|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Hindistan'da yetişen Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i
Şeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisini ilim ve tasavvufa verip,
evliyâlık yolunda ilerlemek için çok gayret gösterdi. İslâmın mârifet
bilgilerini Hindlilere öğreten, feyzlerini bu kıta müslümanlarına sunarak,
onlara çok büyük hizmet eden Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin halîfesi
Kutbüddîn-i Bahtiyâr'ın bereketli feyzleri ile yetişmişti. Ferîdüddîn Genc-i
Şeker'in Mültan'daki tahsîli sırasında, Kutbüddîn-i Bahtiyâr Mültan'a geldi.
Namaz kılmak için Ferîdüddîn Genc-i Şeker'in bulunduğu câmiye girdi. O sırada
Ferîdüddîn Genc-i Şeker kitap okuyordu. Kutbüddî-ni Bahtiyâr onu görür görmez,
hâlinden ve kalp gözüyle fark ettiği fevkalâde üstün özelliklerinden hayli
etkilendi ve kendini alamayarak; "Ey genç ne okuyorsun?" diye sordu. O da; "Nâfi
okuyorum" dedi. Kutbüddîn-i Bahtiyâr; "İnşâallah bu kitap, senin için nâfi,
faydalı olur." buyurdu. Bu sözdeki tatlılık ve yapılan duâ çok hoşuna gitti.
Görünüşündeki heybet, onun büyük bir zât olduğunu gösteriyordu. Ferîdüddîn, o
zâtın ellerini öpüp, talebeliğe kabûlünü istirhâm etti. O da kabûl etti.
Bundan
sonra ona çok bağlanıp, yanından hiç ayrılmadı. Her şeyden el çekip, büyük bir
muhabbetle ona tâbi oldu. Kutbüddîn hazretleri ise ona, dînî ilimleri okumasını,
araştırmasını, tahkîk etmesini işâret buyurup, aynı zamanda tasavvuf ile de
meşgûl olmasını teşvîk etti. Böylece, zâhirî ve bâtınî ilimlerde yükselmesini,
iki kanatlı olmasını sağlamak istedi. Ferîdüddîn, hocasının nasîhatlerini can
kulağıyla dinleyip tatbik etti. Nefsinin tezkiyesi ile uğraştı. Bu uğurda çok
gayret gösterdi. Her zorluk ve şiddete katlandı. Hocası Mültan'da kaldığı
müddetçe, derslerini hiç kaçırmadı. Kutbüddîn-i Bahtiyâr tekrar Delhi'ye
döneceği sırada, Ferîdüddîn Genc-i Şeker de gitmek istedi. Hocası ona, tahsîlini
tamamlamasını ve bunun için çeşitli memleketlere seyahat etmesini söyledi. Bunun
üzerine Genc-i Şeker; Gazne, Bağdât, Sevastan, Bedahşan, Kudüs, Mekke ve
Medîne'ye ilim öğrenmek için seyâhatler yaptı.
Uzun
seyahatler sırasında Buhârâ'ya da uğradı ve zamanın büyük velîlerinden Seyfüddîn
Bâherzî ile karşılaştı. Bâherzî onu dergâhına dâvet etti ve yanına oturttu.
Yüzüne defâlarca bakarak; "Bu genç zamânın büyük bir velîsi olacak." dedi. Daha
sonra sırtındaki siyah hırkayı ona verip, giymesini isteyince o da giyerek
günlerce yanında kaldı. Hergün binden fazla insan, Seyfüddîn Bâherzî'nin
yiyeceğini paylaşırlardı. Bir gün bir kişi Seyfüddîn Bâherzî'nin huzûruna geldi
ve; "Zenginim ama, son birkaç senedir ticârette zarara uğruyorum. Ayrıca
sağlığım da bozuk." dedi. Seyfüddîn Bâherzî de; "Bir müslüman, malının zekâtını
dürüstçe vermez, hasislik ederse, zarara uğrar. Hastalığa gelince, bu insanın
îmânının kuvvetlendiğinin işâretidir." buyurdu.
Ferîdüddîn Genc-i Şeker hazretleri'nin sohbetlerine doyum olmazdı. Konuşmaları
ve dersleri, sâdece talebelerini değil, kendine düşman olanları bile cezbederdi.
Allahü teâlânın kendisine verdiği yüksek makâma rağmen hiç kibirlenmez, köylü,
sultan, dilenci, kim olursa olsun, herkesi aynı şekilde, nezâket ve güler yüzle
karşılardı. Onu dinlemek şerefine kavuşanlar, tatlı sohbetinden hiç bıkmaz ve
sıkılmazdı. Lakabı gibi tam bir şeker hazînesi idi.
Ferîdüddîn Genc-i Şeker, Allahü teâlâdan başka kimseden korkmazdı. Kalbi çok
yumuşak olup, Allah korkusu ile doluydu. Allahü teâlânın korkusu, hayâtına
hâkimdi. İlâhî gerçeklerden bahs edilince çocuk gibi ağlamaya başlar ve Allah
korkusundan saatlerce baygın kalırdı.
Genc-i
Şeker, Peygamber efendimizin tam âşığı idi. Mübârek sözlerinden ve hayâtından
bahsedildiği zaman, ekseriya ağlamaya başlardı. Peygamber efendimizin sünnet-i
seniyyesine sıkı sıkıya sarılır ve bütün müslümanlara da Resûl-i ekremin
sünnetine uymalarını nasîhat ederdi. Peygamber efendimizin vefâtından bahsedilen
bir mecliste, Ferîdüddîn Genc-i Şeker derin bir nefes alarak; "Allahü teâlâ,
bütün kâinâtı O'nun için yarattığı Sevgili Peygamberini bu dünyâda tutmadığı
hâlde, benim ve sizin değeriniz nedir, neyimize güvenip de kendimizle övünürüz?
Hayattayken, kendimizi bizden öncekilerle karşılaştırmalı, gözlerimizden dünyâ
hayâtının yalancı maskesini sıyırmalı, kendimizi her an ölüme hazır tutmalıyız.
Öyle ki, kıyâmet gününde yüzümüz kara çıkmasın." buyurdu.
Ferîdüddîn Genc-i Şeker canlı bir tevâzu timsâliydi. Kendisinden; fakîr, âciz,
diye bahsederdi. Bu ifâdeleri sâdece konuşmaya mahsus olmayıp, bütün
yazışmalarında da kullanırdı. Genc-i Şeker'in talebeleri arasında güçlü
sultanlar, tanınmış hâkimler ve zenginler de vardı. Bunlar, devamlı ziyâretine
gelirdi. Hepsine karşı en ufak bir büyüklük veya küçüklük hissi vermeden muâmele
ederdi. Genc-i Şeker çok misâfirperverdi. Dergâhına bir gün bir sûfî geldi. Evde
mısırdan başka yiyecek yoktu. Misâfiri çok sevdiğinden, Genc-i Şeker mısırları
öğütüp un yaptı ve ekmek pişirdi. Sonra misâfirine ikrâm etti. O sûfî çok memnun
olarak: "Saâdetine ve zenginliğine duâcıyım. Hayâtımın en değerli hazînesi
olarak sakladığım mânevî zenginliğimi sana verdim." dedi.
Ferîdüddîn Genc-i Şeker, yerde yatardı. Kıyâfeti çok sâde ve yamalıydı. Bir
defâsında gömleği yamanamayacak hâle geldiğinden, talebeleri ona yeni bir gömlek
getirdiler. Bunu giyince; "Bu yeni gömlekte eskisinin rahatlığı ve zevki yok."
dedi. Ferîdüddîn Genc-i Şeker, kendisine verilen hediyelerin hepsini fakirlere
dağıtırdı.
|
|