|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) orta boylu, nûr yüzlü, buğday
benizliydi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine
sürme çeker, tebessüm buyururdu. Güzel konuşmaları ile kalpleri harekete
getirir, sohbetine doyum olmazdı. Kürsüde oturarak konuşurdu. Konuşmaya
başlayınca, sesini uzak ve yakındakiler işitirlerdi. Çevre köydeki kimseler de,
aynı şekilde duyarlardı. İnsanlar evlerinin üzerine çıkar, Seyyid Ahmed Rıfâî,
yanlarındaymış gibi dinlerlerdi. Öyle ki, bütün kelimeleri eksiksiz anlaşılırdı.
Hattâ sağırlar, yarım işitenler, onun sohbetine katıldıkları zaman, Allahü
teâlânın ihsâniyle kulakları açılır, söylenilenleri işitirler ve anlarlardı.
Beyaz gömlek giyer, pirinç unundan ekmek yaptırıp yerdi. Misâfirler için verdiği
yemek hâricinde başka bir şey yemezdi. Yemeği soğutarak yer, misâfirsiz iftar
etmezdi. Kendisine âit misâfir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek
çıkardı. Yolda her rastladığı kimseye, hattâ çocuklara bile selâm verirdi.
Hastaların sıhhatlerini sormak için uzak yollara gitmekten üşenmez, onları
ziyâretten zevk alırdı. İhtiyarlara, âmâlara, sıkıntıda olanlara yardımcı
olurdu. Peygamber efendimizin; "Kim, saçı sakalı ağarmış müslüman bir kimseye
ikrâm ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikrâmda bulunacak
kimseleri vazîfelendirir, ona ikrâm ederler." hadîs-i şerîflerinde bildirildiği
gibi hareket etmeyi âdet edinmişti.
Alçak gönüllü olduğundan, hiç
bir mecliste baş köşeye geçmez ve seccâde üzerinde oturmazdı. Daimâ az konuşur
ve; "Sükûtla emr olundum." buyururdu. Birçok defâ azamet-i ilâhiyye tecellisine
mazhâr olup, güneşin karşısında buzun eridiği gibi kendisi de bir avuç su gibi
kalıncaya kadar eridiğini hisseder sonra ilâhî rahmet yetişerek eski hâlini
bulurdu. Daha sonra da cemâatine hitâben; "Cenâb-ı Hakkın lütfu olmasa, yanınıza
dönemezdim." derdi.
Ahmed Rıfâî hazretlerinin
talebelerine bağlılığı çok fazlaydı. Onların arasında bulunmanın, onlarla sohbet
etmenin, büyük sevaplar hâsıl eden ibâdet olduğunu buyurur ve talebelerine de
kendi talebelerine böyle yapmalarını tavsiye ederdi.
Allah adamlarıyla berâber
olmayı sever, onların duâlarını almaya çalışırdı. Düşkünleri çok sever, her
zaman onları himâye ederdi. Eli, ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan
kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve
elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Bunlardan haz duyduğunu bildirir,
talebelerini de teşvîk ederdi. Acıkmış bir fakîri görse, gider kendi eliyle
yiyecek hazırlar, berâberce yerlerdi. Buyururdu ki: "Bütün evliyâlık yollarından
geçirildim. Fakat fakirlik, başkaları gözünde hakîr olmak ve hastalık gibi
Allahü teâlâya yakın ve daha uygun yol göremedim."
Bir yere gidip de dönerken,
yanında hazır bulundurduğu ipine, topladığı odunları bağlardı. Bunları getirir,
şehirde bulunan dul, yetim, fakir, hasta olanlara dağıtırdı. Dünyâ malına hiç
kıymet vermez, onları dîne hizmette kullanırdı. Kendisi için, dünyâlık nâmına
hiçbir şey alıkoymazdı. Bütün malını fakir müslümanlara dağıtırdı.
Seyyid Ahmed Rıfâî
hazretleri, hayâtını hep dîne hizmet ile geçirirdi. Bid'at sahiplerine öğüt
verir gittikleri yolun bozukluğunu bildirir, kurtuluşlarına vesîle olurdu. Ahmed
Rıfâî hazretleri vefâtına yakın ishale yakalanmıştı. Hastalık bir ay kadar devâm
etti. Hizmetçisi; "Efendim! Hiçbir şey yemediğiniz halde, bu gelenler
neredendir?" diye sordu. O da; "Bu gelen ettir. Dışarı çıkıyor. Artık eridi
kalmadı. Yalnız kemiklerimin içindeki ilik kaldı. O da bugün çıkar biter. Yarın
da Allahü teâlâya gitme günüdür." buyurdu. İyice ağırlaştığı zaman hizmetçisi;
"Efendim! Kavuşmak vakti yaklaştı herhalde." deyince; "Evet öyle görünüyor.
Hastalığımın şu son zamânında bâzı hâdiseler cereyân etti. İnsanlar üzerine
büyük bir belâ gelmekteydi. Bu belâlara karşı kendi vücûdumu fedâ edip, bu
belânın giderilmesi için, Allahü teâlâya yalvardım. Allahü teâlâ kabul buyurdu."
dedi. Daha sonra mübarek yüzünü toprağa sürmeye başladı. Yüzü gözü toz toprağa
bulanmış bir halde ağlayarak; "Yâ Rabbî! Affet!" Yâ Rabbî! İnsanların üzerine
gelecek olan dert ve belâlar için beni siper yap da, belâlar benim üzerime
yağsın." diye yalvardıktan sonra kelime-i şehâdet getirip; "Dünyâda âhiret için
çalışıp yorulan pişman olmaz, râhata kavuşur. Her hayr işleyenin ameli kendisine
sunulacaktır. Her şer, kötü iş yapanın da ameli kıyâmet gününde önüne
çıkacaktır." buyurdular.
|
|