CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Sekizinci yüzyılda Horasan ve Irak taraflarında yetişen evliyânın büyüklerinden olup, Künyesi Ebû Süleymân, lakabı Sirâcüddîn'dir. Tayy kabîlesine mensûb olduğu için Tâî ve Kûfe'de doğduğu için Kûfî nisbeleriyle meşhurdur. Gençliğinde ilim tahsîliyle meşgûl olan Dâvûd-i Tâî'nin kalbinde dünyâya karşı sevgi de vardı. Bir gün ölen bir kimsenin arkasından mersiye, ağıt söyleyen bir şarkıcının söylediği;

 

Hangi güzel yüz ki toprak olmadı,

Hangi tatlı göz ki yere akmadı.

 

beytini işitince, dünyâya  karşı sevgisi azaldı. Gençliğinde yaptığı bâzı hareketlere pişman oldu. Kalbine bir ateş düştü. Şaşkına döndü. Derdine çâre bulmak için de dolaştı. Bağdat'ta bulunan zamânının en büyük âlimi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûruna geldi. İmâm-ı A'zam bunun yüzünün renginin değiştiğini görünce sebebini sordu. Dâvûd-i Tâî; "Dünyâdan soğudum. Bende meydana gelen bu hâli, anlatamayacak hâldeyim. Bu hâlin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?" dedi. İmâm-ı A'zam hazretleri ona, ilme ve az konuşmaya devâm etmesini tavsiye etti. Dâvûd-i Tâî, İmâm'ın gösterdiği yolda, dünyâya düşkünlüğü tamâmen terk edip, dînin emir ve yasaklarına uymada, haram ve şüphelilerden kaçmada örnek olacak şekilde ilerledi. Evine çekildi. İnsanların arasına karışmadı. İbâdetlerini hep evinde yaptı. Aradan bir müddet geçtikten sonra, İmâm-ı A'zam hazretleri evine gelip; "Evde oturup, insanlar arasına karışmamak uygun değildir. Talebe arkadaşlarının arasına gir. Onları iyi dinle, fakat hiç konuşma, meseleleri çok iyi öğren." buyurdu. Dâvûd-i Tâî; "Peki efendim." diyerek İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Züfer gibi arkadaşlarının arasında bir sene daha derslerine devâm etti.

Dâvûd-i Tâî hazretleri hem İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti, hem de zamânındaki tasavvuf ehli velî zâtların sohbetlerinde bulundu. Ayrıca, "Silsile-i aliyye" adı verilen ve insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermelerine vesîle olan büyük velîler zincirinin dördüncüsü olan Câfer-i Sâdık hazretlerinin sohbetinde de bulundu. Dâvûd-i Tâî hazretleri, İbrâhim Edhem hazretleriyle de görüşüp sohbetinde bulundu.

Yirmi sene müddetle İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm edip başta fıkıh olmak üzere bütün aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Dâvûd-i Tâî, yüksek bir âlim oldu. Fıkıhta ictihâd derecesine ulaştı. Ondan İsmâil bin Aliyye, İshak es-Selûlî, Ebû Nuaym el-Fazl bin Dükeyn, Mis'ar bin Kedâm ve pekçok kimse ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti.

İlimde yüksek dereceye ulaşmış olan Dâvûd-i Tâî, bir gün İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûrunda bulunuyordu. İmâm-ı A'zam ona; "Yâ Dâvûd! Bir âleti, yâni ilmi sağlamlaştırdık. Geriye onunla amel etmek kaldı." buyurdu. Bu söz üzerine kendi nefsiyle mücâdele etmeye başlayan Dâvûd-ı Tâî nefsine; "Hiç bir meselede konuşmamak şartıyla Ebû Hanîfe'nin meclislerine devâm etmedikçe seni uzlete çekmem" dedi. Kimseyle konuşmamak şartıyla bu meclislere devâm etti.

Dâvûd-i Tâî tasavvufta Habîb-i Acemî hazretlerinin sohbetlerine devâm edip, ondan feyz aldı. Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlıkta yüksek derecelere ulaştı. Bir taraftan Habîb-i Acemî'nin sohbetlerine devâm etti. Diğer yandan da İmâm-ı A'zam'ın derslerine devâm etti. Birara uzlete çekildi. Dünyâyı tamâmen terk edip, insanlardan uzaklaştı. Uzlete çekildiğinde kalbi nûrlarla doldu. Kalbinde mârifetullah hâsıl olunca, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri Dâvûd-i Tâî'nin ziyâretlerine gelmeye başladı. Zaman zaman ziyâret ederek ona iltifâtta bulundu. Dâvûd-i Tâî'nin feyz aldığı zâtın Habîb-i Râî olduğunu bildiren kaynaklar da vardır.

Dâvûd-i Tâî halktan tamamiyle ümidini, alâkasını kesti. Kendisinin küçük bir arâzisi vardı. Hazret-i Ömer, İranlılarla yapılan savaşlarda alınan arâzilerden bir kısmını da onun dedesine vermişti. Bu arâzinin üçte ikisini dört yüz dirheme satarak, ömrünün sonuna kadar bu parayla yaşadı. Hattâ kefenini de bu para ile aldı. Arâziyi sattığı sıralarda; "Bizim yolumuz parayı saklama yolu değildir, ihtiyaç sâhiplerine dağıtma yoludur" diyen arkadaşlarına; "Ben bu parayı, dünyâlık kazanma sıkıntılarına karşı, başkalarına yük olmadan, ölünceye kadar âhiret için hazırlık yapayım diye saklıyorum." dedi. Evinde hiç durmadan, biraz sonra ölecekmiş gibi ibâdet ederdi. Boş şeylerle meşgûl olmazdı. Lüzumsuz bir tek kelime konuşmaz, ibretsiz bir yere bakmazdı.

 

NE İÇİN ŞEREFLİYDİ?

 

"Hangi güzel yüz ki, toprak olmadı?

Hangi tatlı göz ki, yere akmadı."

 

Bir şarkıcı kadından, duyunca bu sözleri,

Hidâyete gelerek, yaşla doldu gözleri.

 

Ve İmâm-ı A'zam'ın, hânesine giderek,

Anlattı bu hâlini, çok taaccüp ederek.

 

Dedi ki: "Ey efendim, bir söz duydum birazdan,

Şuûrum alt üst oldu, soğudum bu dünyâdan.

 

Hidâyete gelmeme, sebep oldu bu şiir,

Bu fakire, şu anda, nasîhatiniz nedir?"

 

İmâm'ın emri ile, öğrendi din ilmini,

Ve ilmine göre de, düzeltti her hâlini.

 

Sonra da, öyle kavî, sarıldı ki İslâma,

Örnek oldu hayatı, bilcümle müslümâna.

 

Geldi bir gün Câfer-i Sâdık'ın huzûruna,

Dedi ki: "Bir nasîhat, eyleyin lütfen bana."

 

Buyurdu ki: "Ey Dâvûd, zâhidisin zamânın,

Benim nasîhatime, var mı ki ihtiyâcın?"

 

Dedi ki: "Sen Resûl'ün, torunusun bir kere,

Ve mübârek kanından, taşıyorsun bir zerre,

 

Senin nasîhatine, muhtaçtır herkes bu gün."

Bu yüzden var elbette, bizlere üstünlüğün,

 

Buyurdu: "Korkum şu ki, mahşer günü, Peygamber,

Bana şöyle bir bakıp, buyurursa "Ey Câfer!

 

Sen, evlâdım olarak, böyle mi olacaktın?

Ve benim sünnetime, böyle mi uyacaktın?"

 

Dâvûd bunu duyunca, başladı ağlamaya,

Uğraştı sırf kalbini, Allah'a bağlamaya.

 

İnzivâya çekilir, sever idi uzleti,

Buna rağmen cihâna, yayılmıştı şöhreti.

 

Sordular sebebini, devrin âlimlerinden:

"Dâvûd, uzlette iken, bu şöhreti nereden?"

 

Dediler ki: "Kalbinde, sırf Allah vardır onun,

Yâni Allah'tan başka, kimsesi yok Dâvûd'un.

 

Mahlûktan yüz çevirip, kul, dönerse Rabbine,

Öyle şeref bulur ki, akıl ermez hâline."

 

Bir gece otururken hânesinin damında,

Allah'ın kudretini, tefekkürü ânında,

 

Başladı ağlamağa, Rabbini düşünerek

Düştü komşu damına, kendisinden geçerek.

 

O zât sesi duyunca bacaya çıktı birden,

Onu görüp dedi ki: "Sen mi düştün deminden?"

 

Buyurdu ki: "Tefekkür, ediyordum Rabbimi,

Bayılmışım ve sonra, burda buldum kendimi."

 

Su içine doğrayıp, yerdi hep yavan ekmek,

Nefsi azmasın diye, yemezdi yağlı yemek.

 

Bir gün bâzı dostları dediler: "Zaîfsiniz,

Size yağlı bir yemek, getirsek yer misiniz?"

 

"Evet" dediği için, getirdiler önüne,

Lâkin biraz düşünüp, yemedi ondan yine.

 

Dedi: "Filân kimsenin, nasıldır yetimleri?

Alıp ona götürün, bu nefis yemekleri."