DÜNYA - 3
Hindistan'da yetişen büyük
velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) iyilik, lütuf,
ikrâm ve ihsân sâhibi, eli açık, cömert bir zât idi. Misâfiri çok sever, çok
ikrâmlarda bulunurdu. Onun zenginliği, fakirlerden ve zenginlerden bâzıları
arasında çeşitli dedi-kodulara yol açtı. Allah adamlarının hâllerini anlıyamıyan
bu zavallılar, o büyük zâtın mal toplamakla meşgûl olduğunu zannediyorlar;
"Bizim bildiğimiz evliyânın dünyâ ile alâkası olmaz. Bunun ise, bu kadar malı
var. Bu nasıl iştir." diyorlardı. Bunun gibi sözler, Behâeddîn hazretlerinin
kulağına gidince, insanların dünyâlık şeyler ile meşgûl olmasına üzülerek;
"Dünyânın tamâmının kıymeti nedir ki, bizde olan bir kısmının bir ehemmiyeti
olsun? Allahü teâlâ, Nisâ sûresi 77. âyet-i kerîmesinde sevgili Peygamberine
hitâb ederek meâlen; "De ki, dünyâ metâ'ı (menfaati ve ondan istifâde etme,
faydalanma) pek azdır (ve çabuk sona ericidir.)" buyuruyor. Yılan ile arkadaşlık
etmek, onun zehrini tanımayanlara zarardır. Ama zararını bilip iyi korunan için,
yılanın ne zararı olabilir. Bunun gibi, dünyâ malı, kendisine gönül verenler,
bunun zararını anlayamayanlar için elbette zararlıdır. Fakat, zararını iyi
anlayıp, kendisini koruyanlar, ona gönlünü kaptırmayanlarda dünyâlık
bulunmasının hiç zararı olmaz." buyururdu.
Irak'ta yetişen evliyâdan
Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Fakr hâli odur ki,
kalbden Allahü teâlâdan başka her şey ile olan bağ koparılmalı, dünyâ sevgileri
oraya girmemelidir. Böyle bir sevgisi varsa, silmeli, çünkü bu sevgi, birçok
meşgûliyyetler çıkarır. Evliyâlık yolunda bulunmaya mâni olan sebebler meydana
çıkarsa ve herhangi bir kimsenin kalbi, o maddî ve geçici mülklere bağlanırsa, o
kimse bu yolda bulunamaz. Kalpten, mülk sevgilerinin ayrılmış olduğunun alâmeti,
hiçbir hâlde kulda bir değişiklik olmamasıdır. Yâni bir kalpte dünyâ
muhabbetinin bulunup bulunmadığının alâmeti, bir şeyin olması ile olmaması
arasında fark bulunmamasıdır. Bu şeylerin varlığı veya yokluğu onda değişiklik
yapmamalıdır. Mülklerin varlığı onu şımartmamalı, yokluğu ise onu harekete
geçirmemelidir. Hal böyle olunca, hiçbir tehlikeli hâl ona tesir etmez. Hattâ
bunun hâli öyle olur ki, bir mülke sâhib ise, onun hâli, mülkü yok gibi olur.
Şâyet bir mülke sâhip değil ise, onun hâli, sanki dünyâya sâhipmiş gibi olur.
Görenler böyle hissederler. Böyle bir kimse, dünyâ ve âhirette kendisi için bir
makam görmez. Hâline bakar ve kendini bir şey görmeyen, bir talepte bulunmayan
kimseye benzetir. Kulun, Allahü teâlâya kavuşmak yolunda bulunması, yukarıda
bildirilen bu sıfatların hakîkatine vardıktan sonra başlar. İşte bu hâllerin
sâhipleri, yüksek derece ve makam sâhibidirler."
Mısır'da yetişen velîlerden
ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Bekrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Ey gaflet uykusuna dalmışlar! Artık uykudan uyanınız. Şimdi
uyuyacak zaman değildir. Ey kerîm olan Allahü teâlâdan yüz çevirenler! Siz
O'ndan yüz çevirip haddi aşıyorsunuz. Allahü teâlânın sayısız nîmetleri
içindesiniz. Dünyânın parasına, malına, mülküne kalbinizi bağlamayın. Bir gün
gelip, her şey yok olup, elinizden çıkacak. Ancak Allahü teâlâ ve O'nun sevdiği,
beğendiği ameller kalacaktır. Ovalara ve çöllere sığmayan orduları olan nerede o
azgın, taşkın Fir'avnlar? Nerede o gelmiş geçmiş krallar, hükümdarlar? Nerede
onların medhedicileri? Nerede onların siyah bayrakları ve sancakları? Nerede o
dünyânın doğusuna ve batısına sâhib olan İskender? Nerede ilim irfân sâhipleri?
Nerede vefâlı dostlar, kardeşler, yakınlar? Onların yaşadıkları yerleri gez gör
ve onlardan haber sor. Netîcede hepsinin öldükleri haberini alırsın. Ümmetlerden
nicesi toprak altında olup, kalbleri de hasret ile doludur. Onlar himâye, koruma
altında idi. Onlar ve yaşadıkları vakitler de ölüp gitti. Zaman, esef ederek
onlar için ağlamakta ve yaşlar dökmektedir. Dün onların hepsi evlerinde
yaşamakta idi. Bu gün ise, toprak altında kemik ve toz yığını hâlindedirler.
Dünyâ durdukça salât ve selâm, Muhammed aleyhisselâmın ve âlinin üzerine olsun.
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Kim Allahü
teâlâdan dünyâyı isterse, Allahü teâlâ da onun dünyâda uzun zaman kalmasını
ister."
Dünyâya gönül verenlere;
"Dünyâya tâlib olan insanlardan dünyâlık istemeye utanmıyor musun? Siz
dünyâlığı, dünyâyı yed-i kudretinde tutan Allahü teâlâdan isteyiniz." buyururdu.
Büyük velîlerden Bişr bin
Mansûr es-Süleymî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisini âhiretten alıkoyacak
işlerden uzak dururdu. Bu sebeble; "Ne zaman dünyâ işlerinden bir şey aklıma
gelse, bu beni âhireti hatırlamaktan alıkor." buyururdu.
Evliyânın büyüklerinden
Bündâr bin Hüseyin Şirâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki: "Dünyâ
sevgisi bir kalbe girdiği zaman, o kalbi Allahü teâlâya ibâdet etmekten
alıkoyar."
Tâbiînden ve evliyâdan olan
Câbir bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında İbn-i Sîrîn; "Câfer
bin Zeyd dünyâyı ve parayı sevmekten kurtulmuştu. Yâni dünyâya ve paraya hiç
kıymet vermezdi." buyurmuştur. Buyurdu ki: "Farz olan haccı yaptıktan sonra bir
fakire veya yetime az bir şey sadaka vermeyi, nâfile hac olan umre yapmaktan
daha çok severim."
Ehl-i beytten ve meşhûr
velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Allahü teâlâ, dünyâya emretti ki: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi
ol! Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!"
Hindistan evliyâsının
büyüklerinden Celâleddîn Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
Behâeddîn Zekeriyyâ'ya yazdığı bir mektubunda; "Allahü teâlâdan başka şeye gönül
bağlamak, dünyâya tapmak demektir." buyurdu.
Tâbiînin büyüklerinden, hadîs
âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ebüdderdâ
hazretleri'nin; "Allahü teâlâ bir kimseye sâdece yemek ve içmekden (yâni
dünyâlık şeylerden) nîmet verir de; başka nîmeti (âhiret nîmeti) vermezse, onun
fıkh ilmi az olur ve Allahü teâlânın azâbı o kimseyi yakalar." dediğini
bildirmektedir.
Endülüs, Mısır ve Filistin
taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: Dünyâ mezbelelik gibidir. Hiç bir kıymeti yoktur.
Bunun içindir ki, sâdık mümin, dünyânın ne sevgisi, ne buğzu ile uğraşmaz.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin tüccar bir talebesi vardı.
Bu talebe bir gün hastalandı. Hocası ziyâretine gitti. Talebesine; "Nasıl
hastalandınız?" diye sorduğunda, talebesi; "Teheccüd, gece namazı için
kalkmıştım. Abdest almaya hazırlanırken, sırtımda bir sıcaklık hissettim. Bu
sıcaklıkla birlikte, şiddetli bir acı da belirdi. Hummaya yakalandım." dedi.
Bunları dinleyen Ebû Ali Dekkâk; "Evlâdım! Başı ağrıyan bir kimsenin, ayağına
ilaç sürmesiyle hastalığı iyi olmaz. Senin birinci vazîfen, kalbinde bulunan
dünyâ sevgisini çıkarıp atmaktır. Birinciyi bırakıp başkasını yapmaya kalkarsan,
faydasına kavuşamazsın. Yapacağın bütün işleri izin alarak yaparsan, faydasına
kavuşursun." buyurdu.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nasîhat olarak buyurdular ki: "Bir kimse
dünyâya yönelirse, dünyâ meşgaleleri onun için âfettir."
Büyük velî, hadîs ve kırâat
âlimi Ebû Bekr bin İyâş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Gençliğimde biri bana, dünyâya köle olmaktan kendini kurtar, âhirete yönel,
dedi. Ben de ömrüm boyunca öyle yaptım."
"Dünyâ sevgisini kalbine
dolduran kişinin bir dirhem dünyâlığı kaybolunca gündüzü kararır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın
yarattığı şeylere dalıp avunmak, kula bir cezâdır. Dünyâyı ve dünyâyı sevenlere
yakın durmak, onlara güvenmek ise felâkettir."
Derin âlim ve büyük velî
Ebû Hamza Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir ara Rey şehrinde
bulunuyordu. Rey mescidinde ayağına sarmak üzere bir bez istedi. Birisi ona
kıymetli olan Mısır ipeği getirdi. O bu ipeği ayağına dolak yaptı. Ona; "Niçin
böyle yaptın. O pahalı şey dolak olur mu?" dediler. Buyurdu ki: "Ben yoluma
hıyânet etmem. Yâni dünyâya ve dünyâdaki kıymetli şeylere değer vermem. Dünyâdan
çekilmek lâzımdır. Yanında dünyânın bir kıymeti olsa tereyağından kıl çeker gibi
o şey seni tasavvuftan çeker dışarı bırakır. Sofîler dünyâya kıymet vermezler.
Bundan dolayı da gam yemezler. Eğer bütün dünyâyı derleyip toplayıp bir dervişin
ağzına koysan, o isrâf olmaz. İsrâf, Hak teâlânın rızâsının hilâfına, tersine
sarfettiğin şeydir. Hak teâlâ senin dünyânın terkini değil, gönlünden dünyâ
sevgisinin terkini ister. Yâni gönlünden dünyâ muhabbetini gidermek Hak teâlânın
indinde mûteberdir. Elinden dünyâyı çıkarıp tekrar ona dönmek değil. Dünyânın
hepsi bir kerpiç parçasıdır. Senin ondan nasîbin ancak bir toz kadardır."
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi
fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Kim dünyâyı (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyleri) istemekle meşgûl
olursa, Allahü teâlâ onu zillete mübtelâ kılar."
Bağdat'ta yetişen evliyânın
büyüklerinden Ebû Muhammed er-Râsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki; "Siz geçici dünyâ malını istiyorsunuz. Halbuki Allahü teâlâ
âhireti kazanmanızı diliyor." meâlindeki âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr etti:
"Dünyâyı isteyen kimseyi, Allahü teâlâ âhireti istemeye dâvet eder. Âhireti
isteyen kimseyi de, Allahü teâlâ yakınlığına dâvet eder."
Horasan bölgesinin büyük
velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) dünyâ sevgisiyle ilgili olarak: "Kalbinde zerre kadar dünyâ sevgisi
olan, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz."
"İki şeyi istersiniz, ama
bulamazsınız. Bunlar neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennet'te olur."
buyurdular.
Şam'da yetişen âlimlerin ve
evliyânın meşhurlarından Ebû Ubeyd el-Busrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin oğlu geçimini yağ satarak sağlardı. Bir gün babasına gelerek;
"Babacığım sermâyem olan birkaç testi yağım vardı. Dışarı çıkarken düşürüp
kırdım. Bütün sermâyem yok oldu." dedi. O da, rızkı verenin Allahü teâlâ
olduğunu, başka bir iş yapabileceğini ve yeni imkânların çıkabileceğini, bir de
dünyâya ve dünyâ malına düşkün olmamak gerektiğini işâret ederek; "Evlâdım, sen
de babanın sermâyesinden sermâye edin. Yemin ederim ki, babanın dünyâ ve
âhirette Allahü teâlâdan başka sermâyesi yoktur." buyurdular.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Ebü'l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini
sevenlerden Hâfız Abdülhakîm Dehlevî ticâretle uğraşıyordu. Ticâretinde zarar
etmişti. Bu durum ona mânen de zarar vermişti. Bir gün Ebü'l-Hayr dükkanın
önünden geçerken, içeri girdi. Hâfız Abdülhakîm'in omuzuna elini koydu. İltifât
göstererek; "Ey aziz! Niçin kendini perişan ediyorsun? Niçin keder, üzüntü ve
sabırsızlıkla vakitlerini geçiriyorsun. Allahü teâlâ sana mal, hanım,
çoluk-çocuk, sıhhat, şeref ve îtibâr gibi pekçok nîmet ihsân etmiş. Bunlar
içerisinde maldan bir kısmı zâyi olsa ne olur sanki? Şâyet Allahü teâlâ kalanını
da alırsa ne yapacaksın?" buyurdu. Bu sözler Hâfız Abdülhakîm'in kalbindeki
derde şifâ oldu. Kalbi şaşılacak derecede sükûnet ve huzur buldu, bütün mânevî
kirlerden ve bulaşıklardan temizlendi.
Anadolu'da yaşamış büyük
velîlerden Eşrefoğlu Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle
buyurdular: Ey müslümanlar! Dünyâ dedikleri bir hiçten ibârettir. Hiç olduğu
şuradan anlaşılıyor ki, sonucu hiçtir. Hiç olan dünyâya gönül veren, yolunda
ömrünü çürüten ve hiç olan şeyi isteyenler de bir hiçten ibâret kalacaklardır.
Amma hiçi hiç sayan âriftir.
Azîzim! Sen o sultanları
gözünün önüne getir ki, onlar dünyâya geldiler. Lâkin dünyâya îtibâr etmediler.
Dünyânın arkasına düşüp hırsla dünyâlık toplamaya çalışmadılar. Âhiret
amelleriyle meşgûl oldular. Onlar, bu dünyânın âhiret yolunun üzerinde bir yol
uğrağı olduğunu anladılar. Buna aldanmak olur mu? Yol tedârikinde bulunup
kâfileden ayrılmadılar. Bu dünyâya gönül verip aldanmadılar.
Azîz kardeşim! Temiz ve pak
erler ile aziz canları gör. Onlar bu dünyâya aldanmadılar. Allahü teâlâ
kendilerine ne verdi ise nefislerinden kestiler. Kendi nefislerine vermeyip
fakirlere dağıttılar. Açları doyurup, çıplakları giydirdiler. Muhtaçları arayıp
buldular. Kapılarına gelenleri mahrum etmediler. Darda kalanların gönüllerini
ferahlattılar, işlerini gördüler. Şu hadîs-i şerîfi kendilerine düstûr
edindiler: "Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahü teâlâ da
onun işini kolaylaştırır. Bir kimse, bir müslümanın sıkıntısını giderir, onu
sevindirirse, kıyâmet gününün en sıkıntılı zamanlarında Allahü teâlâ onu
sıkıntıdan kurtarır."
Akıllılar bu dünyâda şu üç
şey ile meşgul olurlar. Böylece onlar herkesin üzüldüğü gün, bayram ederler: 1)
Dünyâ seni terk etmeden sen dünyâyı terk edesin. 2) Her şeyden kurtulasın. 3)
Rabbinle buluşmadan, Rabbin senden râzı olsun. Bunlara riâyet eden kimse, Allahü
teâlâ ile görüşüp kabrine öyle gider.
Hindistan'da yetişen Çeştiyye
evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Maddî arzuları tatmin peşinde olma! Yoksa, arzu ateşi
daha çok alevlenir."
Yine buyurdu ki: "Dünyânın
aldatıcı güzelliklerinin ve süslerinin peşinde koşmayın. Bunlar, size sonunda
acı getirir."
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) dünyâdan ve dünyâ malından nefret
ederdi. Bu sebeple; "Dünyâ bütün her şeyiyle bana arz olunsa, hiç düşünmeden
rahat ve kolay bir şekilde dünyânın murdarlığına hükmederim." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Her kim
dünyâyı dost edinse, iki cihânın şerrini, kötülüğünü başına alır. Zîrâ iki
cihânın saâdeti dünyâyı sevmemekte, felâketi de dünyâyı sevip tapmaktadır."
Âlim ve evliyânın
büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
"Dünyâ; hükümdarlar için gelin, zâhidler için aynadır. Hükümdarlar onunla
güzelleşir, zâhidler ise âfetlerine bakarak ondan uzaklaşıp terk ederler."
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf
âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden
nasîhat isteyen bir kimseye: "Dünyâ için hiçbir şeye kızma." buyurdular.
Tefsîr, hadîs, târih ve
Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi, büyük velî İbn-i Cevzî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ arzuları olmayan kimsenin sultanlarla görüşmesinde
zarar yoktur."
"Dünyâ, Allahü teâlânın
evidir. sâhibinin izni olmadan bu evde tasarrufta bulunan hırsızdır."
Büyük velîlerden İbn-i
Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Halkın karşısındaki îtibar
ve mevkiini bir tarafa atıverenin, dünyâdan ve dünyâ ehlinden yüz çevirmesi
gâyet kolay olur."
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Dünyâdan ancak Allahü teâlânın takdir ettiği kadar ele geçer.
Ancak kulun sebeplere yapışıp, çalışması gerekir. Böyle yaparsa, emre uymuş
olur."
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Kâdı Muhammed Zâhid (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Dünyâya düşkün olmayanlarla, âhiret adamlarıyla oturmak, berâber bulunmak, çok
tesirli ve faydalıdır. Önce tesiri anlaşılmasa bile, doğan bir çocuğun her gün
yavaş yavaş büyüdüğü gibi, insan yavaş yavaş dünyâya düşkün olmaktan kurtulur.
Hindistan'da yetişen büyük
velîlerden Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Değersiz ve kıymetsiz dünyâ işlerine gönül vermek şöyle dursun,
bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle
dünyâlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu
yolda ilerlemeye mâni bilmelidir.
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarından
Mazhar-ı Cân-ı Cânân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ
mel'ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmayanlar da mel'ûndur.
Allahü teâlânın sevgisi ile dünyâ sevgisi bir araya gelmez. Allahü teâlânın
rızâsına kavuşmak için mâsivâyı yâni Allahü teâlâdan başka her şeyi ve bütün
maksatları terketmek lâzımdır."
En büyük velîlerden on iki
İmâmın beşincisi Muhammed Bâkır (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
buyurdular ki: "Dünyâ, uykuda gördüğün rüyâya benzer. Uyandığın zaman hiçbir şey
kalmamıştır."
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyâya
düşkün olan ve ona hırsla bağlananı kimse sevmez.”
“Bir kimse dünyâya düşkün
olmazsa, insanlar onu sever. Kalbinden dünyâ sevgisini çıkaran kimseyi ise
melekler sever.”
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Şenâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyâdan elime
geçenler, bana verilmiş özel bir mal değildir. Ben bu mallara, yoksulların da
ortak olduğunu görüyorum. Bunları, benden daha fakir kimseler varsa onlara
veririm. Zîrâ, bu rızıkları bana bu iş için veren Allahü teâlâdır. Beni bu hayır
işine memur eden, fakirlere yardımdan başka bir işle uğraştırmayan yüce Rabbime
hamd ve senâlar olsun.”
Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i
kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyâda yalnız üç şeye heves ettim: Sapıtmaya doğru
eğildiğim vakit beni doğrultacak, ikaz edip, yola getirecek bir arkadaşa; helâl
nafakaya; huzûr içinde cemâat ile namaz kılmaya.”
Tabiînden hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) ehil
olmadan, anlamadan veya dünya için yazı, kitap yazanların hâline acır ve bunlara
nasihat ederdi. Buyurdu ki: “Kıyâmet günü bir takım insanlar olacak; dünyâda
yazdıkları uygunsuz şeyler için; ne olurdu kalemlerimiz ateş olsaydı da
ellerimizi dokunduramaz ve yazamaz olsaydık derler.”
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâyı toplıyan bir kimsenin niyyeti, dînini
korumak, yakınlarına bakmak, ibâdet için kuvvet kazanmak değilse, onda hayır
yoktur."
Yine buyurdular ki: "Dünyâ
malını toplayıp da, her türlü fenalıkta bulunanlarda hayır yoktur."
Evliyânın büyüklerinden,
maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Dünyâyı iki defâ terketmek lâzımdır. Önce dünyânın her türlü
nîmetlerini terketmek. Sonra nîmetlere şükür için dünyâya dönmek ve dünyâ
hırsından uzak olmaktır."
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin kızkardeşi, bir gün
ziyârete gelip: "Eğer müsâade buyurursanız evinizi süpüreyim" dedi. Sırrî-yi
Sekatî hazretleri müsâade etmedi. Başka bir gün yine ziyâretine geldiğinde, bir
kocakarının Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin evini süpürdüğünü gördü. Bunun
üzerine: "Ey birâderim, ben senin hemşiren iken hâneni süpürmeme müsâade
etmedin. Şimdi süpürmek için ihtiyar bir kadın getirmişsin" dedi. Sırrî-yi
Sekatî hazretleri, hemşiresinin bu sözü üzerine tebessüm ederek buyurdu ki: "Ey
Hemşirem, o gördüğün acûze kadın dünyâdır. Allahü teâlâ, dînine hizmet edene,
dünyâyı hizmetçi eyler."
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse Allahü teâlânın
bütün emirlerini yerine getirip kalbinde az bir dünyâ sevgisi bulunsa, kıyâmet
günü herkesin huzûrunda; "Bakın bu filân oğlu filân kimsedir. Bu Allahü teâlânın
kendisine, sivrisineğin kanadı kadar kıymet vermediği dünyâya gönül verdi." diye
nidâ edilir. Bu hâlden dolayı öyle mahcûb olur ki, yüz etleri dökülecek gibi
olur."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse ibâdetlerini yapar, hep Allahü teâlâyı
hatırlarsa, dünyâ (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler) ondan uzaklaşır.
Allahü teâlâyı hatırlamaktan gâfil oldukça da dünyâ ona yaklaşır. İbâdetlerden
ve Allahü teâlâyı hatırlamaktan maksat, dünyâyı kendinden uzaklaştırmak içindir.
İnsanlar bir yerde toplanıp,
Allahü teâlâdan bahsettiklerinde, şeytan ve dünyâ oradan uzaklaşırlar. Şeytan
dünyâya der ki: "Bu insanların ne yaptığını görüyor musun?" Dünyâ; "Şimdi onlara
yaklaşma. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman, ben onları tek tek yakalar sana
teslim ederim." der."
Anadolu velîlerinin
büyüklerinden Keşanlı Süleymân Zâtî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
şiirinde dünyânın ve ona bağlananların hâlini şöle anlattı:
Bu dünyânın süslerine, aman aldanma ey gâfil!
Buna her kim gönül verse, geçer ömrü melâl üzre.
Bir dikkatli nazar etsen, bu dünyâ ehline cânım,
Kazanırlar para dâim, bunlar cenk ü cidâl üzre,
Bu dünyâya neler geldi, ben diyenler göçüp gitti,
Bilmeli, bu fâni mülkü, yarattı Hak zevâl üzre.
Kaçarsan arkandan gelir, kovalarsan yetişemezsin,
Ki, dünyâ gölgeye benzer, denildi bu misâl üzre.
Akıllı olan bir kişi, gönül vermez bu dünyâya,
Düşkün olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre.
Bir kalb dünyâya bağlansa, ibâdet zevkini duymaz,
Onunçün Zâtî bu şi'ri getirdi hasbihâl üzre.
zamânın kıymetini bilmek husûsunda buyurdu ki:
Geçirme ömrünü mümin, sakın ki, kîl ü kâl üzre!
Sözün mânâsını anla, ne yürürsün hayâl üzre?
Konya'ya gelen büyük
velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
buyurdular ki: "Dünyâ, insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına
uydurur. Netîcede Cehennem'e götürür."
DÜNYÂ GÖLGE GİBİDİR
Şumeyt ibni Aclân ki, Tâbiîn-i izâmdan,
Pek fazla korkuyordu, Allahü teâlâdan.
Derdi ki: "Ey dünyânın, peşi sıra koşanlar!
Siz ona koşsanız da, dünyâ hep sizden kaçar.
Dünyâ gölge gibidir, önünüzden gider hep,
Gölgesine yetişen, bir kimse var mı acep?
Eğer ki yüz çevirip, kaçsaydınız siz ondan,
Bu sefer de o sizin, koşardı arkanızdan.
Dünyâ çok vefâsızdır, bir üzüntü, bir sevinç,
Böyle bir yalancıya, insan aldanır mı hiç?
Ey insan, bilir misin, dünyâ denen şey nedir?
Dünyâ seni Allah'tan, alıkoyan şeylerdir.
Kadın, çocuk, mal, mevkî ve makam düşüncesi,
Eğer böyle iseler, dünyâdır her birisi.
Unutturmuyor ise, Allah'ı bunlar eğer,
Dünyâ denmez bunlara, hepsi de nîmettirler.
Buyurdu: "Ey insanlar, biliniz ki pek âlâ,
Sizi, âhiret için, yarattı Hak teâlâ.
Böyle iken bir mümin, bırakıp âhireti,
Dünyâya sarılırsa, ne olur âkıbeti?
Hâlbuki dünyâ fânî, ebedîdir âhiret,
Öyleyse ebedîyi, bu fânîye tercîh et!
Bak ömrün azalıyor, ölüme gidiyorsun,
Hazırlığın bile yok, niçin üzülmüyorsun?
Şuna çok şaşarım ki, vardır bâzı kişiler,
Âhiretin ebedî, olduğunu bilirler,
Lâkin yaşayışları, uymaz inançlarına
Koşarlar bir hırs ile dünyâ kazançlarına.
Hem de kötü bilmezler, onlar bu bozuk hâli,
Yaşarlar gaflet ile, uyur-gezer misâli.
Kendisi az konuşur, az uyur ve az yerdi,
Sâir insanlara da, bunu tembîh ederdi.
Derdi: "Ey Âdem oğlu, sus ki felah bulasın,
Zîrâ çok konuşmakla, bir yere varamazsın."
Bir gün oturuyordu, oğlu ile bir yerde,
Eğlenen bir cemâat, gördü biraz ilerde.
Buyurdu ki: "Evlâdım, şunların hâline bak,
Bir kaç yıl sonra hepsi, kabirlerde olacak.
Bu müthiş hakîkati, onlar da biliyorlar,
Buna rağmen nasıl da, böyle eğleniyorlar?
Zîrâ buyuruyor ki Peygamber efendimiz:
"Lezzetlere son veren, ölümü yâd ediniz."
Yine bir hadîsinde, buyurdu: "Ey insanlar,
Sizin bildiğinizi, bilse idi hayvanlar,
Aslâ bulamazdınız, yemeğe, bir lokma et,
Zîrâ kederlerinden, ölürdü hepsi elbet."
Buyurdu: "Ey insanlar, gelin, gaflet etmeyin,
Tövbe ve istiğfârı, bir an geciktirmeyin!
Sonra tövbe ederim, derseniz bu gün şâyet,
Yârın pişmanlığınız, çetin olur be gâyet.
Zîrâ buyurmuştur ki, Peygamber efendimiz:
"Yârın yaparım diyen, helâk oldu biliniz."
Aklı olan, dünyâda, henüz ecel gelmeden,
Ölüm ve âhirete, hazırlanır önceden
Bilir ki dünyâ fânî, ebedîdir âhiret,
Âhiret günü için, gösterir sa'y-ü gayret."
Tâbiînin büyüklerinden, oniki
İmâm’ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin’in oğlu olan İmâm-ı Zeynelâbidîn (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “Allahü teâlânın bütün yaratıklarını
gözleri ile müşâhede ettikleri halde, öyle kimseler vardır ki Allahü teâlânın
varlığı ile birliği hakkında şüpheye düşerler. Yoktan nasıl var edildiklerini
gözleri ile gören pekçok insan var ki ölümden sonraki dirilmeyi inkâr ediyor.
Bunlar gelip geçici dünyâya emek verip, ebedî olan âhireti unuturlar. Ben
bunların bu hallerine çok şaşarım!”
Hindistan âlim ve
velîlerinden Ziyâüddîn Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır:
Büyüklerden birine; “Dünyâ neye benzer?” dediler. “Dünyâ, benzeri olmaktan daha
aşağıdır” buyurdu.
Ziyâüddîn Nahşebî hazretleri
yine şöyle anlatır: Bir gün dünyâ ehli zengin birisi, bir dervişin evinden su
istedi. Ona tatsız, ılık bir su verdiler. “Bu su, sıcak tatsızdır” dedi. O
derviş; “Ey efendi, biz zindandayız. Zindanda olan iyi su içmez” dedi. Yahyâ bin
Muâz-ı Râzî’yi öldükten sonra rüyâda gördüler. “Yüksek âlemde sana ne yaptılar?”
diye sordular. Buyurdu ki: “Dünyâdan ne getirdin?” dediler. “Zindandan
geliyorum; zindandan ne getirilir?” dedim.
Konya'nın büyük velîlerinden
Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Acem
diyârından bir derviş birçok yerler dolaşıp birçok kimseler görüp Konya'ya
gelmiş ve Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına misâfir olmuştu. Sadreddîn-i
Konevî hazretlerinin mal ve mülkünü, hizmetçilerinin çokluğunu görünce, içinden;
"Keşke bu kişinin bu malları kendisine ayak bağı olmasaydı da hak yolda
bulunaydı. Keşke Acem diyârına bir gidip de oradaki evliyâ ile münâsebeti
olsaydı. Kendisi için bu ne iyi olurdu." diye geçirdi. Bir zaman sonra bu
düşüncesini Sadreddîn-i Konevî hazretlerine açtı ve; "Ey Efendi! Siz bir Acem
diyârına gitseniz oradaki âlim ve velîlerle görüşseniz bu dünyâya bağlılığı terk
edip cenâb-ı Hakk'a kavuşursunuz." dedi. Sadreddîn-i Konevî hazretleri dervişin
bu sözleri üzerine; "Ey derviş! Pekâlâ, bu dediklerini kabûl ettim. Gel
gidelim." buyurdu ve birlikte Acem diyârına doğru yola çıktılar. On beş gün
kadar yol gittikten sonra derviş, hırkasını Konya'da unuttuğunu hatırlayıp, aklı
başından gitti ve yüzü üzerine yere düştü. Sadreddîn-i Konevî hazretleri
dervişin yüzüne su serpip ayılttı. Derviş; "Ey arkadaşım! Ben dergâhınızda
abdest almak için hırkamı çıkarmıştım. Onu unutmuşum. Şimdi hatırıma geldi de
ondan fenâlaştım." dedi. Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî hazretleri ona
tebessüm edip; "Ey Acem dervişi! Dünyâ sevgisi bütün günâhların başıdır. Biz
bunca mal ve mülkü hizmetçileri geride bıraktık. Lâkin birisi hatırımıza
gelmedi. Sen ise iki paralık hırkanı terk ettiğinde aklın başından gitti."
buyurdu. Sonra o dervişi yolda bırakıp Konya'ya döndüler.
İstanbul’da yetişen büyük
velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Efendinin dünyâya
hiç rağbet etmediğine dâir bir kasidesindeki beytler şöyledir:
Fakr ile fahra (övünmeye) vâris olduk
Zenginliğin son derecesine mâlikiz biz
Fâniyi (gelip geçeni) bekâya verdik elhak
Bâkî'de bekâya mâlikiz biz.
Anadolu'da yetişen evliyâdan
Açıkbaş Mahmûd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) şiirlerinde daha çok
dünyânın fâni ve kendisinin de garîb olduğunu anlatır.
Bu âlem-i fânîde ne mîrim ne emîrim
Üftâde-i vâdi-i fenâ merd-i hakîrim.
El-minnetü lillah ki olup cân ile bende
Meydan ımuhabbette nazar kerde pîrim.
.
Bâriye şükür mâlik-i gencîne-i râzım
Yok sîm ü zerim gerçi bu dünyâda fakirim.
beyitleri buna örnektir.
ÂKİL İSEN
Bir teferrüç eyledim bakdım cihânın yüzüne
Her neye baktım ise ibret göründü gözüme
Âkil isen can kulağın aç, nazar kıl sözüme
Bir değirmendir bu dünyâ, öğüdür bir gün bizi
Câhidî geç bu hayâlden, bakma dünyâ mâlına
Zehr olur her kim sunarsa elin anın balına
Âkil isen kıl seyâhat, git Resûlün yoluna
Bir değirmendir bu dünyâ,
öğüdür bir gün bizi. |