîm baştan îtibâren okunmaya başlanırdı. Bu işi hâfızlardan
kurulu bir ekip yapardı. Hâfızlar ve cemâat tesbihlerden sonra beş on dakika çay
içip dinlenirlerdi. Böylece sahur zamânına kadar devâm eden terâvih namazında
birkaç cüz okunurdu. Nihâyet dördüncü gecenin sonunda Kur'ân-ı kerîm hatmedilmiş
olurdu. Hatîm, bayram havasında geçerdi.
Gelen
âlimler iftar ve sahur yemeklerini hankâhın avlusundaki sofada Halîfe-i
Kızılayak'la birlikte yerlerdi. Buradaki sohbet o kadar tatlı, öylesine bir
kudsiyet içinde geçerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir âlemde
zannederler, içlerinde ulvî bir zevk ve özlem kalırdı.
Halîfe-i
Kızılayak dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka
dağıtılırdı. Fakir âileler evlerine buradan yemek götürürlerdi. Ayrıca her
Perşembe gündüzleri devâmlı yemek pişer ve dağıtılırdı. Ağır muhâceret
şartlarında zayıf düşen âileler için burası bir ümid kapısı idi. Ayrıca fakirler
her zaman gelerek çeşitli ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi. Bundan başka her
gün pekçok misâfir ağırlanırdı. Yemek aynı ölçüde pişmesine rağmen her zaman
kâfi gelirdi.
Halîfe-i
Kızılayak, hayâtının sonlarında felçli olarak üç sene hasta yattı. Sağlığında
olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!"
diye yalvarırdı.
Nihayet
Buhârâ'daki Gögeldaş Medresesini kerâmet ile inşâ ettiği söylenen büyük velî
hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefât edince, Halîfe-i Kızılayak;
"Artık gitme zamânımız geldi." buyurdu. Hakîkaten hanımının vefâtından bir gün
sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vefâtına yakın, Allah ism-i şerîfini
devamlı tekrarlamaya başladı. Bu sırada birkaç kez bayıldı. Her zaman gizliliği
düstûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini görülmedik bir muhabbet
ve iştiyak hâli kapladı. Dili kımıldamamasına rağmen göğüs kafesinden çıkan
Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan açık şekilde duyuluyordu. Nihâyet H.1375
yılı Şâban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu.
|