EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Dâvûd-i Tâî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Sekizinci yüzyılda Horasan ve Irak
taraflarında yetişen evliyânın büyüklerinden olup, Künyesi Ebû Süleymân, lakabı
Sirâcüddîn'dir. Tayy kabîlesine mensûb olduğu için Tâî ve Kûfe'de doğduğu için
Kûfî nisbeleriyle meşhurdur. Gençliğinde ilim tahsîliyle meşgûl olan Dâvûd-i
Tâî'nin kalbinde dünyâya karşı sevgi de vardı. Bir gün ölen bir kimsenin
arkasından mersiye, ağıt söyleyen bir şarkıcının söylediği;
Hangi güzel yüz ki toprak olmadı,
Hangi tatlı göz ki yere akmadı.
beytini işitince, dünyâya
karşı sevgisi azaldı. Gençliğinde yaptığı bâzı hareketlere pişman oldu. Kalbine
bir ateş düştü. Şaşkına döndü. Derdine çâre bulmak için de dolaştı. Bağdat'ta
bulunan zamânının en büyük âlimi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûruna
geldi. İmâm-ı A'zam bunun yüzünün renginin değiştiğini görünce sebebini sordu.
Dâvûd-i Tâî; "Dünyâdan soğudum. Bende meydana gelen bu hâli, anlatamayacak
hâldeyim. Bu hâlin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum. Ne yapmamı
tavsiye edersiniz?" dedi. İmâm-ı A'zam hazretleri ona, ilme ve az konuşmaya
devâm etmesini tavsiye etti. Dâvûd-i Tâî, İmâm'ın gösterdiği yolda, dünyâya
düşkünlüğü tamâmen terk edip, dînin emir ve yasaklarına uymada, haram ve
şüphelilerden kaçmada örnek olacak şekilde ilerledi. Evine çekildi. İnsanların
arasına karışmadı. İbâdetlerini hep evinde yaptı. Aradan bir müddet geçtikten
sonra, İmâm-ı A'zam hazretleri evine gelip; "Evde oturup, insanlar arasına
karışmamak uygun değildir. Talebe arkadaşlarının arasına gir. Onları iyi dinle,
fakat hiç konuşma, meseleleri çok iyi öğren." buyurdu. Dâvûd-i Tâî; "Peki
efendim." diyerek İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Züfer gibi
arkadaşlarının arasında bir sene daha derslerine devâm etti.
Dâvûd-i Tâî hazretleri hem
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti, hem de zamânındaki
tasavvuf ehli velî zâtların sohbetlerinde bulundu. Ayrıca, "Silsile-i aliyye"
adı verilen ve insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâ
ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermelerine vesîle olan büyük velîler zincirinin
dördüncüsü olan Câfer-i Sâdık hazretlerinin sohbetinde de bulundu. Dâvûd-i Tâî
hazretleri, İbrâhim Edhem hazretleriyle de görüşüp sohbetinde bulundu.
Yirmi sene müddetle İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm edip başta fıkıh olmak üzere
bütün aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Dâvûd-i Tâî, yüksek bir âlim oldu.
Fıkıhta ictihâd derecesine ulaştı. Ondan İsmâil bin Aliyye, İshak es-Selûlî, Ebû
Nuaym el-Fazl bin Dükeyn, Mis'ar bin Kedâm ve pekçok kimse ilim öğrenip hadîs-i
şerîf rivâyet etti.
İlimde yüksek dereceye
ulaşmış olan Dâvûd-i Tâî, bir gün İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin
huzûrunda bulunuyordu. İmâm-ı A'zam ona; "Yâ Dâvûd! Bir âleti, yâni ilmi
sağlamlaştırdık. Geriye onunla amel etmek kaldı." buyurdu. Bu söz üzerine kendi
nefsiyle mücâdele etmeye başlayan Dâvûd-ı Tâî nefsine; "Hiç bir meselede
konuşmamak şartıyla Ebû Hanîfe'nin meclislerine devâm etmedikçe seni uzlete
çekmem" dedi. Kimseyle konuşmamak şartıyla bu meclislere devâm etti.
Dâvûd-i Tâî tasavvufta
Habîb-i Acemî hazretlerinin sohbetlerine devâm edip, ondan feyz aldı. Tasavvuf
yolunda ilerleyip evliyâlıkta yüksek derecelere ulaştı. Bir taraftan Habîb-i
Acemî'nin sohbetlerine devâm etti. Diğer yandan da İmâm-ı A'zam'ın derslerine
devâm etti. Birara uzlete çekildi. Dünyâyı tamâmen terk edip, insanlardan
uzaklaştı. Uzlete çekildiğinde kalbi nûrlarla doldu. Kalbinde mârifetullah hâsıl
olunca, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri Dâvûd-i Tâî'nin ziyâretlerine gelmeye
başladı. Zaman zaman ziyâret ederek ona iltifâtta bulundu. Dâvûd-i Tâî'nin feyz
aldığı zâtın Habîb-i Râî olduğunu bildiren kaynaklar da vardır.
Dâvûd-i Tâî halktan tamamiyle
ümidini, alâkasını kesti. Kendisinin küçük bir arâzisi vardı. Hazret-i Ömer,
İranlılarla yapılan savaşlarda alınan arâzilerden bir kısmını da onun dedesine
vermişti. Bu arâzinin üçte ikisini dört yüz dirheme satarak, ömrünün sonuna
kadar bu parayla yaşadı. Hattâ kefenini de bu para ile aldı. Arâziyi sattığı
sıralarda; "Bizim yolumuz parayı saklama yolu değildir, ihtiyaç sâhiplerine
dağıtma yoludur" diyen arkadaşlarına; "Ben bu parayı, dünyâlık kazanma
sıkıntılarına karşı, başkalarına yük olmadan, ölünceye kadar âhiret için
hazırlık yapayım diye saklıyorum." dedi. Evinde hiç durmadan, biraz sonra
ölecekmiş gibi ibâdet ederdi. Boş şeylerle meşgûl olmazdı. Lüzumsuz bir tek
kelime konuşmaz, ibretsiz bir yere bakmazdı.
NE İÇİN ŞEREFLİYDİ?
"Hangi güzel yüz ki, toprak olmadı?
Hangi tatlı göz ki, yere akmadı."
Bir şarkıcı kadından, duyunca bu sözleri,
Hidâyete gelerek, yaşla doldu gözleri.
Ve İmâm-ı A'zam'ın, hânesine giderek,
Anlattı bu hâlini, çok taaccüp ederek.
Dedi ki: "Ey efendim, bir söz duydum birazdan,
Şuûrum alt üst oldu, soğudum bu dünyâdan.
Hidâyete gelmeme, sebep oldu bu şiir,
Bu fakire, şu anda, nasîhatiniz nedir?"
İmâm'ın emri ile, öğrendi din ilmini,
Ve ilmine göre de, düzeltti her hâlini.
Sonra da, öyle kavî, sarıldı ki İslâma,
Örnek oldu hayatı, bilcümle müslümâna.
Geldi bir gün Câfer-i Sâdık'ın huzûruna,
Dedi ki: "Bir nasîhat, eyleyin lütfen bana."
Buyurdu ki: "Ey Dâvûd, zâhidisin zamânın,
Benim nasîhatime, var mı ki ihtiyâcın?"
Dedi ki: "Sen Resûl'ün, torunusun bir kere,
Ve mübârek kanından, taşıyorsun bir zerre,
Senin nasîhatine, muhtaçtır herkes bu gün."
Bu yüzden var elbette, bizlere üstünlüğün,
Buyurdu: "Korkum şu ki, mahşer günü, Peygamber,
Bana şöyle bir bakıp, buyurursa "Ey Câfer!
Sen, evlâdım olarak, böyle mi olacaktın?
Ve benim sünnetime, böyle mi uyacaktın?"
Dâvûd bunu duyunca, başladı ağlamaya,
Uğraştı sırf kalbini, Allah'a bağlamaya.
İnzivâya çekilir, sever idi uzleti,
Buna rağmen cihâna, yayılmıştı şöhreti.
Sordular sebebini, devrin âlimlerinden:
"Dâvûd, uzlette iken, bu şöhreti nereden?"
Dediler ki: "Kalbinde, sırf Allah vardır onun,
Yâni Allah'tan başka, kimsesi yok Dâvûd'un.
Mahlûktan yüz çevirip, kul, dönerse Rabbine,
Öyle şeref bulur ki, akıl ermez hâline."
Bir gece otururken hânesinin damında,
Allah'ın kudretini, tefekkürü ânında,
Başladı ağlamağa, Rabbini düşünerek
Düştü komşu damına, kendisinden geçerek.
O zât sesi duyunca bacaya çıktı birden,
Onu görüp dedi ki: "Sen mi düştün deminden?"
Buyurdu ki: "Tefekkür, ediyordum Rabbimi,
Bayılmışım ve sonra, burda buldum kendimi."
Su içine doğrayıp, yerdi hep yavan ekmek,
Nefsi azmasın diye, yemezdi yağlı yemek.
Bir gün bâzı dostları dediler: "Zaîfsiniz,
Size yağlı bir yemek, getirsek yer misiniz?"
"Evet" dediği için, getirdiler önüne,
Lâkin biraz düşünüp, yemedi ondan yine.
Dedi: "Filân kimsenin, nasıldır yetimleri?
Alıp ona götürün, bu nefis yemekleri."
|