CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Son devir Türkistan velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.1294 de Buhâra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyâya geldi. İlk tahsîlini âlim bir zât olan babasının da yardımıyla burada tamamladı. Sonra tahsîlini devâm ettirmek için Buhâra'ya gitti. Buhâra'da tahsîlini tamamladıktan sonra kendisine Emir tarafından Buhâra Kâdılığı teklif edildi. Ancak, kabul etmeyip memleketine döndü.

Halîfe-i Kızılayak câmide vâz etmezdi. Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsça manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan Meslekü'l-Müttakıyn'ı okur ve açıklardı. Kitap, senede iki defâ bitirilirdi. Böylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri müsâit bir zamanda cemâata anlatılmış olurdu. Diğer vakitlerde ise sohbet dergâhta olurdu. Bu sohbet sırasında daha çok, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı okunurdu.

Ramazan aylarında dört gecelik bir hatim düzenlenirdi. Bu hatime ülkenin her tarafından binlerce insan gelirdi. Çeşitli yerlerden gelen âlimler burada buluşurlardı. Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi.

Hatim tertîbi şöyle olurdu: İkişer rekat kılınan terâvih namazında okunacak zamm-ı sûre için Kur'ân-ı kerîm baştan îtibâren okunmaya başlanırdı. Bu işi hâfızlardan kurulu bir ekip yapardı. Hâfızlar ve cemâat tesbihlerden sonra beş on dakika çay içip dinlenirlerdi. Böylece sahur zamânına kadar devâm eden terâvih namazında birkaç cüz okunurdu. Nihâyet dördüncü gecenin sonunda Kur'ân-ı kerîm hatmedilmiş olurdu. Hatîm, bayram havasında geçerdi.

Gelen âlimler iftar ve sahur yemeklerini hankâhın avlusundaki sofada Halîfe-i Kızılayak'la birlikte yerlerdi. Buradaki sohbet o kadar tatlı, öylesine bir kudsiyet içinde geçerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir âlemde zannederler, içlerinde ulvî bir zevk ve özlem kalırdı.

Halîfe-i Kızılayak dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı. Fakir âileler evlerine buradan yemek götürürlerdi. Ayrıca her Perşembe gündüzleri devâmlı yemek pişer ve dağıtılırdı. Ağır muhâceret şartlarında zayıf düşen âileler için burası bir ümid kapısı idi. Ayrıca fakirler her zaman gelerek çeşitli ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi. Bundan başka her gün pekçok misâfir ağırlanırdı. Yemek aynı ölçüde pişmesine rağmen her zaman kâfi gelirdi.

Halîfe-i Kızılayak, hayâtının sonlarında felçli olarak üç sene hasta yattı. Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!" diye yalvarırdı.

Nihayet Buhârâ'daki Gögeldaş Medresesini kerâmet ile inşâ ettiği söylenen büyük velî hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefât edince, Halîfe-i Kızılayak; "Artık gitme zamânımız geldi." buyurdu. Hakîkaten hanımının vefâtından bir gün sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vefâtına yakın, Allah ism-i şerîfini devamlı tekrarlamaya başladı. Bu sırada birkaç kez bayıldı. Her zaman gizliliği düstûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini görülmedik bir muhabbet ve iştiyak hâli kapladı. Dili kımıldamamasına rağmen göğüs kafesinden çıkan Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan açık şekilde duyuluyordu. Nihâyet H.1375 yılı Şâban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu.