EVLİYÂ
Beyt:
Evliyâyla, onları candan severek otur,
Onlarla oturan kul, kalkınca sultan olur.
KIRK YIL HİZMET ETTİ
Hâlid-i Bağdâdî'nin,
şânını o zamanlar,
Duymuştu dünyâdaki, bilcümle müslümanlar.
Yayılınca şöhreti, her yerine dünyânın,
Bağdad'a geliyordu, insanlar akın akın.
Hem İstanbul'dan dahi, birçok âşık olanlar,
Ona kavuşmak için, Bağdad'a yollandılar.
Bu gelen insanların, şu idi tek gâyesi:
"Hâlid-i Bağdâdî'nin, olmaktı talebesi."
Zîrâ Resûlullah'tan, fışkıran bütün "nûrlar",
Ondan yayılıyordu, herkese o zamanlar.
İstanbul'dan Bağdad'a, taşınan insanlara,
Baktığında, Mevlânâ, kıyamadı onlara.
Emir verip hemence, Abdülfettâh Akrî'ye,
Gönderdi İstanbul'a, "feyzini saçsın" diye.
Abdülfettâh Efendi, İstanbul'a gelince,
Nuh kuyusu denilen, yere geldi hemence.
Bu mübârek velî zât, buraya vardığında,
Cümle Hak âşıkları, buldu onu ânında.
Etraftan akın akın, geliyordu insanlar,
Zîrâ ondan akardı, ilâhî feyiz, nûrlar.
Devlet ricâlinden de, vezir, paşa, kumandan,
Gelirdi akın akın, bu dergâha o zaman.
On binlerce müslüman, gelerek bu dergâha,
Bağlardı kalplerini, hepsi Resûlullah'a.
Abdülfettâh Efendi, kırk yıldan daha fazla,
Bu dergâhta böylece, hizmet etti ihlâsla.
Mevlânâ Hâlid ise, o gelince Bağdad'dan,
Otuz dokuz yıl önce, ayrılmıştı dünyâdan.
Onun ayrılığına, hiç dayanamıyordu,
Hocasına kavuşmak, aşkıyla yanıyordu.
Bin sekiz yüz altmış dört, yılı Muharreminde,
Cümle talebesiyle, helâlleşti evinde.
Ayın on dokuzunda, hem de bir Cumâ günü,
Kur'ân'ı dinler iken, teslim etti rûhunu.
Âlim ve evliyâlar, sözbirliği hâlinde,
Şunu bildirdiler ki: "İstanbul dahilinde,
Binlerce evliyâdan, eshâbın hâricinde,
Üçü, en büyüğüdür, bu velîler içinde.
Bu üçünden biri de, Abdülfettâh Akrî'dir,
Kabri, âşıklarının, istifâde yeridir.
İkisi de şunlardır, bu üç büyük velînin,
Murâd-ı Münzâvî'yle, Tokâdî Mehmed Emîn.
Yâ Rabbî, bu üç büyük, velînin hürmetine,
Şifâ ver hasta olan, Muhammed ümmetine.
EVLİYÂYI ÇOK
SEVİN
Bekr bin Abdullah Müzenî
(rahmetullahi teâlâ aleyh)
Tâbiîn-i kirâmdan olan bu mübârek zât,
Tesirli sözleriyle, ederdi çok nasîhat.
Haram ve şüpheliden, sakınırdı pek fazla,
Emr-i mâruf yapardı, insanlara ihlâsla.
Derdi ki: "Ey insanlar, yapsanız da çok günah,
Hemen tövbe edin ki, affeder çünkü Allah."
Hak teâlâ Kur'ân'da, buyurur ki "Ey insan,
Semâyı doldursa da, yaptığın günah isyân,
Tövbe edip, îmânla, gelirsen bana şâyet,
Yaparım ben de sana, yer dolusu mağfiret."
Yine buyuruyor ki Müzenî hazretleri:
"Sevmeye gayret edin, Hak dostu velîleri.
İyi amellerimin, arasında ben bu gün,
O zâtlara sevgimi, görüyorum en üstün."
Yine o buyurdu ki: "Mütevâzi olunuz,
Halk içinde daha çok kıymetli olursunuz."
Arafat'ta vakfeye, durmuştu bu zât yine,
Şöyle düşünüyordu o an kendi kendine;
"Şu hüccâcın içinde, olmasaydım eğer ben,
Hak teâlâ onları, bağışlardı tamâmen."
Buyurdu: "Bir kimseyi, görürseniz ki eğer,
İnsanların aybını, herkese verir haber.
Yâni gıybet ediyor, yapıyorsa nemmâmlık,
Cehennem ateşine, hazırlansın o artık."
Zamânın hükümdârı, çok severdi bu zâtı,
Bir gün teklif etti ki, ülkeye olsun kâdı.
Lâkin o, kâdılığı, kabûl eylemeyince,
Hükümdâr, "olsun" diye, ısrâr etti bir nice.
O zaman hükümdâra, arz etti ki o artık,
"Yemin ediyorum ki, ben yapamam kâdılık.
Bu sözüm doğru ise, durumu eyledim arz,
Yalansa, yalancıdan, zâten kâdı olamaz."
Buyurdu: "Ey insanlar, din, öğüt, nasîhattır,
Ve emri mâruf yapmak, çok kıymetli tâattır."
Bir Cumâ namazında, çok fazlaydı cemâat,
O dahî ediyordu, halka vâz-ü nasîhat.
Buyurdu: Şimdi bana, sorsalar ki: "Ey Bekir,
Şu insanlar içinde, iyileri kimlerdir?"
Derim: "Emri mâruf ve nehyi anil münkeri,
En iyi yapanlardır, en çok kıymetlileri."
Yâni İslâmiyeti, öğrenip kendi önce,
Başkalarına dahî, öğretendir güzelce.
Çünkü bütün yapılan, nâfile ibâdetler,
Bunların sevapları, toplansa hepsi eğer
Allah için gazânın, sevâbının yanında,
Bir damla gibi bile, değildir esâsında.
Yine Allah yolunda, gazâda çarpışmanın,
Allah için harb edip, hattâ şehîd olmanın,
Ecri de, emri mâruf, sevâbına nisbetle,
Bir deryânın yanında, değildir damla bile.
Bütün peygamberlerin, yaptığı tek iş vardı,
Dîni, İslâmiyeti, halka anlatırlardı.
Bu yolda eziyyetler, görselerdi de hattâ,
Yine gevşemezlerdi, onlar bu nasîhatta.
Endülüs’te ve Mısır’da
yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı
Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın halleri ve üstünlükleri husûsunda
buyurdular ki: "Allahü teâlânın velî kulu, O'nun katında, ana kucağındaki arslan
yavrusu gibidir. Acabâ o yavruya kötülük etmeyi kasdedene, anası imkân ve fırsat
verir mi? Allahü teâlâ dostlarını muhâfaza eder."
"Velîler, peygamberlerin
makamlarını görebilirler, ancak varamazlar."
"Evliyânın büyüklüğüne îtirâz
ettikleri için helâk olanlar, velîlik yoluna girerek kurtulanlardan daha
çoktur."
"Evliyâlık yolunda bulunan
bir kimse, ortaya çıkmak, meşhûr olmak, herkes tarafından tanınmak isterse,
şöhretin kölesi olur. Gizli kalmayı, bilinmemeyi isteyen, gizliliğin kölesi
olur. Kim de Allahü teâlâya kul olmak arzusunda ise ve başka bir niyeti yoksa,
yâni evliyâlık yolunda bulunmak dâvâsında samîmî ise, o kimse için, meşhûr olmak
ile gizli kalmak aynıdır."
"Zâhirî ilimlerde âlim bir
kimse, sıdk ile evliyânın sohbetinde bulunursa, o kimsenin ilmi artar."
"Allahü teâlânın
evliyâsından, sizi hatırlamasını, hatırında tutmasını taleb etmeyiniz. Bilâkis,
siz devamlı olarak o velîyi hatırınızda tutmaya gayret ediniz. Çünkü, sizin
yanınızda o ne ise (siz onu ne kadar çok hatırlar iseniz), onun yanında siz de
öylesiniz (o da sizi o kadar hatırlar)."
"Allahü teâlânın bir velî
kulu, kendisine eziyet, sıkıntı veren bir kimseye darılsa, o kimse o anda helâk
olur. Fakat velînin, Allahü teâlâyı tanıması, mahluklara merhameti pek fazla
olduğundan, kendisine eziyet ve sıkıntı da verse, bir kimsenin helâk olmasını
istemediği için, insan ve cinlerden kendisine eziyet verenlerin sıkıntılarına
tahammül eder. Kendisine sıkıntı verenlerden hiçbir kimseye de hiçbir zararı
dokunmaz."
Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
hazretleri, evliyâlık yolunda bulunan bir kimsenin, Allahü teâlâya duâ ederek;
"Beni her ne sûretle imtihân edip denemek istersen öyle yap!" dediğini, bunun
üzerine kendisine idrâr tutukluğu illeti verdiğini, buna dayanamayıp,
yakınlarına; "Yalancı amcanızın (benim), bu dertten kurtulması için Allahü
teâlâya duâ edin!" dediğini, yâni sabredemediği için kendisini yalancı saydığını
bildirerek; "Bu zât, ilk başta Allahü teâlâya; "Yâ Rabbî! Beni affeyle!" diye
yalvarsaydı, daha hayırlı olurdu." buyurdu.
Hindistan'ın meşhûr
velîlerinden Hacı Dost Muhammed Kandehârî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin, Molla Mîr Vâiz Sâhib Ahmedzâde'ye yazdığı bir mektupta şöyle
buyurdular: "Ey kardeşim biliniz ki gerçek evliyâ ile evliyâlık iddiâsında
bulunan sahte kimseler arasındaki fark şöyle isbat olunur. Gerçek evliyânın
birinci alâmeti Ehl-i sünnet vel cemâat îtikâdında olması ve bunda
derinleşmesidir. Ehl-i kıble olan sapık fırkaların, şianın, vehhâbîliğin,
râfizîliğin ve diğerlerinin sapıklıklarından uzak olmasıdır. Şaz olan yâni
meşhur olmayan rivâyetlerle amel etmemesidir.
İkinci alâmeti ise, dört hak
mezhebin yâni Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinden birinin fıkıh
kitaplarına uygun amel etmesidir. Öyle ki farz, vâcip, sünnet, müstehab ve
mendublardan hiçbirini kaçırmaması bu hususta hatâsı ve noksanı bulunmaması
lâzımdır. Çünkü zâhirin bunlarla düzeltilmesi, zînetlenmesi bâtının da
düzeltilip zînetlenmesine vesîle olur.
Üçüncü alâmet olarak da
tasavvuf ehli olanın tövbe, zühd, tevekkül, kanâat, uzlet (yâni dîni, ahlâkı
bozan kimselerden ve şeylerden sakınmak), zikir teveccüh, sabır, murâkabe ve
rızâyı elde etmesidir.
Yine evliyânın sohbetinde
öyle bir tesir olur ki, dünyâ sevgisi ve dünyâya düşkün olanların sevgisi onun
sohbetinde bulunanların kalbinden çıkar. Kalbinde bunlara karşı soğukluk hâsıl
olur. Sohbetinde bulunanlar gafletten kurtulurlar.
Gerçek velî kendini hiçbir
kimseden üstün görmez ve aslâ medhetmez. Ahlâk-ı hamîdiye ve beğenilen vasıflara
sâhib olur. Tevâzu, ilim, tahammül, sabır, mürüvvet, fütüvvet, cömertlik,
güleryüzlülük, güzel ahlâk, doğruluk, acz ve niyâz, incitmemek, haramlardan,
mekruhlardan ve şüpheli şeylerden sakınmak onun vasfıdır. Bütün hayır işleri
yapar. Resûlullah aleyhisselâmın ahlâkı ile ahlâklanır. İşte böyle bir zâtın
sohbeti büyük nîmettir.
Eğer bir kimse şeyh, mürşîd
olduğunu söyler fakat sünnet-i seniyyeye uygun amel etmezse, şer'i şerîfin
zînetiyle zînetlenemez. Gıybetten, yalandan, yalan yere yemin etmekten, ahlâk-ı
zemîmeden sakınmazsa, böyle kimseden sakın, bin defâ sakın! Onun sohbetinden
uzak dur. Hattâ onun bulunduğu şehirde durma! Olur ki bir gün ona bir meyl
edersin de kalinde büyük zarar hâsıl olur. Ona aslâ uyulmaz, o, şeytanın
tuzağına düşmüş gizli bir hayduttur. Böyle bir kimseden âdet dışı harika, haller
ve keşifler de görsen onunla görüşmekten aslandan kaçar gibi kaçınız!"
Âlim ve evliyânın
büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine;
Allahü teâlânın sevgili kullarından soruldukta; "Evliyâyı küçük görmek, Allahü
teâlâyı tanımanın azlığından ileri gelir. Her makâmın kendisine has bir ehli
vardır. Kim bir makâma çıkmak arzu ettiği halde, o makâmın ehline yâni o
makamdakilere hürmet etmezse, o makamdan hâsıl olacak bereketten mahrum olur.
Ayrıca ulaştığı makam, yavaş yavaş o kimseyi helâke sürükler." Çünkü yolda
yürürken düşen bir kimsenin düşmesi ile, bir binânın beşinci katından düşmek
arasında çok fark vardır.
Hindistan'da yetişen
evliyânın büyüklerinden Hüsâmeddîn Mültânî hazretlerinin hocası Hâce
Nizâmüddîn-i Evliyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, bu yüksek
talebesine bir nasîhatinde buyurdular ki: "Evliyâlık yolunda bulunanların
meşgûliyeti şu altı şeydir: 1) Nefsin arzularını kırıp, kötülüklerini yok etmek.
2) Devamlı abdestli bulunmak. Tamâmen uyku bastırmadıkça uyumamak ve uyanınca
derhâl abdest almak. 3) Çok oruç tutmak. 4) Söylediği bütün sözler doğru olmak.
Hak teâlânın zikri olmayan sözü söylemeyip sükût etmek. 5) Kendisini, mânevî
olarak terbiye edip yetiştiren hocasını düşünmek, ona bağlılığı devamlı artması
ve devamlı olarak Allahü teâlâyı zikretmek. Yaptığı bütün işlerinde O'nun
rızâsını düşünmek. 6) Hak teâlâyı düşünmekten başka her hâtırayı, kalbe gelen
düşünceyi söküp atmak."
Allahü teâlâ, Âdem
aleyhisselâmdan beri insanları ebedî saâdete kavuşturmak için peygamberler
göndermiştir. Peygamberler, insanları kurtuluşa dâvet etmiş, doğru olan yolu
bütün sıkıntı ve eziyetlere rağmen bıkmadan, yılmadan anlatmışlardır. Aynı
zamanda peygamberlere tam tâbi olan, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu, mânevî
sırlar sâhibi velî zâtlar da her devirde bulunmuş ve insanların din ve dünyâ
saâdetine ulaşmaları için çalışmışlardır.(E. Ans. c.1, s. 2)
İnsanlara doğru yolu
göstermeleri, hal ve hareketleri ile örnek olmaları evliyânın belli başlı
vasıflarıdır. Ayrıca, Allahü teâlânın rızâsı için insanların dertleri ile
dertlenmeleri ve fedâkârlıkları onların şânındandır. Onlar, peygamberlerden
sonra seçilenler sınıfındandır. Bir rehber elinde yetişerek silsile yoluyla
Peygamber efendimize kadar gitmeleri; nerede ve hangi memlekette yetişirlerse
yetişsinler, onları tek bir kaynağa bağlamıştır. Bunlar zamanla çeşitli kollara
ayrılmışlar, Kâdirî, Nakşî, Bayramî, Gülşenî, Yesevî, Mevlevî vs. gibi isimlerle
anılmış veya bu yollardan birinde akıp gelmişlerdir.(E. Ans. c.1, s. 2)
Sultanlar, pâdişâhlar doğruyu
onlarla bulmaya çalışmışlar, mânevî sultanın onlar olduğunu görmüşler, onların
nasîhatleri ile devlete, millete ve insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır.
Târih boyunca insanlığa huzurlu devirler yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler,
Selçuklular, Gazneliler, Bâbürlüler, Osmanlılar ve daha birçok İslâm
devletlerinin sultanları hep bu büyüklerin rehberliğinde hizmete devâm etmişler,
yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bâzan onlarla berâber savaşlara
katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandanları ve dertlerin mânevî
tabibleridir.
Bu îtibârla İslâm dünyâsında
eskiden beri başta sevgili Peygamberimiz ve Eshâbı olmak üzere bütün velîlerin
kabirleri ziyâret edilmiş, rûhâniyetlerinden istifâde edilmiş, herkes onları
vesîle ederek, Allahü teâlâya yalvarmış, duâlarının kabûlü için niyâzda
bulunmuştur. (E. Ans. c.1, s. 3)
Evliyâ-yı kirâm, Allahü
teâlânın ve Peygamberinin (aleyhisselâm) emir ve yasaklarını öğreterek,
insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaları için uğraşmışlardır.
(E. Ans. c.1, s. 3)
Velî; Allahü teâlânın
rızâsını kazanmış, sevdiğini Allahü teâlâ için seven ve her işi O'nun rızâsı
için yapan, her an Allahü teâlâ ile bulunan, gafletten uzak kimse demektir.
Evliyâ ise bu kelimenin çokluk şeklidir. Yâni evliyâ "velîler" demektir.
(E. Ans. c.1, s. 3)
Allahü teâlânın emirlerine
uyup, O'nun sevgisini ve zikrini gönlünden hiç çıkarmayan, gafletten uzak, Allah
adamı kimselere, velîlere ehlullah adı da verilmektedir. (E. Ans. c.1, s. 7)
Bütün sözleri, işleri ve
ahlâkı, İslâm dîninin bildirdiği gibi olan, Allahü teâlânın ve Resûlünün çok
sevdiği kimselere velî ve bunun çoğulu olarak evliyâ denir. Kur'ân-ı kerîmde
meâlen; "Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu yoktur.
Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü de yoktur." (Yûnus sûresi: 62) buyrulmuştur. Büyük
muhaddis Ebû Nuaym el-İsfehânî'nin Hilyet-ül-Evliyâ kitabında zikredilen bir
hadîs-i şerîfte; "Evliyâ görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır." buyrulmuştur.
Sahîh-i Buhârî'de geçen bir hadîs-i kudsîde ise; "Evliyâmdan birine düşmanlık
eden, benimle harb etmiş olur..." buyrulmaktadır. (E. Ans. c.1, s. 7)
Yahyâ bin Muâz; "Evliyânın
sohbetine kavuşan, şeytanın elinden kurtulur, her an Allahü teâlâ ile berâber
olur." demiş, İmâm-ı Rabbânî de; "Mahşerde, önce Peygamberlerin (aleyhimüsselâm),
sonra evliyâ-yı kirâmın (kuddise sirruhum), Allahü teâlânın izni ile günâhı çok
müminlere şefâat edeceklerini ifâde etmiştir. Yine İmâm-ı Rabbânî, Allahü
teâlânın evliyâsının, büyük günâh işlemekten mahfûz (korunmuş) olduklarını da
belirtmiştir. (E. Ans. c.1, s. 7)
Evliyâ-yı kirâmın, insanları
irşâdla vazîfeli olanları bulunduğu gibi, başka vazîfelerle görevli olanları da
vardır. Meselâ Allahü teâlâya yakın sevgili (evliyâ) kullardan bir kısmını
teşkil eden ebdâl, insanlara yardımda ve hizmette bulunan, halkın açıkça
bilmediği ve dünyânın nizâmı (düzeni) ile vazîfeli olup bunlardan biri vefât
edince, yerine başka bir velî bedel kılındığından yâni görevlendirildiğinden ve
çok olduklarından, bedelin çoğulu ebdâl veya büdelâ kelimesi ile tanınmışlardır.
İrşâd ehli yâni insanlara doğru yolu gösteren velîlerden olmayıp, gözlerden
saklı olan bu kimselerin sayısının yedi, kırk veya yetmiş olduğunu Seyyid Şerîf
Cürcânî ifâde etmiştir. Hilyet-ül-Evliyâ'da zikredilen bir hadîs-i şerîfte
bunlar hakkında şöyle buyrulmaktadır: "Ümmetim arasında her zaman kırk kişi
bulunur. Bunların kalpleri, İbrâhim'in (aleyhisselâm) kalbi gibidir. Allahü
teâlâ, onlar sebebi ile kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir. Onlar
bu dereceye namaz ve oruç ile yetişmediler." Abdullah ibni Mes'ûd; "Yâ
Resûlallah! Ne ile bu dereceye ulaştılar?" diye sorunca; "Cömertlikle ve
müslümanlara nasîhat etmekle yetiştiler." buyurdu. (E. Ans. c.1, s. 8)
Bir de evtâd denilen, evliyâ-yı
kirâmdan (Allahü teâlânın sevdiği kıymetli kullarından) ve ricâl-ül-gaybdan
(açıkça bilinmeyen velîlerden) mübârek dört zât vardır ki, büyük âlim ve velî
Mollâ Câmî'nin ifâde ettiğine göre bunlar, dünyânın dört tarafında bulunurlar.
Her biri bulunduğu yerde dünyevî bakımdan huzûr ve râhatlığı sağlamakla
vazîfelidir. Evtâddan dünyânın doğu tarafında bulunan zâtın ismi Abdülhayy,
batıdakinin ismi Abdülalîm, kuzeydeki zâtın ismi Abdülmürîd, güneydekinin ismi
ise Abdülkâdir'dir (r.aleyhim). (E. Ans. c.1, s. 8)
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi
fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın
vasıflarını ve hallerini soran birisine buyurdular ki:
"Hâlis olarak evliyâlık
yolunda bulunmanın alâmeti, fakr hâli, yâni varlığını Allah yolunda
harcamaktır."
"Velî olduğu söylenen kimse,
dînin emir ve yasaklarına aykırı hareket ederse, ondan sakınmak lâzımdır."
"Bütün evliyânın kerâmetleri,
efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin neticeleridir. Bizim bu yolumuz
da, O'nun sallallahü aleyhi ve sellem yoludur. Biz bu yolumuzu, senetle,
icâzetle, Ebû Ya'zî'den aldık. O da aynı şekilde, Cüneyd-i Bağdâdî'den, o, Sırrî-yi
Sekatî'den, o, Habîb-i Acemî'den, o, Hasan-ı Basrî'den, o, hazret-i Ali'den
aldı. O da Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem, O da Cebrâil'den (aleyhisselâm)
ve o da, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâdan aldı."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz
(rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyâlık hallerinden bahsettiği bir sohbetinde
buyurdular ki: "Cenâb-ı Hak kullarından birinin başına vilâyet tâcını
giydireceği zaman, önce ona zikir kapısını açar. Kalbine zikretme tadını verir.
O kul bu tadı tattıktan sonra, zâtına yakınlık kapısını açar. Ünsiyet, yakınlık
ve ülfet (berâberlik) çadırına oturur. Bundan sonra tevhîd kürsüsüne çıkarır.
İşte asıl olacaklar bundan sonra görülmeye başlar.
Hak teâlâ, hakîkî varlığı ona
kapayan perdeleri bir bir açar. O, azamet ve celâl sıfatlarıyla tecelli eder. Bu
azamet ve celâl sıfatının tecellîsinden bir kıvılcımına gözü ilişir ilişmez, o
kul benliğini kaybeder. O anda fena hâline erer. Bize göre yokluk olan tam
varlık âlemine kavuşur. Artık o kulun hiç bir varlığı yoktur. Kendisini
koruyacak güce de sâhip değildir. Allahü teâlâ, onu nefis tarafından gelebilecek
saldırılardan korur.
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü
teâlânın, senin rızkına kefil olduğuna îtimâd et ve sana emrettiği ibâdetleri
yapmaya çalış! Böyle yaparsan, evliyâdan olursun."
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, evliyâya hürmetin nasıl
olacağı sorulduğunda buyurdular ki: "Allahü tealânın evliyâ kullarının
üstünlüğünü kabûl etmeli ve onlara çok hürmet göstermelidir. Çünkü onlara,
kıyâmet gününde korku ve hüzün yoktur. Velî olan kimse, cenâb-ı Hakk'a pek fazla
muhabbet besler, îmânları kemâl mertebesindedir ve takvâ üzeredirler. Allahü
teâlâ, evliyâsına zorluk göstermez. Bâzı semâvî kitaplarda; "Benim velî
kullarımdan birine eziyet eden, bana harb ilân etmiş olur." buyrulmaktadır.
Cenâb-ı Hak, velî kullarını korur, onlara eziyet edenlerden intikam alır. Onları
sevenleri ise muhafaza eder, korur. Evliyâ ile berâber olmalı, onları
sevmelidir. Onlar hakkında hiçbir zaman kötü söz sarfetmemeli, sû-i zan etmeyip,
hüsn-i zan içinde bulunmalıdır.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
talebelerine buyururdu ki: "Ahkâm-ı İslâmiyyeyi, İslâmî hükümleri tam bilmiyen,
tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmağa kalkarsa, bunun îmânını
şeytan çalar. Emir ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyâlık
yolunda bulunduğunu, ilerlediğini, hattâ kendisinde bâzı hâllerin meydana
çıktığını zanneden kimseler bu noktada çok yanılırlar. Bu hallerinin rahmânî
olduğunu zannederler. Halbuki bunlar, abdestte, namazda, alış-verişte bir takım
noksanlarının bulunduğunu ve yiyip içtiklerinin haram olduğunu bilmezler.
Kendisinde var zannettiği o hâller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idâresine
almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir.
Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar."
İskenderiye'de yetişen büyük
velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Evliyâ, bütün gizliliğine ve tanınmamasına rağmen bir lamba gibidir. Etrâfını
aydınlatır. İnsanlar, kendilerine gelen birçok faydalı şeyin onun sebebi ve
hürmetine geldiğini anlayamazlar. Bunun böyle olduğunu, çoğu zaman velînin
kendisi bile bilmez."
Endülüs, Mısır ve Filistin
taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdu ki: Ömrü uzadığında iyi amelinin artması, ihtiyâcı
çoğaldığında cömertliğinin artması, ilmi arttıkça tevâzûunun artması, evliyânın
alâmetlerindendir.
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyânın
alâmeti üçtür: Birincisi, derecesi yükseldikçe, tevâzusu, alçak gönüllülüğü
artar. İkincisi, elinde imkân bulunduğu halde dünyâya değer vermez, düşkün
olmaz. Üçüncüsü, intikam almaya gücü yettiği halde merhametli ve insaflı
davranarak intikam almaz."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyâya uymak konusunda soranlara; "Bir
kişi çeşitli ilimleri kendinde toplasa bile, bir Allah adamı tarafından terbiye
edilmedikçe evliyâlık derecelerine yükselemez. Ameldeki kusurlarını ve nefsinin
benliklerini birer birer gösterecek bir velîden edep ve terbiye görmeyen
kimselere uymak câiz ve uygun olmaz." buyurdular.
Büyük velîlerden Ebû Osman
Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyânın sohbetine kavuşan
kimse, Allahü teâlâya kavuşturan yolu bulur."
Meşhûr velîlerden Ebü'l-Abbâs
Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyâlık derecelerine,
ancak doğrulukla ulaşılır. Her hâlükârda doğruluktan başkası bâtıldır, boştur."
Sonra şu şiiri söyledi:
Yerinde doğruluk ne güzeldir.
Her yerde de doğruluk güzeldir.
Evliyânın büyüklerinden ve
Şafiî mezhebi fıkıh âlimi İbn-i Kavvâm (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin talebelerinden Ali bin Saîd Zûreyzir şöyle anlatır: Hocam’ın
yanında idim. Denildi ki: "Evliyâ, seni huzûruna getiren, ondan ayrı olduğun
zaman koruyan, ahlâkı ile senin ahlâkını, edebi ile senin edebini
güzelleştirendir."
Büyük velîlerden Ma'rûf-ı
Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyânın üç alâmeti
vardır: Düşüncesi Hak ola, işleyeceği işi Hak ile işleye, meşgûliyeti dâima Hak
ile ola."
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine evliyâ kimdir?
denilince; “Allahü teâlânın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olan kimsedir.”
buyurdular.
Horasan’da yetişen evliyânın
meşhûrlarından Muhammed bin Hâmid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “Evliyâ olan zâtlar, evliyâlıklarını dâima gizlerler,
söylemezler. Fakat onların hâlleri ve davranışları, evliyâ olduklarını gösterir.
Evliyâlık iddiasında bulunan kimseler, dilleriyle bunu söylerler. Fakat hâl ve
hareketleri, onların yalancı olduklarını ortaya çıkarır.”
Büyük velîlerden Pîr İlyâs
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Evliyânın alâmetleri nedir?" diye
sordular. O; "Velilerde üç alâmet vardır: Birincisi, bir söz söylemek îcâb etse,
nasîhat veren olur. İkincisi, mâlâyânî, boş şeylerle uğraşmaz ve fitne çıkaran
olmaz. Üçüncüsü, Kur'ân-ı kerîm okuduğunda dinleyenlerin kalpleri yumuşar."
buyurdular.
Anadolu'da yetişen ve
Anadolu'yu aydınlatan evliyânın meşhurlarından Sâfî Âmidî Bolevî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerine ait dergâhın hizmetini gören talebelerinden İbrâhim
Hilmi Bey, hocası için yazdığı menâkıbnâmede şöyle anlatmıştır: "Mustafa Sâfî
Efendi zâhir ilimlerinde derin âlim olduğu gibi, bâtın ilminde, tasavvuf ilminde
de çok yüksek derecelere ulaşmıştı. Zamânın en meşhur ve seçilmiş evliyâsından
idi. Vefât edeceği sırada şöyle buyurmuştur: "Bende ağzı kapalı bir sandık
vardır. Senelerce irşâd postunda oturdum, bu sandığın içindeki şeyleri kimse
benden sormadı. Kapağını açıp da göstereyim. Bunları anlatacak kâbiliyetli bir
kimse de bulamadım ki ona açayım. Sandık benimle gidiyor." buyurarak kendisinde
Allahü teâlânın ihsân ettiği yüksek mârifetler olduğuna işâret etmiştir.
Evliyânın üç alâmeti vardır: Evliyâ her işinde dâimâ Allahü teâlâ iledir. Yâni
her ne işle meşgûl olursa olsun, Allahü teâlâyı unutmaz. Her hususta Allahü
teâlâya sığınır, maksadı dâimâ Allah içindir. Evliyâ, Ehl-i sünnet îtikâdında
olup, İslâmiyete tam uyar.
Konya'nın büyük velîlerinden
Selâhaddîn Zerkûb (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şunu iyi
bilmek lâzımdır ki, Allahü teâlânın evliyâ kulları, insanlara ve diğer mahlûkâta
karşı büyük bir rahmet-i ilâhîdir. Çünkü onların mübârek vücûdlarının varlığı
sebebiyle, bütün mahlûkât, huzur ve büyük bir rahatlık içindedir. Gelen feyz ve
bereketler, yiyecek ve içecekler, rızıklar, hep o velîler sebebiyledir."
Büyük âlim ve velî Seyyid
Şerîf Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyânın
sûretleri, öldükten sonra da talebesine gözüküp feyz verirler. Fakat, bunları
görebilmek ve rûhlarından feyz alabilmek kolay değildir. Ehl-i sünnet îtikâdında
olmak, İslâmiyet’e uymak ve onları sevmek, saygılı olmak lâzımdır."
"Aklı olan, iyi düşünen bir
kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamağa çok yardım eder."
Osmanlı âlim ve velîlerinden
Sıbgatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın hallerini
anlatmak ve dinlemek husûsunda buyurdular ki: "Evliyânın menkıbelerini dinlemek,
muhabbeti artırır, Eshâb-ı kirâmın menkıbeleri îmânı kuvvetlendirir, günahları
mahveder."
Tâbiînin büyüklerinden, âlim
ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâya gönül
veren Allah'ın velî kullarını, dostlarını şöyle târif etti: "Evliyâullah, Allahü
teâlânın rızâsını, beğenmesini, nefslerinin arzu ve isteklerine tercih ederler.
Eğer nefslerinin arzu ve istekleri onları çok zorlarsa, onlar nefslerini,
Rablerinin rızâsı için, isteklerinden vaz geçmeye mecbur ederler. Böylece
seâdete erer ve Cehennem'den de necât (kurtuluş) bulurlar."
Kendilerine “Silsile-i aliyye”
denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın vefâtından sonra istifâde hakkında
buyurdular ki: "Kılıç kınından çıkmadıkça, (rûh, bedenden çıkmadıkça) kesmez."
Büyük velîlerden Yahyâ bin
Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Evliyâ, insanları
şeytanın elinden kurtaran zâttır.”
Asrındaki Mevleviyye yolu
büyüklerinden Yûsuf Sinâneddîn Sîneçâk (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri hakkında anlatılanları ve tasavvuftaki yüksek derecesini, zamânın
pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân Han, işitmişti. Sîneçâk Yûsuf Baba'yla sohbet
etmek ve ondan istifâde etmek üzere saraya dâvet etti. Fakat Sîneçâk Yûsuf Baba,
sultanlardan, devlet adamlarından ve dünyâ adamlarından uzak durmayı kendine
prensip edindiği için dâveti kabûl etmedi. İkinci ve üçüncü dâvetleri de kabul
etmeyince, Kânûnî Sultan Süleymân; "O gelmezse biz gideriz" deyip saltanat
kayığına bindi ve Sütlüce İskelesine yanaştı. Sîneçâk Yûsuf Baba'ya, Sultan sizi
ziyârete geliyor" diye haber verdiklerinde; "Söyleyin gelmesin!" buyurdu.
Etrafında bulunan talebeleri Şeyh'in sözlerine şaşıp; "Ne olur kabûl ediniz."
dercesine bakışlarıyla yalvardılar. Fakat Şeyh Sîneçâk Yûsuf Baba yine kabul
etmedi. Sultan, dergâhın kapısına kadar geldi. Talebeleri belki de Şeyh Efendi
son anda biraz yumuşar diye düşündüler. Sîneçâk Yûsuf Baba oturduğu yerden
kalktı, tatlı tatlı gülümsedikten sonra hiç bir şey olmamış gibi; "Pekâlâ o
gelirse biz gideriz." buyurdu. Derviş hücrelerinden birisine girdi, cübbesinin
geniş tarafını başına doğru çekip yere uzanıverdi. Pâdişâh ve berâberindekiler
dergâha girdiler. Sîneçâk Yûsuf Baba'yı yere uzanmış, cübbesini de yüzüne örtmüş
olarak görünce şaştılar. Yüzünü açıp baktıklarında vefât etmiş olduğunu
gördüler. Kânûnî Sultan Süleymân Han, bu olanlar üzerine Sîneçâk Yûsuf Baba'nın
dergâhından mahzûn ve üzüntülü olarak ayrıldı.
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile
ilgili olarak, Ebû Câfer şöyle anlatır: “Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin
yanındaydım. Eşyâların evliyâya itâatinden bahsediyordu. “Meselâ şu sandalyeye
odanın dört köşesini dön desem, döner ve eski yerine gelir.” buyurdu. Sonra
sandalyeye odanın dört köşesini dön dedi. Sandalye odanın dört köşesini döndü ve
eski yerine geldi. Orada bulunan bir genç ağlamaya başladı ve; “Allah!” diyerek
can verdi. Bana dönerek; “Ey Ebû Câfer, eğer bize itâat eden her şeyi size
gösterseydik, siz de bu genç gibi olurdunuz.” buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Adiyy bin Müsâfir
(rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Allahü teâlânın evliyâsı, yemek, içmek
ve uyku ile, başkasının hakkında konuşmakla, birisine vurmakla bu makâma
kavuşmadı. Ancak mücahede ve riyâzet çekmekle kavuştu. |