EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Hacı
Bayram-ı Velî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın
fethedeceğini müjdeleyen büyük velî, H.753 de Anakra ilinin Çubuk Çayı
üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. H.833 de Ankara'da vefât etti.
Türbesi, Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete açıktır.
Nûmân,
küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan
âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o
zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara
Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk
arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki
bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân'ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu
sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini
biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına
birisi geldi ve; "Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum.
Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi. Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için
mühim bir haberin olduğunu anlamıştı. "Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah
hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek hayretle sordu. "Beni
şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; "Git Engürü'de
(Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve
dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza
gelmiş bulunuyorum."
Müderris
Nûmân bu sözleri dinler dinlemez; "Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen
gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gittiler.
Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında
buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak,
Nûmân'a Bayram lakabını verdi.
Hamîd-i
Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı.
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona; "Hacı
Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini
gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de
gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin
yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek
derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük
velîlerinden oldu.
Hacı
Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra
Aksaray'a geldiler. Orada hocasının H. 815 senesinde; "Halîfem, vekîlim sensin."
emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn
işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray'da vazîfesini
bitirdikten sonra Ankara'ya döndü. Ankara'da dînin emir ve yasaklarını insanlara
anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok
kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün
geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta
duyuldu.
Bilâhare
İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık'ta müderrisken
şeyhin evliyâlık derececsini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya
gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına
varıp hikmetini sormadan "Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim."
diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a
doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir
zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı.
Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydi. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı
hatâyı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı
Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı
Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle
birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada
bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek
yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı.
Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine;
"Ey
nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle
yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin
yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı
Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse!
Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasına
oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar."
diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini
kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı
Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının
önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları; "Efendim! Sizde yıllarca
okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa
zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler. Hâcı Bayram-ı Velî de; "Bu öyle
bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve
işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır
çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana
sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.
|