|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Hacı
Bektâş-ı Velî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Osmanlı devletinin kurluş yıllarında yaşayan
evliyânın büyüklerinden olup ismi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ, lakabı
Bektâş'tır. Horasan'ın Nişâbûr şehrinde H. 680 senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı
Velî'nin soyu hazret-i Ali'ye dayanır. H.738 senesinde Kırşehir'e yakın bir
yerde vefât etti. Vefâtı hakkında başka rivâyetler de vardır. Türbesinin
bulunduğu kasabaya sonradan Hacıbektaş ismi verildi.
Daha
çocukken ilim öğrenmesi için âilesi tarafından Şeyh Lokmân-ı Perende'ye teslim
edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin halîfelerinden olup,
zâhir ve bâtın ilimlerinde çok derinleşmişti. Bektâş-ı Velî'nin daha çocukken
birçok kerâmetleri görüldü. Bir gün Lokmân-ı Perende onun yanına girmiş ve
odasını nur ile dolu görünce şaşırmıştır. Bu sırada; Bektâş-ı Velî'nin iki
yanında, Kur'ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun
yanına girince, bunlar kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî'ye onların kim
olduğunu sordu. O da; "Birisi Server-i âlem efendimiz diğeri ise hazret-i Ali
idi." cevâbını verdi.
Yine bir
gün hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası hizmetçisinden abdest
almak için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına; "Bir nazar etseniz de, su buradan
aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa." dedi. Hocası; "Benim kudretim bunu yapmaya
yetmez." cevabını verdi. Bunun üzerine o sırada Bekâş-ı Velî, Allahü teâlâya duâ
etti. Hocası da "Âmin" dedi. O anda medresenin ortasında latîf bir su çıkıp,
kapıya doğru akmaya başladı. Pınarın başında renk renk çiçekler açtı.
Bu
hâdiseden bir süre sonra, Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafât'ta kıbleye doğru
döndükleri esnâda, talebelerine; "Yârenler! Bugün Arefedir. Şimdi bizim evde
yemekler pişirilir." dedi. Bu söz, Allahü teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî'ye
mâlum oldu. Tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî
hemen bir tepsi yemeği aldığı gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişâbûr'a
dönünce, onun bu kerâmetini herkese anlattı ve Hacı lakabını verdi. Bu esnâda
Horasan'da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende'ye hac mübârekesine geldiklerinde,
medresede akan suyu görünce şaşırdılar. Bunun sebebini sordular. Lokmân-ı
Perende; "Bu kerâmet, Hacı Bektâş'ındır." dedi. Sonra onun gösterdiği
kerâmetlerini gelen âlimlere anlattı. Onlar bütün bunların bir çocuktan zuhûr
etmesine şaştılar. Bunun üzerine Hacı Bektâş-ı Velî, âlimlere; "Ben, Resûl-i
ekremin soyundanım. Bana bunları çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana
bir ihsânıdır." dedi.
Hacı
Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu'ya geldi. Halka doğru yolu
göstermeye başlayan ve kıymetli talebeler yetşitiren Hacı Bektâş-ı Velî, kısa
zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Bu sırada Anadolu'da dînî, iktisâdî,
askerî ve sosyal teşekkül olan ve kendisinin de bağlı olduğu "Ahîlik teşkilâtı"
ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektâş-ı Velî ve talebeleri, Osmanlı sultanları
tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan
Osmanlı devletinin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve
himmetleri oldu. Sultan Orhan zamânında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna duâ
ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. Onlara İslâmiyetten ayrılmamalarını
nasîhat etti. Böylece Hacı Bektâş-ı Velî'yi kendilerine mânevî pîr olarak kabul
eden Yeniçeri ordusu, mânevî hayâtını ve disiplinini ona bağladı. Hacı Bektâş-ı
Velî, asırlarca Yeniçeriliğin pîri, üstâdı ve mânevî hâmisi olarak bilindi. Bu
bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh zamânındaki tâlimleri ve harplerdeki
gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile
Yeniçeriler arasındaki yakınlığı kuvvetlendirdi. Yeniçeriler, dervişler gibi
cihâd azmiyle dolu ve görülmemiş derecede kahraman ve fedâkâr oluşlarında, bu
hâdiseler müsbet tesirler gösterdi. Yeniçerilerin;
"Allah,
Allah! İllallah! Baş uryân, sîne püryân, kılıç al kan. Bu meydanda nice başlar
kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyân! Kulluğumuz pâdişâha ayân! Üçler,
yediler, kırklar! Gülbang-i Muhammedî, Nûr-i Nebî, Kerem-i Ali... Pîrimiz,
sultânımız Hacı Bektâş-ı Velî..." diyerek savaşa başlamaları, bunun mânidâr bir
ifâdesidir.
|
|