|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Anadolu'da yetişen büyük velîlerden İsmâil Fakîrullah (rahmetullahi teâlâ
aleyh) H.1067 de Siirt'in Tillo kasabasında dünyâya geldi. Dedesi Molla
Abdülcemâl, Peygamber efendimizin amcası Hazret-i Abbâs'ın torunlarındandır.
Zâhirî ilimlerde âlim olup Tillo'da müderristi. Oğlu Mevlânâ Kâsım'ı
yetiştirerek âlim olmasına vesîle oldu. Kâsım da babasının vefâtından sonra
yerine geçerek talebe okutmaya başladı. H.1067 senesinde Receb-i şerîfin ilk
Cumâ gecesi, yâni Regâib gecesi bir oğlu dünyâya geldi. İsmini İsmâil koydu.
Annesi ona, besmelesiz süt emzirip, yemek yedirmedi. Babası Mevlânâ Kâsım onu
küçük yaşta yetiştirmeye, ilim öğretmeye başladı. İsmâil Fakîrullah yirmi dört
yaşına kadar zâhirî ilimlerde âlim ve bâtınî ilimlerde mütehassıs bir velî
olarak yetişti. İbâdetlerinden büyük bir lezzet alır, zevk ile yapardı. Anne ve
babasının hukûkunu gözetir duâ ve rızâlarına kavuşmak için çok gayret
gösterirdi.
Tarlasını
abdestli eker biçer, hasadını kaldırır, öşrünü verdikten sonra un hâline
getirmek için el değirmeninde bizzat kendisi çalışırdı. O undan hamur yoğurup
ekmek yapar, böylece yiyeceklerine hiçbir şüphe karışmamasına çok dikkat ederdi.
Üzüm bağının işlerini dahî kendisi görür, olgunlaşan üzümleri hayvanların hakkı
geçer korkusuyla bizzât kendi sırtında taşırdı. Yiyecek olarak tâze veya kuru
üzüm ile iktifâ ederdi. Her Cumâ günü gusl abdesti almayı yaz, kış hiç
aksatmazdı. Gecelerini hep ibâdetle, gündüzlerini oruçlu olarak geçirirdi.
Allahü teâlâyı bir an unutmaz, gâfil olmazdı. Rabbini hatırlamak onun gıdâsı ve
en büyük zevkiydi.
...Pekçok
talebeleri arasında ençok sevdiği ve hizmetine müsâade ettiği İbrâhim Hakkı
hazretlerinin babası olan Molla Osman ile Molla Muhammed'di. Bu talebeleri
kendisine on sene hizmet etmekle şereflendiler. Molla Osman, hocası İsmâil
Fakîrullah hazretlerinin teveccühlerine kavuşması ve onun duâsını alıp talebesi
olmakla şereflenmesi için henüz küçük olan oğlu İbrâhim Hakkı'yı da getirtti. O
da hizmet etmeye başladı. Molla Osman ile Molla Muhammed hocalarına hizmetin
onuncu yılında bir hafta içinde vefât ettiler. Cenâze namazlarını hocaları
kıldırdı.
Onlardan
sonra daha küçük yaşta olan İbrâhim Hakkı, İsmâil Fakîrullah'a hizmet etmeye,
onun hasta kalplere şifâ olan sözleri ile olgunlaşmaya ve yetişmeye başladı.
İsmâil
Fakîrullah hazretleri, sultânın adâlet ve insâf üzere olması ve düşmana gâlip
gelmesi için duâ ederdi. Çocuklarına dînî ilimleri öğretir ve akrabâlarına
ziyârete giderdi. Ziyâretine gelemiyenlerin kusurlarına bakmaz, gelenlere dînin
emirlerini bildirir, yasaklardan sakınmalarını emrederdi. Tebessüm ederek
konuşur, suâl soranların cevaplarını gâyet açık olarak îzâh ederdi. Ziyâretine
gelenlerin yüzüne, bir geldiğinde, bir de giderken bakardı. Edebinden
karşısındakinin yüzüne pek bakmazdı.
Çoğu
zaman vecd hâlinde bulunur, başını önüne eğip, gözlerini yumar, sessiz kalırdı.
Bütün bid'atlerden sakınır, sünnetleri eksiksiz yapardı. Beş vakit namazını
kendi dergâhında ezân ve cemâatle edâ ederdi. İşrâk, kuşluk, evvâbin ve teheccüd
namazlarına devâm ederdi. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Her Cumâ
günü namazdan önce Kehf sûresini okurdu. Her sözü, hareketi, ahlâkı ve tavrı
Peygamber efendimize uygundu. Temizliğe çok dikkat eder, gösterişe süse bak
mazdı. Mührünün taşı Yemenî, şekli bâdemî, halkası gümüştü. Her an öleceğini
düşündüğü için zemzemle yıkanmış kefenini ve diğer buhur ve levâzımı bir
sandıkta hazır bulundururdu. Cumâ akşamları odasında buhur yakarlardı. Abdest ve
gusl etmek için beyaz topraktan yapılmış dört ibriği vardı. Yanında devamlı
misvak ve tesbih bulundururdu.
Kitapları
pekçoktu. Odasında kendi hattı ile yazdığı Kur'ân-ı kerîmi vardı ve yazısı çok
güzeldi. Ayrıca, Tefsîr-i Meâlim-üt-Tenzîl, Mesâbih-i Şerîf kitaplarını kendi el
yazısıyla yazmıştı. Babasının elyazısıyla yazdığı dört cildlik İhyâ-ı Ulûm ve
iki cild Envâr-ı Fıkh-ı Şâfiî kitapları, dedesinin yazdığı dört ciltlik Kâmus-ı
Ekber, birer ciltlik Şifâ-i Şerîf ve Şir'at-ül-İslâm kitaplarını yanından
ayırmazdı.
Hayâtını
insanlara ilim öğretmek, onlara dîn-i İslâmı anlatmakla geçiren İsmâil
Fakîrullah hazretlerinin son günlerini talebesi ve yerine bıraktığı halîfesi
Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretleri Mârifetnâme isimli kitabında şöyle anlatır:
O temiz
rûh, beden sarayına girip yeryüzüne indi. Kemâle gelip olgunlaştı. Allahü
teâlâyı tanıdı. İnsanlar tarafından da tanındı. Ezelî ihsânlara kavuşup sonsuz
feyzlere menba oldu. İki cihânı da gönül aynasında görüp, yalnız Rabbine döndü.
O'nun emirlerine sarıldı. Böylece bu dünyânın zevk ve safâsına aldanmayıp,
hakîkî âlemde huzurlu olmanın yolunu tuttu. Bu dünyânın zulmetinden usanıp bir
an önce ebedî âleme kavuşmayı arzuladı. Diğer canlılar gibi nöbetini savmak
istiyordu. Zîrâ pâk rûhu beden mezarında mahpus gibi kalmıştı. Yaşı sekseni
geçince H.1147 senesinde bir hafta kadar hiç kimse ile görüşmeyip mânevî âlemin
sırlarına ulaşıp bu âlemi seyreyledi. İnsanlar onu hastalıktan dolayı böyle
kendinden geçmiş sandılar. Ancak Cumâ gecesi yatsıdan sonra o hâlden bu his
âlemine döndü. Evlât ve torunlarını yanına çağırıp ilim öğrenmelerini ve sâlih
ameller ile uğraşmalarını vasiyet eyledi. Üzerindeki emânetlerin sâhiplerine
verilmesini istiyerek oradakilerle vedâlaştı. Sonra Yâsîn-i şerîf okumalarını
emretti. Yâsîn-i şerîf okunurken odanın içine öyle güzel kokular doldu ki, sanki
ûd ve anber yakılmıştı. Çocukları ve torunları üzüntü içindeydiler. Onun için
ise o gece bayram ve sürûr gecesi oldu. Yâsîn-i şerîfin "Selâmûn kavlen..."
âyet-i kerîmesi okunurken "Allah" diyerek cânını Hakka teslim eyledi. Mübârek
rûhu gidip, latîf cismi kaldı.
|
|