|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Çelebi Hüsrev
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; mevlevî büyüklerinden olup, Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin soyundandır. Babası Kâdı Mehmed Paşa, annesi
Âbide Hanımefendidir
Küçük yaşta ilim tahsiline
başladı. Bilhassa büyük âlim Çelebi Cemâleddîn Efendinin ders ve sohbetlerine
katıldı. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşınca, hocası tarafından, Konya
Mevlevihânesi şeyhliğine getirildi. Bundan sonra pekçok kimse onun huzûruna ve
sohbetlerine koştu. Memleketin ileri gelenleri ve devrin pâdişâhı Sultan İkinci
Bâyezîd Han tarafından sevilip sayıldı.
Ancak Çelebi Hüsrev
hazretlerine gösterilen bu sevgi ve yakınlık, kendisini çekemeyenlerin,
hasedcilerin iftirâlarına sebeb oldu. Bunlar bu mübârek zâtı her fırsatta
kötülemeye ve ona olmadık sıfatlar yakıştırmaya başladılar. Nitekim bu sözler o
derece arttı ki, sonunda Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerine kadar geldi.
Evliyânın hâlinden ancak velî olan anlar düsturunca, velî pâdişâh kendisine söz
getirenlere şöyle dedi: "Allahü teâlânın aziz kıldığı bir zâtı, zelîl etmeyi
istemek, o kimsenin alçalmasına rezil ve rüsvây olmasına sebeb olur. Böyle
mübârek ve kıymetli kimselere izzet, ikrâm ve hürmetten başkası yapılamaz." Bu
sözler iftirâcıların suratına bir şamar gibi patladı. Bir müddet Çelebi Hüsrev
hazretleri hakkında söz söylemeye cesâret edemediler. Kânûnî Sultan Süleymân Han
11 Haziran 1534'te Irakeyn seferine çıktığında 20 Temmuzda Konya'ya geldi.
Burada otağını kurup birkaç gün kaldı. Bu esnâda Konya'da medfûn bulunan başta
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere velîlerin kabirlerini ziyâret etti.
Kânûnî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi yanında dervişlerin
namaz kılacakları, hazretlerine âid eski ve yıkık bir medreseyi tâmir ettirip
yeniledi. Bu sırada Çelebi Hüsrev hazretleri de dâhil olmak üzere mevlevî
şeyhlerinin sohbet meclislerinde bulunup duâlarına kavuştu.
Kânûnî Sultan Süleymân Han,
evliyâ duâlarının da bereketi ile seferi zaferle netîcelendirdi. Bağdât'ı
fethetti. Buradaki İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin ve diğer velîlerin
türbelerini tâmir ettirdi. Dönüşte tekrar Konya'ya geldi. Mevlânâ hazretlerinin
türbedârı Osman Dede'nin sohbetlerinden bereketlenmek ve mânen istifâde etmek
için onun birkaç sohbetinde bulundu. Bu sırada memleket meselelerinden bâzı
müşkillerini arzeden Süleymân Han, o hususlarda kendisini rahatlatacak cevaplar
aldı. Sohbet esnâsında kendisinde mânevî coşkunluk hâlleri meydana geldi.
Bunları evliyâyı sevmenin bir alâmeti bilen şânı yüce pâdişâh bundan sonra
şiirlerinde "Muhibbî" mahlasını kullanmaya başladı. Kânûnî Sultan Süleymân bu
arada Çelebi Hüsrev Efendi ile de çok defâ sohbet etti. Çelebi hazretleri bu
sohbetlerde pâdişâha Mesnevî'nin ince, derin ve akılları hayrette bırakan
mânâlarından bahsetti. Kânûnî, işittiği, duyduğu bu gizli sırlardan öyle bir haz
aldı ki, apayrı bir âlemde yaşadı. Kendisini değişik hâller kapladı. Kânûnî bir
ara Şeyh Hüsrev hazretlerine bu hâllerini arzedip hikmetini sordu. Şeyh
hazretleri; "Bu çeşit mânevî tesir ve kalb aydınlığı başka meclislerde hâsıl
olmaz. Ancak gönül sâhiplerinin, Allahü teâlânın sevdiklerinin yüksek
meclislerinde ele geçer." diye cevap verdi. Pâdişâh buna hayret edince de;
"Sultânım! Her şey, kendisine uygun olan şeye tesir eder. Yâni söz ve kalıba âid
olan şeyler, görünen his uzuvlarına tesir ettiği gibi, hâle ve kalbe âid şeyler
de, görünmeyen duyguları, kalbi, aklı, rûhu aydınlatır." buyurdu. Bundan sonra
pâdişâha, devamlı hal ve gönül sâhiplerine yönelip onlarla berâber ve irtibât
hâlinde olmayı tavsiye etti.
Çelebi Hüsrev Efendi,
mevlevîhânede devamlı olarak talebelerle meşgul olur, onları tasavvufun en
yüksek derecelerine, mertebelerine yükselmeleri için teşvik ederdi. Hiç bir
talebesinin aşağı mertebelere takılıp kalmasını istemezdi. Bu iki mertebe
arasında büyük fark bulunduğunu misâllerle açıklardı. Kânûnî Sultan Süleymân,
mevlevîhânenin ihtiyaçlarını görmesi için Şeyh Hüsrev Efendiye pekçok yardımlar
yapar, hediyeler gönderirdi. Şeyh hazretleri de bunları talebelerine ve ihtiyaç
sâhiplerine dağıtırdı. Bâzı kısa görüşlü ve kalbi bozuk kimseler, onun kendisine
hiç mal ayırmamasını, sultanın hediyesine ehemmiyet vermemek, talebelere ve
muhtaçlara dağıtmasını ise isrâfçılık olarak değerlendirdiler. Bu sözleri işiten
şeyh hazretleri çok üzüldü. Kalbi yanık ve gözü yaşlı olduğu hâlde şu mânâda bir
şiir söyledi: "Dervişim, gönlümde ve rûhumda bir karışıklık tutmam. Baştan ayağa
nîmetler içerisindeyim. İçimde dünyâ malı düşüncesi yoktur. Bunun hevesi ve
üzüntüsünü taşımam. Gözümde ve gönlümde hakîkî yâr olan Allahü teâlâdan başkası
yoktur."
Fitne ve fesatçıların aleyhte
sözlerine rağmen Çelebi Hüsrev'in şöhreti her tarafta yayıldı. Herkes onun
sohbetine kavuşmak ve duâsına mazhâr olabilmek için huzûruna koşuyordu. Onun
nazarlarına kavuşanlar görünen ve görünmeyen nîmetlere, yüksek hâllere
kavuşurlardı. Şeyh Hüsrev hazretleri ders vermekle meşgûl iken, Osmanlı Devleti
içerisinde Kânûnî Sultan Süleymân Hanın oğlu Şehzâde Bâyezîd saltanat iddiâsı
ile ayaklanmıştı. Kânûnî, diğer oğlu Selîm'i, onun üzerine gönderdi. Şehzâde
Selîm kuvvetleri ile Konya'ya geldi. O öncelikle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
hazretlerinin kabrini ziyâret etmek istedi. Yanında bulunanlarla birlikte
türbeye girdi. Her zamanki yürüyüşü ile serbest bir şekilde kabre doğru
ilerlerken, türbedâr Mahmûd Dede önünü kesti ve; "Mânâ âleminin sultanları olan
böyle mübârek zâtların huzûrunda mütevâzî ve boynu bükük olmalıdır." diyerek
ziyâret usûlünü hatırlattı. Bunun üzerine şehzâde ve yanındaki askerî erkân
hatâlarını anladılar. Orada bulunan mihrabda Allah rızâsı için namaz kıldılar.
Türbenin içini ve kubbeyi seyreden Şehzâde Selîm, oradaki tezyinâtı, süslemeleri
görünce; "Acaba önce gelen sultanlar ve vezirler niçin lüzum görmüşler de bu
kadar masraf etmişler." diye düşündü. Ancak bu sırada maddî perdeler gözlerinin
önünden kalktı ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin kabrinin yanında
dikilen iki arslanın kendisine doğru hücum ettiklerini dehşetle gördü. Hemen,
"Yetiş Mahmûd Dede!" diye bağırdı. Mahmûd Dede derhâl harekete geçerek şehzâdeyi
arslanların parçalamasından kurtardı. Sonra şehzâdeye dönüp; "Evlâdım burası
hakîkat sultanlarının pâyitahtıdır. Burada böyle arslanlar olmadan olmaz. Fakat
onlar edep perdesini yırtanlara karşı harekete geçer ve böyle hârika
gösterirler." diyerek îkâz etti.
Şehzâde Selîm ertesi gün
tekrar Mevlânâ hazretlerinin kabrini ziyârete gittiğinde türbenin kapısında mânâ
âleminin sultanlarından Çelebi Hüsrev hazretleri ile karşılaştı. Ondaki vakar ve
heybetin karşısında Şehzâde Selîm'e dünyâ sultanlığının verdiği heybet bir anda
yok oldu. Şeyh hazretlerine pekçok edeb ve hürmet gösterdi. Bu tavrı ile şeyhin
mânevî yardımına kavuştu. Şeyh Hüsrev kendisine; "Mânâ sultânı ile dünyâ sultânı
karşısında bir tek kişi baş kaldırmış ne yapabilir." diyerek onun endişesini
giderdi. Böylece zafer kazanacağını müjdelemiş oldu. Ayrıca tasarrufunun onun
yanında olduğuna işâret etti. Ertesi gün Konya yakınında Şehzâde Selîm, Şehzâde
Bâyezîd'i bozguna uğratıp mağlup etti
|
|