DUÂ – İBÂDET – TÂAT
- 1
Tâbiîn devrinde Kûfe'de
yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Duâ yapılırken, mânevî bir zevk veriyorsa, kabul
olacak demektir."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Muhammed Huccetullah Nakşibend (rahmetullahi teâlâ
aleyh) yazdıkları mektuplarından birinde buyurdular ki: "Allahü teâlâya hamd
olsun. Seçtiği kullara selâm olsun. Mektubunuzla şereflendik. İkrâmlarınız da
geldi. Duâ etmemize sebeb oldu. Hadîs-i şerîfde; "Duâ kapılarının kendisine
açıldığı kimseye (yâni duâ nasib olan kimseye) kabûl kapıları ve Cennet, yâhut
rahmet kapıları da açılır" buyruldu. O hâlde duâda kusur etmemelidir. Kapalı
kapıları duâ anahtarı ile açmalıdır. İhtiyaçlarını Allahü teâlâdan yalvararak ve
O'na sığınarak istemeli, âhiret kurtuluşunu onlarda görmelidir.
Hadîs-i şerîfde buyruldu ki:
"Duâ müminin silâhıdır, dînin direğidir. Göklerin ve yerin nûrudur. Herşeyi Hak
teâlâdan istemelidir. Ayakkabının bağı, yemeğin tuzu bile olsa."
Duânın kabûl olması için
olan şart ve edebler: Yemekte ve giymekte haramdan sakınmak, Allah'a karşı
ihlâslı olmak. Duâdan önce namaz veya benzeri sâlih bir amel işlemek, abdestli
olmak, temiz olmak, kıbleye karşı diz çöküp oturmak, duâ ederken Allahü teâlâya
hamdü senâ etmek, Resûlullah efendimize salevât-ı şerîfe getirmek, iki elini
uzatıp, omuzları hizâsına kaldırmak, elinde eldiven olmamak, isterken Allahü
teâlânın isimleri ve sıfatları ile istemek, meselâ; yâ Rabb-el-âlemîn, yâ Ekram-el-ekramîn,
yâ Erhamerrâhimîn... gibi. Avuç içleri açık olmak, edeb üzere bulunmak, hudû' ve
huşû' hâlinde olmak. Kendini eksik, kusurlu, zavallı ve kırık bilmektir.
Duânın kabûl zamanları ise;
Kadr gecesi, Arefe günü, Ramazân-ı şerîf ayı, Cumâ günü, gecenin ilk üçte biri,
gece yarısından sonra, gecenin son üçte biri, gecenin ortası ve seher
vakitleridir. Bunlardan en önemlisi Cumâ saatidir.
Ezân okunurken onu dinleyip
yapılan duâ kabûl olunur. Secdede, Kur'ân-ı kerîm okuduktan sonra, Kur'ân-ı
kerîmin hatminde (bilhassa hatmi okuyanın duâsı makbûldür), Zemzem suyu içerken,
ölünün yanında, kuş öterken, sohbet meclislerinde, yağmur yağarken, Kâbe'yi
gördüğü zaman, iki mübârek Allah lafzı arası duâ kabûl yerleridir. Oturduğu
yerin de temiz olması lâzımdır. Kâbe'yi tavâf ederken, Hacer-i esved ile
Kâbe'nin kapısı arası olan Mültezem'in yanı, Altın oluğun altı ve Zemzem kuyusu
yanı, Safâ ve Merve tepeleri, Sa'y edilen yerler, Safâ ile Merve arasında gidip
gelirken, Arafat'la Minâ arasında bulunan Müzdelife, Arafat, Minâ, taş atmaya
gelirken ve taş atarken, haccın menâsikinde, Resûlullah'ın mübârek Ravdasının
yanında da duâlar müstecâbdır, makbûldür. Fâcir ve fâsık olsa da, mazlûmun duâsı
makbûldür. Babanın, âdil pâdişâhın, sâlih ve velîlerin duâları müstecâbdır.
Allahü teâlâya duâ ederken,
peygamberlerini ve sâlih kullarını da vesîle etmelidir. Duâ ederken sesini
yükseltmemeli, kendisinin günahkâr, kusurlu olduğunu îtirâf etmeli, samîmî kalb
ile, ciddî olarak, isteyerek ve gönül huzûru ile duâ etmelidir. Ettiği duânın
mânâsını bilmelidir. Yakınındakilere, yâni komşularına da duâ etmelidir. Duâyı
tekrar tekrar etmeli, duâ ederken ve dinlerken sık sık âmîn demelidir. Olmayacak
şey için duâ etmemelidir. Duâdan sonra iki elini yüzüne sürmelidir. Duânın
kabûlünde acele etmemelidir. Duâ ettim, kabûl edilmedi dememelidir. Sonra kabûl
edilebilir. Yâhut kabûlü bir şeye bağlanır. Yâhut bir belâyı gidermiş olur. Bu
sayılanlar duânın kabûl kısımlarıdır.
Çocukların da ana-babasına
duâları, misâfirin duâsı, oruçlunun iftâr vaktindeki duâsı, müslümanın müslümana
gıyâbında, yâni arkasından yaptığı duâ makbûldür. Allahü teâlânın İsm-i âzamı
ile yapılan duâ kabûl olunur. Bu şekilde duâ edenin duâsını, Allahü teâlâ ânında
kabûl eder. Bu da, enbiyâ sûresi 87. âyet-i kerîmesinin; "Lâ ilâhe illâ ente
sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn" kısmıdır. Bu hususta başka diyenler de
olmuştur. Ama burada bu kadar yazmak yetişir.
Yâ Râbbî! Duâlarımızı kabûl
eyle. Sen her şeyi işitirsin, bilirsin.
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden bir kimse duâ
istediğinde şöyle duâ ederdi: "Allahü teâlâ senin kalbini dağınık etmesin. Seni,
kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın. Kendisine kavuşturan şeylere
kavuştursun. Seni mâsivâdan (kendisinden başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle
meşgul eylesin. Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin.
Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, kendi rızâsını koysun.
Seni kendisine ulaştıran yola kavuştursun."
Kendisine gelip duâ talep
edenlere Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri şöyle duâda bulunurdu: "Cenâb-ı Hak,
kendisine kavuşturan şeyleri yapmayı nasib etsin! Cenâb-ı Hak zenginliğini
kalbine koysun! Seni bütün kötülüklerden alıp, kendisiyle meşgûl kılsın! Sana
büyük edep ihsân etsin! Kalbinden râzı olmayacağı şeyi çıkarıp rızâsını koysun.
Seni kendine varan en güzel ve doğru yola iletsin."
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri
her zaman şöyle duâ ederdi: "Allah'ım sana dâimâ ve büyüklüğüne lâyık bir hamdle
hamd olsun. Resûlullah efendimize, Ehl-i beytine, Eshâbına, O'nun yardımcılarına
hayır duâlar olsun.
Yâ Rabbî! Yerde ve gökte
sana itâat edenlere merhamet eyle. Ey kerîm olan Allah'ım! Lütuf ve keremin
hürmetine bütün günahlarımızı, hatâ ve kusurlarımızı affeyle. Yaptığımız zulüm
ve haksızlıklar sebebiyle olan kul borçlarından bizi kurtar. Kereminle
eğriliklerimizi düzelt. Kötülüklerimizi iyiliğe tebdîl eyle.
Ey dilediğini yok ve var
eden Allah'ım! Kalan ömrümüzde bizi kötülüklerden koru. Râzı olmadığın,
beğenmediğin şeyleri bize çirkin göster, beğendiklerini sevdir. Bizlere râzı
olduğun işleri yapmayı nasîb eyle. Vefâtımıza kadar bu hâlimizi dâim eyle.
İrâdelerimizi bu hususta kuvvetlendir, niyetlerimizi sağlamlaştır. Bunlar için
kalbimizi ıslâh eyle. Uzuvlarımızı bu işlere sevkeyle. Bizi muvaffak kıl ve
işlerimizde yardım eyle.
Yâ Rabbî! Bize senden
utanmayı, beğendiğin her söze koşmayı ihsân eyle. Seçtiklerine, sevdiklerine
nasîb ettiğin, beğendiğin işleri yapma ve seni devamlı anma hâlini, sırf senin
için yapılan amellerin en güzelini yapmayı ömrümüzün sonuna kadar devâm etmeyi
nasîb eyle. Ölümümüzü iyi eyle. Ölümü bize ikram, ihsân, sana yakınlık ve sevinç
eyle; pişmanlık ve üzüntü eyleme. Kabirlerimize neşe ve sevinç ile girmek nasîb
eyle. Kabirlerimizi Cennet bahçeleri ve rahmetinin indiği yerler eyle. Orada
bizi korkudan emin eyle. Dirilteceğin güne kadar bizi emin ve kalpleri huzurlu
olanlardan eyle.
Ey mahlûkâtı, geleceğinden
şüphe olmayan günde toplayacak olan Allah'ım! Bizim o günden aslâ şüphemiz
yoktur. O günün korkularından emin kıl ve sıkıntılarından kurtar. O günün büyük
sıkıntısını bizden kaldır. Bizi Muhammed aleyhisselâmın yanında bulunanların
arasına kat. Allah'ım! Hesâbımızı kolay eyle. Lütfunla kereminle muâmele eyle.
Bize amel defterimizi sağ tarafımızdan ver. Sıratı çabuk geçen ve gıbta
edilenlerden eyle. Tartı gününde sevâbımızı ağır kıl. Cehennem'in sesini bize
işittirme. Cehennem'den ve Cehennem'e yaklaştıracak işlerden ve sözlerden
kurtar. Lütuf ve kereminle bizi Cennet'te kendilerine ihsânda bulunduğun
peygamber, sıddıklar, şehîdler ve sâlihler ile berâber eyle. Onlarla arkadaş
olmak ne güzel.
Yâ Rabbî! Orada bizi,
babalarımız, annelerimiz, yakınlarımız ve çoluk çocuğumuzla en güzel bir hâlde
berâber bulundur. Dünyâda iken bizimle ülfetleri, yakınlıkları olanları da bize
kat. Onları umduklarına kavuştur. Dilediklerinden fazlasını ver. Dünyâdan îmânla
ayrılan bütün mümin erkek ve kadınlara rahmetinle muâmele eyle. Onlardan hayatta
olanların günahlarını affeyle, tövbelerini kabûl eyle. Zulüm ve haksızlığa
uğrayanlara yardım et. Hastalarına şifâ ver. Bize ve onlara nasûh tövbe etmek
nasîb et. Çünkü sen, çok ihsân sâhibisin ve her şeye kâdirsin.
Yâ Rabbî! Senin yolunda
cihâd edenlere yardım eyle. Hem idâreciyi hem de idâre edileni ıslâh eyle.
Müslümanların işlerini üzerine alanlara, müslümanlara karşı şefkat ve merhamet
nasîb et.
Yâ Rabbî! Sözlerimi
birleştir. Bizden fitneyi gider. Belâlardan kurtar. Bize müslümanlar arasında
ihtilaf gösterme. Bizleri sana yaklaştıran şeylerde birleştir.
Yâ Rabbî! Bizi aziz kıl,
zelîl kılma. Bizi, senin rızâna götüren dünyâ ve âhiret işlerinde birleştir. Bu
ancak senin yardımınla olur.
Yâ Rabbî! Bize, senden
korkmayı, sana tâzim ve hürmeti, sevdiklerine lütfettiğin mârifet ve nîmetlerini
bize ihsân ve bunları devamlı eyle.
Yâ Rabbî! Bedenlerimize,
bütün kardeşlerimize, bizden sonra gelecek çoluk çocuğumuza, yakınlarımıza,
sıhhat ve âfiyet ihsân eyle. Bu âfiyeti diğer bütün mümin erkek ve kadınlara da
ver."
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-İ Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir ara
talebelerinin önde gelenlerinden Sirâceddîn'i yanına çağırdı ve ona bir duâ
öğretti. Bunu hoş ve sıkıntılı zamanlarda okumasını tenbih etti: "Yâ Rabbî! Beni
sana ulaştırmaya vesîle olan Mevlânâ'ya hasret çekiyorum. Sana vesîle olan
sağlığı, sıhhati seni bol bol tesbîh etmek, anmak için istiyorum. Yâ Rabbî!
Bana, ne senin zikrini unutturacak, sana olan şevkimi söndürecek, seni tesbih
ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık, ne de beni azdıracak, şer ve
kötülüğümü arttıracak bir sıhhat ver. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi,
merhametinle bu duâmı kabûl et."
Mevlânâ hazretleri
gece-gündüz cenâb-ı Hakk'a niyâz eder yalvarırdı: "Yâ Rabbî! Bizim hâlimize
bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânına göre bize muâmele eyle.
Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla
hidâyet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden
sarf eyle, çevir ve değiştir.
Ey affı çok olan, günahları
örten Rabbim! O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azâb etme.
Yâ Rabbî! Biz nefis ile
şeytana köpek gibi tâbi olduksa da sen, azab arslanını bize saldırtma.
Ey Hayy, ebedî diri olan
Rabbim! Taleb ve duâ üzerine nasıl olur da kerem etmezsin. Sen kerem sâhibisin.
Ey mahlûkâtın, yaratıkların,
canlıların ihtiyâcını gideren Rabbim! Sen varken hiç bir kimseyi hatırlamak ve
ondan bir şey ummak lâyık değildir.
Yâ Rabbî! Rûhumda bir ilim
katresi var. İlâhî onu hevâ rüzgarıyla ten toprağından muhâfaza eyle.
Ey ihsânı çok olan Rabbim!
Cefâ içinde geçip giden ömre merhamet et.
Ey affetmeyi seven Rabbim!
Bizi affeyle. İsyân derdimize çâre eyle.
Ey yardım isteyenlerin
yardımcısı! Bizi hidâyete çıkar.
Yâ Rabbî! Duâ ve
yakarışlarımızda sana lâyık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatâlarda
bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslâh et ve duâmızı kabul buyur. Çünkü sözlerin
hâkimi ve sultanı ancak sensin.
Ey âlemin yaratıcısı!
Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdetâ taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi
yumuşat, feryâdımızı, âh u vâhımızı, hoş eyle ki rahmetini celbetsin, çeksin.
Bizi köle gibi kullanan bu
serkeş nefisten bizi satın al. O nefis bıçağı kemiğe dayandı (zulmü canımıza
yetti).
Yâ Rabbî! Sana ne arz
edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin."
Fas'ta yetişen velîlerden ve
hâdîs âlimi Muhammed Cezûlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin
Delâil-ül-Hayrât isimli eserinde toplanmış olan salevât-ı şerîfelerden bâzıları
şunlardır: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ
salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ
bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ
Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli
Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ
Muhammedin-in-nebiyy-il-ümmiyyi ve alâ âli Muhammed."
"Allahümme salli alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme
inneke hamîdün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ
bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve
terahham alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ terahhamte alâ İbrâhîme ve
alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve tehannen alâ Muhammedin ve
alâ âli Muhammedin kemâ tehannente alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke
hamîdün mecîd. Allahümme ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ
sellemte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme bârik alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ
Muhammedin ve alâ âlihi ve eshâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve zürriyyetihî ve
ehl-i beytihî ve eshârihî ve ensârihî ve eşyâihî ve muhibbihî ve ümmetihî ve
aleynâ maahüm ecmaîne yâ erhamerrâhimîn."
"Allahümme salli alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve alâ ehl-i beytihî."
Endülüs, Mısır ve Filistin
taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri şöyle anlatır: "Bir gün Abdullah el-Muâvirî'ye gittim.
Bana; "Ey şerîf! Başın darda kaldığı zaman, yapacak olduğun bir duâ öğreteyim
mi?" diye sordu. Ben de; "Evet." dedim. Bunun üzerine şu duâyı öğretti: "Yâ
Vâhid, yâ Ehad, yâ Vâcid, yâ Cevâd, İnfehnâ minke bi nefhati hayrin inneke alâ
külli şey'in kadîr..." Abdullah el-Muâvirî bu duâyı bana öğretmek için okuduktan
sonra başım hiç darda kalmadı, rızkım çoğaldı."
Ebû Abdullah bin Es'ad, Ebû
Abdullah Kureşî'nin şöyle anlattığını, nakletti: Bana hocam Ebü'r-Rebî bir gün
şöyle dedi: "Sana bitmek tükenmek bilmeyen bir hazîne öğreteyim mi?" Ben de;
"Evet." deyince, Ebü'r-Rebî bana; "Şu duâyı devamlı oku." dedi.
Okumamı istediği duâ şöyle
idi: "Yâ Allah, yâ Vâhid, yâ Mûcid, yâ Cevâd, yâ Bâsit, yâ Kerîm, yâ Vehhâb, yâ
Ze't-Tavl, yâ Ganî, yâ Mugnî, yâ Fettâh, yâ Razzâk, yâ Alîm, yâ Hayy, yâ Kayyûm,
yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Bedîassemâvâti vel-ard, yâ Ze'l-celâli vel ikrâm... Yâ
Hannân, yâ Mennân infehnî minke bi nafhat-i hayrin tugnînî bihâ ammen sivâk...
in testeftihü fekad câekümü'l-feth... İnnâ fetehnâleke fethan mübînâ... Nasrun
minellahi ve fethun karîb... Allahümme yâ Ganî, yâ Hamîd, yâ Mubdî, yâ Muîd, yâ
Vedûd, yâ ze'l-arşil-Mecîd, yâ Fe'âlen limâ yürîd, ikfinî bihelâlike an harâmike
ve agninî bi fadlike ammen sivâke ihfaznî bimâ hafizte bihizzikr... Vensurnî
bimâ nasarte bihirrusül... İnneke alâ küllî şey'in kadîr..." Sonra bana şöyle
dedi. "Her kim bu duâyı namazlardan özellikle Cumâ namazından sonra okursa,
Allahü teâlâ onu her türlü kötülükten muhâfaza eder. Düşmanlarına karşı muzaffer
kılar, ona ummadığı yerlerden rızıklar verir, geçimini kolaylaştırır. Borcu
dağlar kadar büyük ve kabarık olsa dahi, Allahü teâlânın lütfu keremi ve inâyeti
ile öder."
Mısır'ın büyük velîlerinden
Ebüssü'ûd Ebü'l-Aşâir el-Bâzinî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin dostlarından birisine yazdığı uzun bir mektubunun tercümesi
şöyledir: "Ey kardeşim! Allahü teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi, senin
üzerine olsun! Ey dostum, benden sana duâ etmemi istemişsin. Evet, doğru ve
haklı bir istek! Fakat bu kulun, duâsı kabûl olmaktan yana ümîdi azdır. Fakat
böyle olsa da, arzunuza uyarak duâ etmem gerekiyor.
Ey kardeşim! Allahü teâlâ,
kendi zikrini sana ilhâm etsin. Nîmetlerine karşı şükretmeni nasîb eylesin.
Senin kalbine, O'nun kaderine karşı râzı olmayı yerleştirsin. Seni, yardımından
ve sevgisinden mahrum bırakmasın. Nefsinin kötülüklerine karşı, senin vekîlin
olsun. Yarattıklarından herhangi birine seni muhtaç bırakmasın. Seni, sözünde ve
işinde doğru olanlardan ve ahdine vefâ gösterenlerden eylesin. Allahü teâlâ
seni, zâtını sadâkat ve edeb ile taleb edenlerden eylesin. Resûlünü de tasdîk
edip, sünnetine uymak isteyenlerden yapsın. İyi amelleri işleyerek, herkesin
eziyetine katlanıp kimseye eziyet etmeden âhireti taleb edenlerle birlikte
bulundursun. Senin için cenâb-ı Hak'tan dileğim, seni dâimâ zikri ile meşgûl
eylemesidir. Kalbinde kendi korkusunu bulundurup titreyenlerden eylesin. İhlâs
sâhibi olup, kendi rızâsını düşünerek amel edenlerden kılsın. Zâtının birliğini
tasdîk edenlerden eylesin. Hak teâlâyı nefslerine üstün ve vazifelerini,
nefsinin haklarından önde tutanlardan eylesin. Çünkü böyle kimseler, kalblerini
kin, hased ve her türlü kötü huylardan temizlemişlerdir. Onların kalblerinde,
Allah'tan başkasına yer yoktur. Onların, Rablerinden tek talebi, O'nun râzı
olduğu dîni üzere bulunmaktır. Bu kimseler, şahsî arzuları için herhangi birşey
tercih etmezler. Onlar, kendilerinin sebeb olduğu bir sıkıntıya kimsenin
düşmesini istemezler ve hiçbir şeyi kendilerine tahsis etmezler.
Rablerinden, başka şeyler
için istekte bulunmazlar. Ona kavuşmaktan başka şeye sevinmezler. Dünyâ olarak
kaybettiği hiçbir şeye üzülmezler. Sonra bu kimseler, bütün ümmet-i Muhammed'e
karşı şefkat ve merhamet doludurlar. Onlara dâimâ yumuşak davranırlar. Hiç
kimseyi incitmezler, kırmazlar. Onlar, bu ümmetten olan herkese nasîhat ederler.
Hiç kimseyi ayıplamazlar. Kendilerine bir şey sorulunca, sorana bildikleri
kadarını öğretirler ve hiç kınamazlar. Bir ayıbından ötürü kimseye kızmazlar.
Müslümanların ayıplarını dâimâ örtücüdürler. Bütün hareketlerinde ve
duruşlarında Allahü teâlânın emir ve yasaklarına tâbidirler. Dâimâ O'nun
rızâsını gözetirler. Bunların gazâba geldiği, öfkelendiği olursa, bu hal, kin ve
hasedlerinden değildir. Öfkelenmelerinde, kötü bir temennîleri, arzuları yoktur.
Nefslerinin hevâsına, arzusuna uymaksızın, sâdece Allahın rızâsını düşünerek
kızarlar. Bunlar, dîn-i İslâmın emrettiği şeyden başkasını kimseye emretmezler.
Güçleri yettiğince her işlerini emr-i ilâhiyyeye uygun yaparlar. Allah yolunda
bulunurlarken, kimsenin ayıplamasından korkmazlar. Öyle ki, bir zâlimin zulmünü
gördükleri zaman, Allah rızâsı için o zâlime ve yaptığı zulme kızarlar. Aslâ
zâlimin hatırını düşünüp ona tâzim ve hürmette bulunmazlar. Zâlimin mevkii ne
olursa olsun böyledir. Allahü teâlâdan, zâlimleri acze düşürüp zulüm
yapmamaları, bundan tövbe etmeleri ve tövbelerini kabûl buyurması için duâ ve
niyâzda bulunurlar. Bu büyük insanlar, Allahü teâlânın gönderdiği kitaba, (yâni
Kur'ân-ı kerîme) ve Peygamber efendimizin sözlerine uymayı tavsiye ve telkinde
bulunurlar. Onların dünyâya düşkünlükleri yoktur. Zühd ve takvâ üzeredirler.
Halka el açmazlar. Bütün varlıklarıyla Allah'a yönelmişlerdir. Onlar, ancak
Allahü teâlânın râzı olduğu ve güzel gördüğü şeylere bakarlar ve aslâ
nefslerinin hoşlandığı ve Rablerinin gazablandığı şeylere dönüp bakmazlar.
Allahü teâlâ, seni de bunların zümresine ilhâk buyursun!
Ey kardeşim! Allahü teâlâdan
dilerim ki, seni, râzı olmadığı, beğenmediği âdetleri, modayı terkedip, O'na
ibâdet ve tâatı muhâfaza edenlerden eylesin. Onlar nefslerini beğenmezler. Ondan
râzı olmazlar. Nefslerini, her yaptığı kendi aleyhine olan çok ahmak bir mahlûk
olarak bilirler ve ona tâbi olmazlar. Onların nefes alıp vermeleri de, her
şeyleri de Rableri içindir. Kendilerinde kin ve düşmanlık yoktur. Kimsenin
hakkını yemezler. Peygamber efendimizi çok severler, O'na tâbi olurlar. O'nun
akrabâsının, Ehl-i beytinin ve Eshâbının hepsine hürmet ederler ve hepsini çok
severler. Hepsini fazîletli bilirler. Geçmişteki büyük zâtların fazîleti ve
üstünlüklerini kabûl ederler. Onlar kendi arzularına ve heveslerine göre hareket
etmezler. Müslümanları bid'atlere, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan
hurâfelere sevketmezler. Dînin emirlerine riâyetsizlik etmezler. Allahü teâlâya,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân eden kimseye karşı
onların kalblerinde sû-i zân, müslümanlar hakkında kötü düşünmek yoktur.
Kalblerinde, sâdece şefkat ve merhamet vardır. Dünyanın süslü ve aldatıcı
şeylerinden hoşlanmazlar. Dünyânın, azîzini azîz, zenginini zengin, mülkünü
mülk, rahatını rahat saymazlar. Sıhhatte olan kimseyi de âfiyette saymazlar.
Bunlar için mühim olan; âhiret izzeti, âhiret zenginliği ve âhiret rahat ve
saâdetidir. Dünyâya dalmış olanlara da acırlar. Bir şeyin uygun olup olmadığını,
nefse uygun olması ile ölçmezler. Nefsin hakka, doğruya uymasına gayret ederler.
Onlar, rızıklarına Allahü teâlânın kefîl olduğunu bildikleri için, rızık
husûsunda endişe etmezler. Allahü teâlâdan başka hiçbir mahlûktan korkmazlar. Bu
güzel vasıfları hiç değişmez. Güzel ahlâk üzere bulunurlar. Her zaman nefslerine
muhâlefet ederler, onun hiçbir arzusunu yerine getirmezler. Allahü teâlâyı çok
sevdikleri gibi, insanlara da O'nu sevdirmeye, onların, Allahü teâlânın
nîmetlerini hatırlamalarına vesîle olmaya çalışırlar. Onlar, Allahü teâlâya
itâat üzere bulunurlar. O'nun sonsuz nîmetlerini îtiraf ederek, O'na
şükrederler. O'na ibâdetteki hatâlarından dolayı da kırıklık ve pişmanlık içinde
af ve magfiret dilerler. İnsanların mallarında hiç gözleri yoktur. Başkasının
mallarına ellerini uzatmazlar. Âzâları ile insanlara eziyet vermekten çok
uzaktırlar. Onlarla berâber bulunan müslümanlar çok rahat olurlar. Onlar
kötülüğe kötülükle mukâbelede bulunmazlar. Bilakis affederler ve üzerinde
durmazlar. Senin de bu güzel hasletlere sâhib olman için Allahü teâlâya duâ
ederim. Allahü teâlâ nasîb eylesin! Âmin (Allah'ım kabûl eyle.)"
Tâbiînin ve bu devirdeki
evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Gönlün ferah olup duânın makbûl olmasını istersen, şu beş şeyi
terk etme:
1) Dünyâya harîs olmayan,
her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle berâber ol.
2) Gece namazı kıl! Kazâya
kalmış namazlarını, geceleri de kazâ ederek bir an önce öde! Farz namazı kazâya
kalan kimsenin, sünnet ve nâfile namazları kabûl olmaz. Yâni sahîh olsa da sevap
verilmez. Âlimlerimiz buyuruyor ki, şeytan, müslümanları aldatmak için, farzları
ehemmiyetsiz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmaya sevk eder.
3) Tegannî etmeden Kur'ân-ı
kerîm oku.
4) Namazlarını tam olarak,
vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.
5) Helâl ye. Helâl yiyenin
duâsı makbuldür. O halde helâli, haramı öğrenmek lâzımdır.
Hasan-ı Basrî hazretleri
Mekke-i mükerremede duânın kabûl olduğu yerleri şöyle bildirdi: 1) Tavafta, 2)
Mültezemde (Hacer-i esved ile Kâbe-i muazzamanın kapısı arasındaki kısım), 3)
Altın oluğun altında, 4) Kâbe-i muazzamada ve onun içinde, 5) Zemzem kuyusunun
yanında otururken ve Zemzem suyu içerken, 6) Safâ ve Merve'de, 7) Safâ ile Merve
arasında, 8) Tavâf edip iki rekat tavâf namazı kıldıktan sonra Makâm-ı İbrâhim
arkasında, 9) Arefe günü Arafat'ta, 10) Bayram gecesi güneş doğuncaya kadar
Müzdelife'de, 11) Mina'da, 12) Şeytan taşlama ânında.
Dokuzuncu yüzyıldaki hadîs
âlimlerinin meşhûrlarıdan Abdullah bin Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ
aleyh) bir gün şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî! Sana, büyüğümüz, küçüğümüz tövbe
ederiz. Tövbelerimizi, doğru kıl. Bizi tövbesine uymayanlardan eyleme, Allahım!".
Abdullah bin Abdülazîz Ömerî
hazretlerine duâların kabûl olması ile ilgili olarak sorduklarında Peygamber
efendimizin şu hadîs-i şerîflerini nakletti: "Allahü teâlâya yalvarıp duâ
etmeden önce ma'rufu (iyiliği) emredip, münkerden nehyediniz. Günahınıza pişman
olup, Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemeden önce, elbette Allahü teâlâ sizin
duâlarınızı kabul etmeyecek. O zaman af ve mağfiret de olunmayacaksınız. Yahûdî
âlimler ve hıristiyan din adamları emr-i ma'ruf ve nehy-i an-il-münkeri
terkettikleri için, Allahü teâlâ onları, kendi peygamberlerinin lisânı üzere
lânetleyip, umumî bir belâ vermiştir."
Tâbiîn devri âlim ve
evliyâsından Abdullah bin Ebû Huzeyl el-Anezî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
vaktin büyük nîmet olduğunu bilir ve zamanın boşa geçirilmesini istemezdi. Ebû
Ferve anlatır: İnsanların en çok neden sakınması gerektiği sorulduğunda; "Yâ
Rabbî! Faydasız ilimden, ürperip yumuşamayan kalbten, kabûl olmayan duâdan,
doymayan nefisten sana sığınırım." diyerek Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfi
ile cevap verdi.
Evliyânın tanınmışlarından
ve Tâbiînden Abdullah bin Gâlib (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle duâ
ederdi: "Allah'ım arzularımızın düşüklüğünden, kötülüğünden, amellerimizin
noksanlığından, ecelimizin yaklaşmasından, sâlih kulların aramızdan
ayrılmasından sana sığınırız."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir rüyâsını şöyle anlatır: "Bir
gece rüyâmda sevgili Peygamberimizi gördüm. O'na; "Kalbimdeki hevânın, nefsin
istek ve arzularının yok olması ve bundan kurtulmak için nasıl duâ edeyim?" diye
sordum. Buyurdular ki: "Her gün kırk kere hulûs-i niyetle, yâ Hayyû, yâ Kayyûm,
yâ lâ ilâhe illâ ente es'elüke en tuhyiye kalbî bi-nûri ma'rifetike edeben,
dersen, kalbindeki hevâ kaybolur."
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü
teâlâya duâ edip bana üç şeyi nasîb etmesini istedim.
Birincisi pekçok dost ve
büyük zâtlarla görüşüp sohbet ettiğim Şunûziyye Câmiinde vefât etmek.
İkincisi vefât edip,
dünyadan ayrılırken dünyalık bir şeyim olmasın istedim. Şu altımda serili olan
hırkamdan başka bir şeyim yok! Ben vefat edince onu da altımdan alıp satın.
Parasıyla bir şeyler alın ve fakirlere verin...
Üçüncü isteğim de şu idi:
Ben vefât ederken yanımda sevmediğim kimse bulunmasın. Burada bulunanların
hepsini seviyorum. Şu anda aranızda sevmediğim kimse yok. Elhamdülillah bu
arzumun üçü de oldu."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) duâsı
makbûl olanlardandı. Muhtâc olanlar, ondan duâ isterlerdi. Bir gün bir âmâ
gelip; "Bana duâ buyurun da, Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!" dedi.
Bunun üzerine Allahü teâlâya yalvarıp duâ eyleyince derhal gözleri görmeye
başladı.
Mısır’da yetişen âlim ve
velîlerden Abdullah ibni Vehb (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine;
duânın kabûl edilmesi, hususunda soruldu. O zaman şu hadîs-i şerîfleri okudu:
"Kul günâh veya kat'-ı rahm (sılayı rahmi terk) dâvâsında bulunmadıkça ve acele
etmedikçe duâsı kabul edilir." Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah, acele etmek
nedir?" diye sorunca; "Duâ ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vaz
geçerek duâyı bırakır." buyurdular.
Tâbiîn devri velîlerinden
Abdullah bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok sıcak bir günde bir kâfile
ile hacca gidiyordu. Susuzluğu çok şiddetli idi. Ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Sen
hararetimi ve susuzluğumu giderirsin." diye duâ edince, başı üzerinde bir bulut
belirip üzerine yağmur yağdı. Elbisesi ıslandı ve susuzluğu gitti. Lâkin
kâfilede bundan başkasına bir damla yağmur düşmedi.
Büyük velîlerden ve hadîs
âlimi Abdüla'lâ Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Cehennem'den çok
korkardı. Göz yaşları içinde secdeye kapanır ve şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbi!
Düşmanlarının nefretini arttırdığın gibi senin için olan huşûmuzu, korkumuzu
arttır. Sana secde eden yüzümüzü Cehennem'de ateş ile örtme."
Mısır evliyâsından
Abdülazîz Dîrînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) duâlarında Allahü teâlâya şöyle
münâcâtta bulunurdu: "İlâhî! İhsân ve ikrâm ederek bize kendini tanıttın.
Nîmetlerin deryâsına bizleri daldırıp garkettin. Her an nîmetlerin deryâsında
yüzmekte, onlardan istifâde etmekteyiz. Bizleri râzı olduğun, beğendiğin yer
olan Cennetine dâvet ettin. Seni hatırlamak, emirlerini yapmak sebebiyle,
bizlere sonsuz nîmetler hazırladın, ihsân ettin. Ne büyüksün yâ Rabbî!
Yâ İlâhî! Biz kendimize
zulmettik. Nefsimizin kötülüğü her yanımızı kapladı. Gaflet denizi kalblerimizi
doldurdu. Her hâlimizle perişanlığımız apaçık. Bizim bu hâlimizi en iyi
bilensin.
Yâ İlâhi! İsyânımız ve
günahımız, senin azâbını bilmemek, duymamak sebebiyle değildir. Lâkin âsî
nefsimiz bize, azâba düşürecek işleri yaptırdı ve günahları işletti. Senin
günahları örtüp, yüzümüze vurmaman sebebiyle şımardık. Bu yüzden çok günah
işledik. Senin af ve magfiretine güvenip, günahlara daldık. Şimdi
yaptıklarımızın cezâsı olarak, bize hazırladığın azâb ile karşı karşıyayız.
Cehennem azâbından bizi şimdi kim kurtarabilir. Senden başka kim bize bir
kurtuluş ipi uzatabilir. Âhiret günü, senin huzûrunda mahcûb bir duruma düşecek
bu hâlimize yazıklar olsun. Yarın çirkin amellerimiz karşımıza çıkarıldığında
ayıblanmamıza esefler olsun.
Yâ Rabbî! Bizim
günahlarımızı affet. Kusûrlarımızı bağışla. İbâdetlerimizdeki kusurlarımızı af
ve magfiret eyle. Yâ İlâhî! Bilmeyerek yaptıklarımızı affet ve bizi aklıselîm
sâhibi kıl. Sen, Rabbimizsin, sana inandık. Sen günahları affedersin,
affedicisin."
Suriye'de yetişen evliyâdan
Seyyid Abdülhakîm Hüseynî (rahmetullahi teâlâ aleyh) tedâvî için
Ankara'ya nakledildi. Burada iken bâzı siyâset adamları ve parlamenterler
kendisini ziyâret ederek duâsını istediler. Onlara hitâben; "Hâlis niyetle dîn-i
mübîne, İslâm dînine her kim hizmet etmek isterse Allahü teâlâ onu muvaffak
kılsın..." diye duâ etti.
Evlîyanın önderlerinden ve
İslâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhâlık Goncdüvânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) Allahü teâlânın indinde duâsı makbûl kimselerden idi. İnsanlar ve cinler
duâsına kavuşmak için, uzak yerlerden gelirlerdi.
Bir gün Abdülhâlık
Goncdüvânî'nin huzûruna uzak yerden bir misâfir, biraz sonra da yanlarına, güzel
sûretli, temiz giyimli bir genç geldi. Abdülhâlık hazretlerinden duâ isteyip
hemen ayrıldı. Misâfir; "Efendim! Bu gelen genç kimdi acaba? Gelmesi ile gitmesi
bir oldu." dedi. O da; "Bizi ziyârete gelip duâ isteyen bir melek idi." buyurdu.
Misâfir hayret etti ve; "Efendim! Son nefeste îmân selâmeti ile gidebilmemiz
için bize de duâ buyurur musunuz?" diye niyâzda bulundu. Bunun üzerine
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri:
"Her kim farzları eda
ettikten sonra duâ ederse, duâsı kabûl olur. Sen, farz olan ibâdeti yaptıktan
sonra duâ ederken bizi hatırlarsan, biz de seni hatırlarız. Bu durum hem senin,
hem de bizim için duânın kabûl olmasına vesîle olur." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında Ebü’l-Hacer
Hâmid Hirânî anlatıyor: Duâ hakkında şöyle buyurdular:
"Allahü teâlâdan dünyâ ve
âhiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor,
ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duâya devâm et. Eğer istediğin şey
ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü
teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir
edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere
rızâ gösterme nîmetini ihsân eder. Eğer Allahü teâla senin için fakirlik ve
hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman
için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl
verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak
için duâ edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden vaz
geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline çevirir. Eğer
dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin İdrîs (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir kısım talebelerine bir yere
gitmelerini emretti. İçlerinden birini de, sünnet üzere, emîr, başkan yaptı.
Onlar da yola çıktılar. Cidde'ye yaklaştıklarında azıksız ve parasız kaldılar.
Onların emîri gece rüyâsında Ahmed bin İdrîs'i gördü. Ahmed bin İdrîs kendisine
bir mektup verip; "Bunu al, Allahü teâlânın izniyle yoluna devâm et." buyurdu. O
da alıp cebine koydu. Sabahleyin emîr olan kişi rüyâsını hatırlayıp
arkadaşlarına anlattı. Elini de cebine soktu. Oradan bir mektup çıkardı.
Mektubun üzerinde zorluk ve sıkıntı zamanlarında okunup da faydası görülen
"Rabbi yessir velâ tüassir Rabbi temmim bilhayr. Yâ Kerîm" duâsı yazılıydı.
Hepsi buna çok sevindiler. Sonra okuyup yollarına devâm ettiler. Hiçbir sıkıntı
görmeyip arzu ettikleri her şeye kavuştular.
Ahmed bin İdrîs
hazretlerinin talebelerinden biri, Mekke-i mükerremede vefât etti. Onu Muallâ
kabristanlığına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir
talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennet'ten bir yaygı ve büyük kandiller
getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlettiğini gördü. Bu hâle gıpta edip;
"Keşke, öldüğümde benim için de Rabbim böyle bir ikrâmda bulunsa." dedi. O zaman
Azrâil aleyhisselâm; "Sizden herbiriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan
hocanız Ahmed bin İdrîs'in devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle
böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız." buyurdu. O büyük salevât da şöyledir:
"Allahümme innî es'elüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkân'el azîm bi
kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil
azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm, Ta'zîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ
Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma'
beynî ve beynehû kemâ Cema'te beyner'rûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen
yakazaten ve menâmen. Vec'alhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemî'il vücûhi fid-dünyâ
kablel âhira yâ Azîm."
Büyük velî ve âlimlerden
Ahmed bin Muhammed Hânî el-Esrem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Hocam Ahmed bin Hanbel'in, meclisten kalktığı zaman "Sübhânekellahümme ve
bihamdike" dediğini işitir, devâmını anlayamazdım. Sadece dudaklarının
hareketini görürdüm. Fakat zannediyorum, mecliste yapılan hatâlara keffâret
olması için Resûlullah efendimizden rivayet edilen şu mübârek sözleri
söylüyordu: Sübhânekellahümme ve bihamdike, eşhedü enlâ ilâhe illâ ente,
estagfirüke ve etûbu ileyk."
Anadolu velîlerinden
Ahmed Mürşidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisini doğru yoldan
ayırmaması, günahlarını affetmesi, ayıp ve kusurlarını gizlemesi için sık sık
Allahü teâlâya duâ ederdi. Bu duâlarından biri şöyledir: "Yâ Rabbî! Bizi kötü
huylardan koru. Bize, işlerimizi ihlâs ve içtenlikle yapmayı nasîb eyle. Yâ
Rabbî! Bize ihlâs ile amel etmeyi nasîb kıl! Yâ Rabbî! Sen ayıplarımızı
gizleyicisin, kulların günahlarını bağışlayacak da sensin. Çeşitli suçları ile
Ahmed kapına geldi. Bütün sevâbı, senin vahdâniyetini, birliğini bilmesinden
ibârettir. O senin sevgili Habîbinin sallallahü aleyhi ve sellem ümmetindendir.
Bütün gece ve gündüz isteği rahmetinle Cennet'indir. Ettiğim isyanlara pişman
olarak sana sığınıp umut kapına geldim. Ey yüceler yücesi Rabbim! Sen bizi
kapından ayırma.
Yâ Rabbî! Bize doğru yolu
göster. Sen kerîmsin. Kötü hallerden bizi selim kıl. Nefsimize ruhsat verme.
Akıl ile selâmete erelim. Dâimâ alçak gönüllü olmamızı nasîb eyle! Âmin."
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yanına bir gün
birisi gelip duâ istedi. "Benim şimdi bir günlük nafakam var, onun için duâm
kabûl olmaz. Onu bitirdiğim zaman gel, sana duâ edeyim." buyurdu ve öyle yaptı.
Seyyid Ahmed Rıfâî
hazretlerinin yanına büyüklerden biri, duâ etmesi için bir hasta getirdi. Hasta
birkaç gün kaldığı hâlde, Ahmed Rıfâî hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine
hizmetçisi Yâkûb; "Efendim! Bu hasta için duâ etmemenizin sebebi nedir?"
deyince; "Ey Yâkûb! Cenâb-ı Hakk'ın izzetine yemîn olsun ki, Allah katında,
benim kabûl olunacağı vâd olunan yüz hâcetim vardır. Şimdiye kadar hiçbirini
dilemedim." cevabını verdi. Yâkûb; "Bir tânesi bu biçâreye sarf edilse nasıl
olur?" deyince, Ahmed Rıfâî hazretleri; "Sen benim edebe aykırı hareket eden bir
kimse olmamı mı istiyorsun?" buyurup; "Dikkat ediniz, halk ve emir O'na
mahsûstur. Âlemlerin Rabbi Allah çok yücedir." (A'raf sûresi:54) meâlindeki
âyet-i kerîmeyi okudu, sonra; "Ey Yâkûb, aslında fakîr olan bir kişi, bir hâcet
istirhâm edip, kabûle mazhâr olduğu zaman, eski vekar ve şerefinden de bir
kademe kaybeder." buyurdu. Hizmetçisi; "Efendim, namazlardan sonra her zaman duâ
ettiğinizi görüyorum." deyince de, Ahmed Rıfâî; "O başka, bu başkadır.
Namazlardan sonra yapılan, ilâhî emre uymak için yapılan kulluk duâsıdır. Bu ise
hâcet duâsıdır ve husûsî şartları vardır." buyurdular. Bu konuşmadan iki gün
sonra o hasta şifâ buldu.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler
yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te toplanmıştır. Bu manzumelerin
konularından birisi şudur:
Allahü teâlâya tâat, kulluk
ile ibâdet ve zikrin önemi ve bunlardan zevk alma:
Ne hoş tatlı Hû yâdı,
seher vakti olanda
Baldan tatlı Hû adı,
seher vakti olanda
Seher vakti kalkanlar,
canın fedâ kılanlar
Aşk oduna yananlar, seher
vakti olanda
Seher vakti hoş saat,
kalkana olur râhat
Açılır devlet, saâdet,
seher vakti olanda
Her gün yanar bu canım,
kullukta yok dermanım
Sen bağışla günahım,
seher vakti olanda
Evliyânın büyüklerinden
Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün hastalanmıştı. Hastalığın
tesiri ile öyle hâlsizleşti ki, tâkati kesildi. Yanındakiler o gece vefât
edeceğini zannettiler. Hastalığının verdiği şiddetli elem ile kendinden geçmiş
olan Alâeddîn Âbizî, o hâlde uyuyakaldı. Rüyâsında hocası Sa'deddîn hazretlerini
gördü. Hocası, "Bismillâhi Hasbiyallahü, Tevekkeltü alellahi Va'tesamtü billâhi
fevvadtü emrî ilallâhi Mâşâallahü Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" duâsını
öğretti. Bu duâyı okuyarak uyandı. Bu duânın bereketi ile, üzerinde hastalıktan
hiç bir eser kalmadığını hissetti. Abdest alıp, gâyet dinç ve rahat olarak sabah
namazını kıldı.
Evliyânın büyüklerinden
Seyyid Alevî bin Muhammed (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında Milibar
bölgesinde (Hindistan) bir çeşit sinek zuhur edip, insanın kulağına girer girmez
rahatsızlığa sebeb oluyordu. Pekçok ilaç kullanılmasına rağmen sinekleri kovmak
mümkün olmadı. İnsanlar kulaklarını pamukla tıkamağa başladılar. Bu da çâre
olmadı. Sineklerin çocuklara verdiği zarar daha büyük olup anne ve babalar,
korumak için başlarında bulunmak ve uyumamak mecbûriyetinde kalıyorlardı.
Nihâyet durumu Seyyid Alevî bin Muhammed hazretlerine
arzettiler. Seyyid hazretleri ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Şu dertli kullarına
selâmet ihsân eyle." diye duâ edince o bölgede bu çeşit sinek bir daha
görülmedi.
Mısır evliyâsından Ali
Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) meyve ağaçları çiçek açtığı zaman,
onlara zarar verecek bir durum olunca, o gece uyumaz, göz yaşları döker, Allahü
teâlâya, meyvelere zarar verecek o hâlin kalkması için yalvarırdı.
Ali Havâs, müezzinin okuduğu
ezânı duyduğu an, olduğu yerde sarsılır, Hak teâlânın heybet ve azametinden
titreyerek, erir gibi olur ve huzûr-i kalble tam bir huşû' içinde müezzinin
dâvetine icâbet ederdi.
Evliyânın büyüklerinden
Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Allahü teâlâ
hepimizi, yaptığımız iyi ameller ile gururlanmaktan muhâfaza etsin."
Büyük velî ve Hanbelî
mezhebî fıkıh âlimi Ali bin Muhammed bin Beşşâr (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin bir sohbetinde Ahmed Bermekî, odanın en uzak kısmında
oturdu. Sükûnet içerisinde, orada bulunanlarla birlikte sohbeti dinledi.
Sohbetin sonunda, Lâ ilâhe illallah, dedi ve "O Balık sâhibini (Yûnus'u) da
hatırla ki o, (dînini kabûl etmeyen kavmine) öfkelenerek gitmişti de, kendisini
hiç bir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken (yutan balığın karnındaki)
karanlıklar içinde: "Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün
noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum." diye
duâ etmişti." meâlindeki Enbiya sûresinin seksen yedinci âyet-i kerîmesini
okuyup; "Yâ Rabbî! Sen, kendisini balığın karnında hapsettiğin zaman, sâlih bir
kulun olan Zu'n-Nûn= Yûnus aleyhisselâm karanlıkta sana; "Lâ ilâhe illâ ente
sübhâneke innî küntü minezzâlimîn (Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün
noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum.)" diye
nasıl duâ edip yalvarmışsa, ben de sana öyle yalvarıyorum. Yâ Rabbî! Senin yüce
kelâmın haktır. Sen sâlih bir kulun olan Yûnus'un bu duâsına karşılık; "Biz de
onun duâsını kabûl ettik. Kendisini kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle
kurtarırız." (Enbiyâ sûresi: 88) buyurdun. Allah'ım! Onun duâsını nasıl kabûl
edip, içerisinde bulunduğu sıkıntılı durumdan, rahmetinle onu nasıl
kurtarmışsan, duâlarımızı kabûl buyurup, sıkıntılı ve elem verici durumlardan
bizi muhâfaza eyle. Yâ Rabbî! Sen Erhamürrâhimînsin (merhamet edenlerin en
merhametlisisin). Sonra, on kere yâ Rabbî!" dedi. Fakat o, her yâ Rabbî dediği
zaman, Ahmed Bermekî içinden; "Yâ Rabbî! Bana genişlik, rahatlık ihsân et."
diyordu. Daha sonra Ali bin Beşşâr'ın semâya doğru yönelmiş, sanki kendisine bir
şeyler söyleniyor da, onları dinler bir durumu olduğunu gördü. Sonra Ahmed
Bermekî'ye doğru döndü.
"Yazık sana, utanmıyor
musun? Allahü teâlâdan Cennet'ini iste. Yine O sana, insanlara muhtaç olmayacak
kadar rızık ihsân eder. Hâlbuki sen devamlı, dünyâyı, rahatı ve genişliği
istiyorsun." Allahü teâlânın izni ve bildirmesiyle, içinden geçeni öğrenmişti.
Ondan sonra ona emrettiği gibi Allahü teâlâdan Cennet'ini istedi.
Evliyânın büyüklerinden
Ali bin Muvaffak (rahmetullahi teâlâ aleyh) hacca gitmişti. Arafât Ovasında
hacıların yalvarmalarını, içli iniltilerini duyunca; "Yâ Rabbî! Bu kardeşlerim
içinde haccı kabûl olmayan birisi varsa, kendi haccımın sevâbını ona hediye
ettim." diye duâ etti. Daha sonra Müzdelife'ye gitti. O gece rüyâsında
kendisine; "Ey Ali bin Muvaffak! Rabbinin üzerine cömertlik mi yapıyorsun? O,
buradakiler ve geride bıraktıklarını ve yakınlarının hepsini af ve mağfiret
etti." buyruldu. Bu hâl Rabbine olan sevgi ve muhabbetini daha da arttırdı.
Meşhûr velîlerden Ali
Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, Câfer
Huldî şöyle anlatmıştır: "Ali Müzeyyen'i dâvet ettim. Sohbet sırasında bana
faydalanacağım bir şey söyle dedim. Buyurdular ki: "Bir şeyin kaybolduğu zaman
yâhut da bir kimseyle buluşmak istediğin zaman şu duâyı oku: "Yâ câmiannâsî
liyevmin lâ raybe fîhi. İnnellahe lâ yuhlif-ül-mîâd. İcmâ' beynî ve beyne..."
duânın sonuna istediğin şeyin adını ilâve et. Allahü teâlâ aradığın şeyi veya
insanı bulmanı nasîb eder. Ben bu duâyı okuyup ne istedimse duâm kabûl olundu."
Nakşibendî büyüklerinden
Alvarlı Muhammed Lütfi (rahmetullahi teâlâ aleyh) yani Efe hazretleri,
İslâmiyetin aleyhine cereyanların geliştiği ve pekçok müslümanın perişan olduğu
o günlerde dertlerini daha çok şiirle dile getirdi. Hac ettiği günlerden birinde
Rabbine şöyle yakarmaktadır:
Alîl, zelîl bu yollara
düzüldük
Hakîr fakîr denî râha
süzüldük
Hâlimiz ne olur ya Rab
üzüldük
Ey keremler kânı huccâcı
affet
Rahmet-i Rahmân'a muhtâcı
affet!
Gönderdin Habîb'in âleme
rahmet
Sen eyledin bizi Habîb'e
ümmet
Senden özge kimden görek
merhamet
Ey keremler kânı huccâcı
affet,
Rahmet-i Rahmân'a muhtacı
affet.
Hürmet-i Ahmed'e bağışla
bizi
Âl-i Muhammed'e bağışla
bizi
Vüs'at-i rahmete bağışla
bizi
Ey keremler kânı huccâcı
affet,
Rahmet-i Rahmân'a muhtâcı
affet.
Efe hazretlerinin huzûruna
girenler büyük bir ferahlık duyarlar ve mânevî bir lezzete kavuşurlardı. Onu
görmek için; içlerinde paşalar, bürokratlar, müftüler de dâhil olmak üzere,
Türkiye'nin dört bir yanından insanlar gelirdi. Onu gören, tanıyan herkes
kendisinin Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığını ve her hâlini O'na
uydurduğunu söylerlerdi.
Tâbiînden ve evliyânın
meşhurlarından Âmir bin Abdullah Anberî (radıyallahü anh) duâ
isteyen birine; "Allahü teâlâya itâat et, emirlerine uy, sonra duâ et, kabûl
eder." buyurdular.
Âlim ve evliyâdan Amr bin
Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Selîm bin Rüstem
anlatır: "Amr bin Mürre'nin huzûrunda ders okuduğum sırada hep; "Yâ Rabbî! Beni,
seni tanıyanlardan ve emrine uyanlardan eyle!" diye duâ ederdi."
Tâbiîn devrinin büyük
velîlerinden Atâ Süleymî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle duâ ederdi:
"Allah'ım! Dünyâdaki garipliğime acı. Ölüm ânında bana merhamet eyle. Senin
huzûruna çıktığımda rahmetinle muâmele et."
Büyük velîlerden ve tâbiînin
meşhurlarından Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Sizce, çok önemli olan hâcetlerinizi, isteklerinizi farz namazlarda isteyiniz.
Çünkü farz namazlarda yapılan duâ, farz namazın nâfileye üstünlüğü gibidir.
Gâziantep velîlerinden
Aydî Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Antep'in bir mahallesinde bir
kadın doğum yaparken çok zor durumda kalmıştı. Yanında bulunan kadınlar,
kocasına; "Aydî Baba'ya (rahmetullahi teâlâ aleyh) git de hanımının kurtulması
için duâ etsin." dediler. Adam; "O deli ne yapabilir?" diye düşünmesine rağmen
Aydî Baba'nın yanına gitti. Durumu anlattı. Aydî Baba gözlerini kapayıp biraz
murâkabeden sonra; "Git. Nur topu gibi bir oğlun oldu. Allahü teâlâ onu sâlih
kullarından eylesin." dedi. Adam yine kalben inanmayarak evine gitti. Evdeki
kadınlar bir erkek çocuğu olduğunu müjdelediler. Adam, Aydî Baba hakkındaki bu
düşüncelerine tövbe etti.
|