|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah-ı Turuğbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) onuncu yüzyılda İran'ın
Tûs şehrinde yetişti. Zamânında bulunan âlim ve velîlerin ilim meclislerinde ve
sohbetlerinde bulunan Ebû Abdullah-ı Turuğbadî ilimde derece sâhibi oldu.
Tasavvufa karşı büyük alâka duydu. Onun tasavvuf yoluna bağlanması şöyle
olmuştur: Ebû Abdullah'ın yaşadığı Tûs şehrinde büyük bir kıtlık oldu. Bu sırada
insanlar açlıktan ot, çöp yiyorlardı. Bir gün evine geldi. Anbarında iki ölçek
buğday olduğunu gördü. İnsanlara merhametinin çokluğundan içine bir ateş düştü
ve kendi kendine; "Ey Ebû Abdullah! Müslümanlara şefkat ve merhametin bu mudur?
Onlar açlıktan kırılıp geçerken, sen anbarında buğday saklıyorsun. Yazıklar
olsun sana!.." dedi. Bu durum kendisine çok tesir etti, üzüntüsünden aklı
başından gitti. Evinden ayrılıp, sahralara düştü. Uzun zaman açlık çekerek
riyâzetlere başladı. Nefsinin kötü arzularından kurtulmak için çok mücâhede
etti. Sonunda kendisini düşünecek hâli kalmadı. Sâdece Rabbini zikrediyor ve
O'nun kullarına merhamet ve şefkat gösteriyordu. Bu hâl üzere devâm ederken,
İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ebû Osman Hîrî hazretlerinin
hizmetinde bulunmaya başladı. Onun sohbet meclislerinde yetişip tasavvuf yolunda
ilerledi. Başka velîlerle de görüşüp sohbetlerinde bulunan Ebû Abdullah-ı
Turuğbadî, Ebû Osman Hîrî hazretlerinin önde gelen talebelerinden oldu. Zâhirî
ilimlerde yükseldiği gibi, tasavvufî hakîkatlarda da üstün mârifetlere kavuştu.
Nefsinin isteklerine karşı çıkıp, riyâzetler çekerek üstün haller ve kerâmetler
sâhibi bir velî oldu.
Hocası Ebû Osman Hîrî
hazretleri, Ebû Abdullah-ı Turuğbâdî'ye insanlara İslâmiyetin emir ve
yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmek husûsunda vazîfe verdi. O da
insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette
saâdet ve kurtuluşa kavuşmaları için çalıştı. Birçok talebe yetiştirdi. Hallâc-ı
Mensûr hazretleriyle görüşüp sohbet etti. Bir gün talebeleriyle birlikte
yolculuğa çıkmıştı. Yolda yemek yemek için bir yere oturdular. O sırada
Keşmîr'de bulunan Hallâc-ı Mensûr da yola çıkmıştı. Aralarında çok uzun bir
mesâfe vardı. Bir aralık talebelerine; "Şimdi bir genç yola çıktı. Şu şu
vasıflardadır. Derhal onu karşılayınız! O, yüksek bir velî ve anlaşılmaz bir hâl
sâhibidir." dedi. Talebeleri gidip onu karşıladılar. Bir müddet sonra Hallâc-ı
Mensûr, yanında iki köpeği olduğu halde Ebû Abdullah'ın yanına geldi. Yemeğini
bırakıp ayağa kalktı. Yerine Hallâc-ı Mensûr'u oturttu. Ona çok izzet ve ikrâm
etti. Talebeler bu işe şaşıp kalmışlardı. Hallâc-ı Mensûr'un elbiseleri, üstü
başı dağınık idi. O, ayrılıp gittikten sonra talebelerine, "Siz, onun dışına
bakmayınız! O nefsi ile mücâhede hâlinde bir gençtir ve bütün kötü arzulardan
kurtulmuştur. Velîlik âleminin pâdişâhı olmaya namzettir. Bu devlet kuşu, onun
başına konacaktır." buyurdu.
|
|