|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed Yekdest Cüryânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
talebelerinden ve büyük evliyâdan olan Mehmet Emîn Tokâdî hazretleri anlatır: "Ahmed
Yekdest Cüryânî hazretlerinin hizmetinde, ders ve sohbetlerinde bulundum. 1702
senesinde hocamın izni üzerine İstanbul'a dönüş hazırlığı yaptım. Vedâlaşmak
üzere huzûruna vardığımda; "Mısır üzerinden mi, Şam'dan mı gideceksiniz?"
buyurdu. "Efendim bir arkadaşım var, Şam hacılarıyla dönmeye niyet ettik."
dedim. Bunun üzerine; "Otur bakalım karşıma. Gözlerini yum, bakalım hangi kâfile
ile gitmeniz takdir olunmuştur?" buyurdu. Karşısına geçip gözlerimi yumarak
oturunca, birden kendimi Cebel-i Nûr (Hira Dağı) üzerinde Mekke'ye karşı
oturuyor buldum. Dağ üzerinden Mekke'yi seyrediyordum. Baktım ki, bir kâfile
Mekke'den çıkmaya başlayıp Şam tarafına yöneldi. Yol alıp kısa bir moladan sonra
yola devam etti. Bu manzarayı gördüğüm sırada hocam: "Kâfilenin başına bak."
buyurdu. Baktım bir şehir görüldü. "Bu gördüğün şehir Şam'dır. Kâfile Şam'a
ulaştı, sen kâfile içinde var mısın?" buyurdu. "Yokum." dedim. "Yine Mekke'ye
bak." buyurunca, Mekke tarafına baktım. Gördüm ki başka bir kâfile Mekke'den
çıkıp ilerledi. Kendimi kâfile içerisinde tanıdığım bir arkadaşımla beraber
gördüm. Paçalarımı sığayıp omuzuma bir tüfek almışım ve yanımdaki arkadaşla
sohbet ederek yol alıyoruz. Ben bu hâli seyrederken hocam; "Kendini görebildin
mi?" buyurunca; "Evet efendim." dedim. "Kâfilenin baş tarafına bak." buyurunca,
baktım. Mısır göründü. Yanımda gördüğüm arkadaşım Mısır'a girmek üzereydi. Bu
sırada; "Aç gözünü." buyurunca açtım ve kendimi huzûrunda oturuyor buldum.
"Şimdi git sana yolculukta arkadaş olmak üzere gördüğün o kişiyi bul,
yolculuğunuz Mısır tarafındandır." buyurdu. Huzûrundan çıkıp Harem-i şerîfe
giderken yolda o gördüğüm kişiye rastladım. Selâm verip elinden tuttum.
Berâberce Harem-i şerîfe girip bir kenara çekilerek sohbet etmeye başladık.
Sonra onun da hocamın talebelerinden olduğunu öğrendim. Nihâyet yolculuğumuz
hususunda görüşüp Mısır'a gidecek kâfile yola çıkmadan yol hazırlığımızı
tamamladık. Yolculuğumuzdan bir gün önce hocam Ahmed Yekdest hazretlerinin
huzuruna tekrar gittim. Bu sırada; "İstanbul'a varınca nerede kalacaksın?"
buyurdu. "Efendim malumunuz kendi evim yoktur. Siz nerede kalmamı emrederseniz
orada kalayım." dedim. Bana bir mektup uzatıp; "Al bunu İstanbul'da Hâcegân
divân-ı hümâyûndan Hüseyin Paşazâde Kumul Muhammed Bey vardır. İstanbul'a
varınca bu mektubu ona verirsin. Seni onun sohbetine havâle eyledik. Ne
buyurursa ona itâat et, ona teslimiyetin bize teslimiyettir." buyurdu. Bu sırada
öyle bir nazar ve iltifât ettiler ki o ana kadar kavuştuğum derecelerin ve
nîmetlerin binlerce üstünde derecelere kavuştum. O anda nasîb olan müşâhadeler,
makamlar ifâde edilemeyecek kadar fazlaydı. Mektubu aldıktan sonra; "İnşâallah
birkaç sene sonra buraya tekrar gelirsiniz. Fakat bizi bulamazsınız. Bizde olan
emanetinizi (yazılı icâzeti) Medîne-i münevverede bulunan Hâce Abdurrahîm'e
verdik. Onunla görüşünce sana teslim eder." buyurdu.
Ertesi gün kâfile Mısır'a
hareket etmek üzere iken tekrar hocamın huzûruna gidip vedâlaştım. Bana çok duâ
edip iki yüz altın harçlık verdi. Sonra vedâlaşmak üzere dost ve arkadaşlarımın
yanına gittim. Beni yolcu etmek ve vedâlaşmak için otuz kişi kadar toplanmıştı.
Onlardan da ayrılırken bana bir anahtar ve bir liste verip; "Bu size hediyemiz
olan eşyaların ve paraların listesi ve içine koyduğumuz kutunun anahtarıdır.
Kutuyu size Mısır'da teslim etmek üzere kervancı başına verdik ve taşıma ücreti
de verilmiştir." dediler. Nihayet vedâlaşıp yola çıktık. Epey bir yolculuktan
sonra Mısır'a vardık. Mısır'da kervancı başı; "Efendim bu kutuda size âit
emânetler var, listenizi çıkarıp kontrol edelim ve teslim alınız." dedi. Kontrol
edip teslim aldıktan sonra Mekke'deki dostlarıma verilmek üzere noksansız teslim
aldığımı bildiren bir mektub yazmamı ricâ etti. İstediği yazıyı kervancı başına
verdim Bana teslim edilen bu hediyeler ud, amber gibi güzel kokulardan
başka bir kese içinde (o zamânın parasıyla) bin kuruşluk altın, ayrıca iki bin
kuruş değerde çeşitli eşyalar vardı. Bunları kimin hediye ettiği belli değildi.
Ancak listede dostlarınızın size hediyeleridir yazılıydı.
Mısır'a vardıktan sonra
Kâhire'de bir kaç ay kaldım. Daha sonra İstanbul'a gitmekte olan bir kalyona,
Yelkenli gemiye binerek kısa zamanda İstanbul'a ulaştım.
İstanbul'a varınca
dostlarımdan Aksaray civârında oturan Kafesdâr Abdülbâki Efendinin evine gittim.
Oturup sohbet ettik. O gece orada kaldım, haccımı tebrik ettiler. Hocam Ahmed
Yekdest hazretlerinin emri üzerine Hüseyin Paşazâde Muhammed Efendinin yanına
gidecektim. Evini sorup öğrendim. Bir sabah vakti gidip kaldığı yeri buldum.
Binaya girip yukarı çıkarak hazîne dâiresini sordum. Beni bir odaya dâvet edip,
oturttular. Nereden geldiğimi sorduklarında Mekke'den geldiğimi ve Muhammed
Efendiye bir mektup getirdiğimi söyledim. Hemen Hazînedâr kalkıp dışarı çıktı.
Biraz sonra da gelip; "İsminiz Muhammed Emîn midir?" deyince; "Evet! dedim.
"Buyurun." deyip beni Muhammed Efendinin yanına götürdü. İçeri girince ayağa
kalkıp beni kucakladı, gözlerimden öptü; sonra mektubu verdim. Bana yer gösterip
oturmamı söyledi. Mektubu sevinçle alıp okuduktan sonra hazînedârlarından birini
çağırıp; "Emin Efendi kardeşimize kalacağı yeri gösterin." buyurdu. Hazînedâr
bana onun odasının yanında bir oda gösterip; "buyurun." dedi. Odaya girdiğimizde
gördüm ki oda döşenmiş, hazırlanmıştı. Yanımdaki kişi oradaki malzemeyi bir bir
gösterip; "Burada istirahat edersiniz, efendimizin emridir," diyerek dışarı
çıktı.
1711 yılında tekrar hac
vazifesi ile Mekke'ye gittiğimde Hocam Ahmed Yekdest hazretleri vefât etmişti."
|
|