EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Anadolu’daki evliyânın
büyüklerinden Bâlî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânın
âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Kânûnî Sultan Süleymân'ın hocası
Hayreddîn Efendinin yanında tahsilini tamamlayıp stajını bitirdi. Önce
İstanbul'da Kepenekçi Medresesine müderris tâyin edildi. Burada bir müddet
vazîfe yaptıktan sonra, Bursa'da talebe iken gördüğü bir rüyâyı aynen yaşadı ve
hayâtının akışı değişti. Bu rüyâ onun tasavvufta yetişip kemâle ermesine vesîle
oldu. Rüyâ ve hâdise şöyle idi:
Rüyâsında büyük bir caddede
gidiyordu. Birden, Allahü teâlâyı zikreden, tesbîh ve tehlîl getiren insanların
seslerini duyup yanlarına yaklaştı. Nûr yüzlü bâzı kimseler, halka hâlinde
Kelime-i tevhîd okuyorlardı. Halkanın kenarında heybetli bir zât, murâkabe
hâlinde oturuyordu. Başını kaldırınca Şeyh Bâlî'yi gördü. Onu da bu halkaya
katılmaya dâvet etti. Şeyh Bâlî özür dileyerek; "Şu anda ilim tahsiline devâm
ediyorum. Eğer dâvete uyarsam, tahsilim yarıda kalır. Fakat tahsilimi
bitirdikten sonra dâvetinize icâbet edebilirim." dedi. O anda uykudan uyandı. Bu
rüyâsı, birkaç sene sonra İstanbul'da aynen vâki oldu.
Bir arkadaşıyla berâber, Ali
Paşa Zâviyesi yanından geçerken Kelime-i tevhîd sesleri duydu. Birkaç sene önce
gördüğü rüyâyı hatırladı. Elinde olmayarak hânekâhın, zâviyenin içerisine girdi.
Orada, rüyâsında gördüklerinin aynısını gördü. Kenârda duran zât, onu yanına
dâvet etti. Hadîd sûresinin; "Müminlerin Allahü teâlâyı ve Hak'tan ineni (Kur'ân-ı
kerîmi) zikr için kalplerinin yumuşama zamânı gelmedi mi?" meâlindeki on altıncı
âyet-i kerîmesini okuyup; "Bundan önce bize katılmak için tahsili ve dersleri
bahâne etmiştin. Artık bahâne kalmadı. Bundan sonra senin için en faydalı olan
bu işle meşgûl olmaz mısın?" dedi. Bâlî Efendi, hemen o anda, bu dâveti cân u
gönülden kabûl etti. Şeyhin elinde, daha önce yaptığı hatâlarına tövbe etti. Bu
zâtın kim olduğunu araştırınca; Ramazan Efendi olduğunu öğrendi. Ramazan
Efendinin yanında; ahlâkını güzelleştirmek, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye
etmekle tasavvufta yetişip olgunlaşmakla meşgûl oldu. Zâhirî ilimlerindeki
yüksekliklerine, bâtınî ilminin üstünlüklerini de ilâve etti. Ahlâkını Resûl-i
ekremin sallallahü aleyhi ve sellem yüksek ahlâkı ile süsleyip, ibâdetleri
zevkle ve seve seve yapmakla şereflendi. Kendisine verilen nîmetlere şükretmek
için büyük gayret sarfetti. Ramazan Efendi H.963 senesinde vefât edince,
halîfesi olan Bâlî Efendiye talebeleri yetiştirmek vazîfesi verildi.
Bâlî Efendi, Allahü teâlâdan
başka kimseye boyun eğmez, mevkı ve makam sâhiplerinin yanlarına gitmez,
dâvetlerini münâsip bir lisanla reddederdi. Rüyâ tâbirinde çok ileri, cezbesi
çok fazla idi. Serhatteki gâzilere yardım için para gönderirdi. Güzel ahlâkı ile
herkes tarafından sevilirdi. Vefâtına yakın devamlı Allah aşkı ile sarhoş olduğu
için, Sekrân Bâlî Efendi de denilirdi. Bu yüzden vefâtına târih düşüren
zamânının şâirlerinden Sâ'î Çelebi şöyle dedi:
"Mâh-ı Zilka'de de sâkî-i ecel.
Şeyh Bâlî'ye içirdi bir mey.
Geçti ol mest-i mey cânı fenâ,
Nâr-ı hasretle kodu dillere key.
Rihletin gûş edip onun Sâ'î,
Dedi târihini "Hey şeyhim hey"(980).
|