|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şeyhi Arslan Baba'nın
mânevî işâreti ile Buhârâ'ya gitti. Orada Ehl-i sünnet âlimlerinin en
büyüklerinden Yûsuf-i Hemedânî'ye bağlandı ve mânevî ilimleri tahsil etti.
İnsanlara ilim öğretmek, doğru yolu göstermek için ondan icâzet, diploma aldı. O
büyük zâtın halîfeleri arasına katıldı. Onun vefâtından sonra bir mikdâr
Buhârâ'da kaldı. Talebe yetiştirmeye başladı. Bir zaman sonra onların terbiye ve
yetiştirilmesini, Yûsuf-i Hemedânî'nin en önde gelen, gözde talebesi Abdülhâlık
Goncdüvânî hazretlerine bırakıp, kendisi Yesi'ye döndü ve talebe yetiştirmeğe
burada devâm etti. Talebeleri git gide çoğalıyordu. Büyüklüğü ve şöhreti kısa
zamânda, Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan ve Harezm'e yayıldı. Kendisinde daha
çocuk yaşta iken başlayan evliyâlık hâl ve dereceleri günden güne artıyordu.
Zamanındaki âlimlerin ve evliyânın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu.
Hanefî mezhebinde idi. Zâhirî ve bâtınî bütün ilimlerde derin âlim olan Ahmed
Yesevî, Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederdi.
Ahmed Yesevî hazretleri
vakitlerini üçe ayırırdı. Günün büyük bölümünde ibâdet ve zikirle meşgûl olurdu.
İkinci kısmında talebelerine zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretirdi. Üçüncü ve en
kısa bölümde ise alınteri ile geçimini sağlamak üzere tahta kaşık ve kepçe
yaparak bunları satardı.
Bir rivâyete göre; "Onun
halden anlar bir öküzü vardı. Bu öküzün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı
kaşık ve kepçeleri koyup, Yesi çarşısına salıverirdi. Kim kaşık ve kepçeden
alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Mal alıp da, ücretini vermeyen
olursa, öküz o kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden o da giderdi.
Adam ücreti heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi.
Akşam olunca da Hâce Ahmed hazretlerinin evine gelirdi. Hattâ heybenin gözüne
fazla para bırakanlar da olurdu. Hâce hazretleri bunları ve kendisine gelen
sayısız hediyeleri muhtaçlara ve bilhassa talebelerine sarf ederdi.
Ahmed Yesevî hazretlerinin
şöhreti, kerâmetleri her tarafa yayılıp, talebelerinin sayısı yüz bine
yaklaşınca, kendisini çekemeyenler düşmanlıklarından, çeşitli iftiralara
başladılar. Sohbet meclislerine örtüsüz kadınlar geliyor, erkeklerle birlikte
oturuyorlar." dedikodularını yaydılar. Bu şâyiayı duyan makam sâhipleri, bâzı
müfettişler vazifelendirerek durumun araştırılmasını emrettiler. Müfettişler,
Ahmed Yesevî hazretlerinin ders verdiği meclisine gizliden gizliye gelip
gittiler. Her şeyin, herkese açık olduğu bu yerde, insanlardan ve kanunlardan
saklı uygunsuz bir hâlin bulunmadığını, söylenilenlerin tamâmen asılsız
olduğunu, bu zâta iftirâ etmek için uydurulduğunu bildirdiler.
Ahmed Yesevî hazretleri
kendisine iftirâ edenlere bir ders vermek istedi ve toplandıkları yere geldi.
Elinde ağzı mühürlü bir kutu vardı. Oradakilere hitâben: "Bâlig olduğu günden bu
âna kadar, sağ elini avret mahalline hiç uzatmamış bir velî istiyorum. Kim
vardır? Bu mühim kutuyu ona teslim edeceğim" buyurdu. Hiç kimse çıkmadı. O
sırada, Ahmed Yesevî'nin talebelerinden, Hâce Atâ ortaya çıktı. Hâce Ahmed
hazretleri kutuyu ona verip, bunu Horasan ve Mâverâünnehr memleketlerine
götürmesini emretti. Talebe kutuyu alıp, bildirilen yere vardı. Her tarafa haber
salınıp, âlimler ve Hâce hazretlerine iftirâ edenler geldiler. Herkes bu kutunun
içinde ne olduğunu merak ediyordu. O talebe, toplananlara, bu kutuyu hocası
Ahmed Yesevî hazretlerinin gönderdiğini söyleyip kutuyu açtı. Kutu açılınca,
herkes gördükleri manzara karşısında donakaldılar. Kutunun içinde kor hâlinde
ateş, bir mikdar pamuk arasında duruyordu.
Ateş kızarıyor ve pamuğa
birşey olmuyordu. Bu hâli gören herkes hayretler içinde kaldı. Hâce
hazretlerinin bu kerâmeti karşısında, onu sevenlerin muhabbeti daha da arttı.
Kendisine muârız olanlar hatâlarını anlayıp tövbe ettiler. Hâce hazretlerine
hediyeler gönderip, özürler dileyip pekçoğu ona talebe oldu.
|
|