AZÂB-I
İLÂHÎ – KORKU – ÜMÎD
Evliyânın meşhurlarından ve
Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an
gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan
gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman
uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret
için hazırlık yaparlar. Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir."
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sohbette kıyâmette en şiddetli
azâb görecek olanları anlatırken şu hadîs-i şerîfleri okudu.
"Kıyâmette azâbı en şiddetli
olanlar, peygamberlere söğenlerdir. Sonra Eshâb-ı kirâma söğenler ve sonra
müslümanlara söğenlerdir."
"İnsanları Hak teâlâdan
alıkoyanlar istedikleri ibâdeti yapsınlar. Allahü teâlâ onları
bağışlamayacaktır. İnsanların Allahü teâlâya kavuşmasına vesile olanları da
Allahü teâlâ bağışlayacaktır."
Meczûb. Hak âşığı. Çok
tanınmış evliyâdan Behlül-i Dânâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) şu beytleri
sık sık okurdu:
"Bayram, yeni elbiseler
giyenler için değildir.
Ancak ilâhî azâptan emin
olanlar içindir.
Bayram bineklere binenler
için de değildir.
Ancak hatâ ve isyânı
bırakanlar içindir."
Tâbiîn tanınmışlarından
büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Bir kimsenin, sanki o işe memurmuş gibi, durmadan halkın ayıbını sağa sola
aktardığını görürseniz, bu hâliyle azap tuzağına tutulduğunu biliniz."
İskenderiye'de yetişen büyük
velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Şehvetler, bitmeyen arzu ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır."
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetu-l lahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Allahü teâlâ benim sağ gözüme, Cehennem'in yedi tabakası ile azâb etse râzı
olurum. Azâbın birazını da öbür gözüme niye koymuyor diye düşünmem. Zîrâ, O'nun
benim için en faydalı olanı yaptığını bilirim."
Tâbiînden Muhammed bin
Sûka (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir kimsenin dünyâlığından
birşey eksildiği zaman çok üzülür. Lâkin, o kimsenin dîninden bir şey eksildiği
zaman o kadar üzülmez. Hattâ umûrunda bile olmaz. İşte o kimse de kendisini
Allahü teâlânın azâbına müstehak eder.”
Tâbiînin, zâhid, âbid ve
müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Dâvûd aleyhisselâm Allahü teâlânın azâbını hatırladığı
zaman, mafsalları gevşer, tamamen kendisini salıverir, Allahü teâlânın rahmetini
hatırlayınca, eski hâline dönerdi."
Tâbiînin büyüklerinden,
oniki İmâm’ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin’in oğlu olan İmâm-ı Zeynelâbidîn
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin elleri kelepçeli, ayaklarında kayış
bağlı olduğu halde Medîne’den Bağdat’a götürüyorlardı. Hazret-i Zührî, onu bu
halde görünce çok ağladı. Ve dedi ki: “Keşke şimdi sizin yerinizde benim ellerim
kelepçeli olsaydı.” Zeynelâbidîn de ona dedi ki: “Yâ Zührî bu bize hiç zor
gelmez, istediğim zaman el ve ayaklarımı açabilirim.” Ve çok hafif bir silkinme
ile elindeki kelepçeyi ve ayağındaki kayışı açtı. Kısa bir zaman sonra eline
kelepçeyi ayağına kayışı tekrar geçirerek buyurdu ki: “Bunlar kulların cezâsıdır
ve kolaydır. İstediğimiz zaman açabiliriz. Esas zor olan Allahü teâlânın
azâbıdır.”
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Şu üç şey zulümdür: Kendisinden yukardakilere karşı gelip,
emirlerini yerine getirmemek. Kendinden aşağıdakilere güç ve kuvvet kullanarak
haksızlık yapmak. Zâlimlere yardım etmek."
Evliyânın meşhurlarından ve
Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı "Ümitsizlik, küfür içinde bir
kapıdır. Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür."
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Hubeyk (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ümid ve korku hakkında şöyle
buyurdular: "Korkunun en faydalısı günah işlemene engel olan, elden kaçırdığın
fırsatlar için uzun uzun üzülmene sebeb olan ve geriye kalan ömür içinde seni
devamlı olarak düşündüren korkudur. Ümidin en faydalısı ise amel etmeni
kolaylaştırandır.
Ümid üçe ayrılır: 1) İyi
amel yapıp kabul edilmesini umanın ümidi. 2) Kötü iş yapıp ve tövbe ederek
affedilmesini umanın ümidi. 3) Devamlı günah işleyip de kendisini Allahü
teâlânın affedeceğini umanın ümidi. Bu ümid makbûl değildir."
"Yarın sana zarar verecek
şeyler için keder ve gam içinde bulun. Âhiret saâdetini harâb eden şeyler için
üzül. Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme!"
"En faydalı korku, insanı,
günahlardan ve kötülüklerden alıkoyanıdır. İnsana, boşuna geçen ömrü için
üzülmek yaraşır. Kalan ömrünü de iyi kıymetlendirmesi lâzımdır."
"Kalbime uygun gelmeyen,
içime rahatlık vermeyen bir şeyi terk ederim."
Bir gün talebeleri
Abdullah İbni Vehb (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Korktuğumuzdan
emin olmak için ne yapalım?" dediler. O zaman onlara Peygamber efendimizin şu
hadîs-i şerîfini okudu:
"Biriniz bir yere indiği
zaman, (Eûzü bi-kelimâtillahittâmmâti min şerri mâ haleka) desin. Çünkü oradan
gidinceye kadar hiç bir şey ona zarar ve kötülük yapmaz." buyurdular.
Evliyânın meşhûrlarından
Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden nasihat
isteyenlere buyurdular ki: "Ey kardeşlerim! En faydalı korku, insanı
günahlardan, Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden alıkoyan, âhiret işlerinin
elden çıkması ile üzüntüye sevkeden; kalan ömrü ve son nefesindeki durumu
hakkında düşünmeye sevkeden korkudur. En faydalı ümit, sâlih amel yapmayı
kolaylaştırandır.
Meşhûr velîlerden Ahmed
bin Ebü’l-Havârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ümit,
korkanların azığıdır."
Yine buyurdular ki: "Allahü
teâlâdan korkanların gıdâsı, Allahü teâlâdan ümidini kesmemektir."
Tâbiîn tanınmışlarından
büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
vâzında şöyle buyurdular: "Ey Âdemoğlu! Allahü teâlânın rahmetinden öyle ümitli
ol ki, bu ümidin seni, Allahü teâlânın mekrinden emin kılmasın. Eğer bundan emin
olursan, günâhları işler, Allahü teâlânın gazâbına uğrarsın. Yine Allahü
teâlâdan öyle kork ki, bu korku O'nun rahmetinden ümidini kestirmesin. Ne kadar
günahkâr olursan ol, yine de Allahü teâlânın rahmet ve merhametinden ümidli ol.
Tövbe ederek Allah'a dön.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâdan korkmak husûsunda
buyurdular ki: "Korkunun havf, haşyet ve heybet gibi çeşitli mertebeleri vardır.
Havf, îmânın şartındandır. Bunun ispatı, Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde
meâlen; "Eğer mümin iseniz benden korkunuz." (Âl-i İmrân sûresi: 187) buyurmuş
olmasıdır. Haşyet, ilmin şartındandır. Allahü teâlâ bu hususta meâlen;
"Allah'tan ancak âlim olan kullar korkar." (Fâtır sûresi: 28) buyurmuştur.
Heybet, mârifetin (Allahü teâlâyı tanımanın) şartıdır. Bu hususta da Allahü
teâlâ; "Allah sizi kendinden sakındırmaktadır." (Âl-i İmrân sûresi: 28)
buyurmuştur."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) havf, korku ve recâ, ümid
arasında bulunur insanların her yaptıkları işte Allahü teâlânın rızâsını
kasdetmelerini tavsiye eder, Allahü teâlâdan korkmaları gerektiğini söylerdi. Bu
hususta buyurdu ki:
"Havf, Allahü teâlânın
azâbından korkmak ve recâ, Allahü teâlânın rahmetinden ümitli olmak, bir kuşun
iki kanadı gibidir. İkisi birden bulunursa, hem kuş, hem de uçuş düzgün ve
mükemmel olur. Kanatların birisi bulunmazsa, kuş da, uçuş da noksan olur.
Kanatlarının ikisi de bulunmazsa kuş ölüme terkedilmiştir.
"Bir kimsenin Allahü
teâlâdan korkmasının hakîkî olduğunun alâmeti, Allahü teâlâdan başka hiçbir
şeyden korkmamasıdır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisine havf, korku ve recâ,
ümitten soruldu. O zaman; "Korku ve ümit, kul itâat hâlini bırakıp benlik
sevdâsına düşmesin diye, nefsi bağlayan iki yulardır." buyurdular.
Yine buyurdular ki: Havftan,
azab korkusundan daha yüksek makam, Allahü teâlânın sevmediği kimseyi
sevmemektir.
Büyük velîlerden Ebû Hafs
Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurmuştur: "Allah
korkusu, kalpte bulunan bir meşâleden ibâret olup, hayır ve şer nâmına kalpte
bulunan her şey, ancak onunla görülebilir."
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allah korkusu, seni
O'na ulaştırır ve kendini beğenmekten uzaklaştırır."
Yine buyurdular ki: "Dürüst,
gerçek ve doğru korku, açık ve gizli günahlardan büyük bir dikkatle
sakınmaktır."
Endülüs’te ve Mısır’da
yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı
Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâdan çok korkar, haram ve
şüphelilerden sakınırdı. Bu hususda buyurdular ki: "Allahü teâlâdan korkan,
haram ve şüphelilerden çok sakınan, emirlere tam uyan kimse, Allahü teâlânın
kendisini koruduğu kimsedir."
"İnsanların bağlandıkları
çok sebepler, vâsıtalar vardır. Bizim sebeplerimiz; îmân ve takvâdır." Ebü'l-Abbâs
hazretleri bundan sonra; "Eğer o memleketlerin halkı (küfür ve isyândan
vazgeçip) îmân etseler, takvâ sâhibi olsalardı (Allahü teâlâdan korksalardı),
muhakkak ki, üzerlerine semâdan (yağmur yağdırarak) ve yerden (bitki bitirerek),
bereketler açardık. Fakat onlar, peygamberleri yalanladılar. (Küfür ve isyânı)
tercih etmeleri sebebiyle biz onları azapla yakalayıverdik." (A'râf sûresi: 96)
meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.
"Eğer sana; "Allahü teâlâdan
korkuyor musun?" derlerse; "Evet Allahü teâlânın kalbime koyduğu korku
mikdârınca Allahü teâlâdan korkarım." de! "Allahü teâlâyı seviyor musun?
derlerse, yine böyle cevap ver!"
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Niçin Allahü
teâladan korkanı göremiyoruz?" diye sordular. Bunun üzerine; "Şâyet siz
korksaydınız, korkanı görürdünüz. Korkanı, korkanlardan başkası görmez. Nitekim
evlâdını kaybeden anne, evlâdı ölen bir anne görmek ister..." buyurarak
dertlinin hâlinden dertli olanlar anlar demek istedi.
Fudayl bin İyâd hazretleri
buyurdular ki: "Allah korkusu, dilin lüzumsuz şey söylemesine mâni olur. Allahü
teâlâdan korkanın dili söylemez olur."
"Allahü teâlâdan korkandan,
her şey korkar olur. Allah'tan korkmayan, her şeyden korkar."
"Bir kimsenin kalbine Allah
korkusu yerleşti mi, dilinde işe yaramaz bir söz bulunmaz. Bu korku dünyâ
sevgisini ve arzusunu yakar, dünyâya rağbet etme hâlini gönülden dışarı atar."
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki; "Bir kimsenin
kalbinde Allahü teâlânın korkusu kalmaz ve âhirette azap göreceğini unutursa,
günahları çoğalır ve tehlikeli durumlara girer. O zaman, iyi şeyleri idrâk edip
yapamaz, kötü şeylerin kötülüğünü görüp, ondan sakınamaz. Nefsinin esîri olur.
Allahü teâlânın katında kıymeti düşer. Kalbi paslanıp, îmânı zayıflar."
Evliyânın büyüklerinden
Hayr-ün-Nessâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın
azâbından korkmak, kamçı gibidir, edebsizliği ahlâk edinenleri bu kamçı ile
terbiye ederler. Âzâların kötü bir şey işlemeleri, kalbin gafletindendir."
Tefsîr, hadîs, târih ve
Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi, büyük velî İbn-i Cevzî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Hâin korkak, sâlih cesur olur."
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Allahü teâlânın korkusundan gözyaşı döken kimseyi Cehennem ateşi
yakmaz."
"Allahü teâlâya yemîn ederim
ki, Allahü teâlânın korkusundan gözyaşlarımın yanaklarıma akmasını, altından bir
dağı sadaka olarak vermekten, daha çok severim."
En büyük velîlerden ve on
iki İmâmın beşincisi Muhammed Bâkır (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde buyurdular ki: "Allahü teâlânın korkusundan dolayı yaşaran göz,
Cehennem ateşinde yanmaz. Yâni Cehennem'e girmez. Allahü teâlânın rızâsı için
bir kimsenin gözünden bir damlacık yaş dökülse, Allahü teâlâ o kimsenin çok
günahını affeder."
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi
olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ümîd
ipinin ucunu hiçbir zaman elden bırakmamalıdır."
Oniki imâmın dokuzuncusu,
tanınmış büyük velîlerden Muhammed Cevâd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kim Allahü teâlâya güvenir ve sığınırsa, insanlar kendisine
muhtac olur. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınan kimseyi Allahü teâlâ
insanlara sevdirir."
Tâbiînden Muhammed bin
Sûka (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâdan korkan mümin
hiç neşelenmez. Onun rengi hiçbir zaman açılmaz. Yüzü devamlı mahzûn olur.”
Tabiînden hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü
teâlânın korkusundan ve O’na hesap verme endişesinden toprak olmayı ister ve:
“Rabbim tarafından biri gelip Cennet veya Cehennem'e girmek yâhut toprak olmak
arasında bana tercih hakkı verseydi, toprak olmayı tercih ederdim.” buyurdular.
ALLAH'TAN ÇOK KORKARDI
Rebî ibni Haysem
ki, Tâbiîn-i izâmdan,
İlmiyle âmil olan, ulemâ-i
kirâmdan.
Zühd ile takvâsını, çoktur
haber verenler,
“Ömründe lüzûmsuz şey,
konuşmadı” dediler.
Yatsı namazı için, aldığı
abdest ile,
Sabah namazını da, kıldı
umûmiyetle.
Yanında kâğıt kalem,
bulundurur her sefer,
Gündüz ne konuşursa, yazardı
birer birer.
Gece dahî onların, okuyordu
hepsini,
Lüzûmsuz söz var ise,
yapardı tövbesini.
Bir gün namaz kılarken,
hırsız çaldı atını,
Anladı, lâkin yine, bozmadı
namazını.
Buyurdu: “Anlamıştım,
alırken onu hırsız.”
Dediler: “Bile bile, ne için
çaldırdınız?”
Buyurdu ki: “O kimse, atımı
çaldığında,
Rabbimin huzûrunda,
bulunurdum o anda.”
Bedduâ eylediler, hırsıza
onlar hemen,
Buyurdu: “Hayır hayır, helâl
ettim ona ben.”
Öyle korur idi ki,
haramlardan kendini,
Sokakta bu korkuyla, kapardı
gözlerini.
Abdullah bin Mes’ûd’un,
geldiğinde evine,
Ya gözlerini kapar, ya
bakardı önüne.
İbn-i Mes’ûd derdi ki: “Ey
Rebî, Resûlullah,
Seni görmüş olsaydı, çok
sevinirdi vallah.”
.
Bir gün İbn-i Mes’ûd’la,
çıkarak dışarıya,
Vardı demircilerin,
bulunduğu çarşıya.
Gördü bir demircinin, ocak
ve körüğünü,
Demirleri ateşte, kızdırıp
döğdüğünü.
Durakladı, sarardı, korku
sardı içini,
Zîrâ hâtırlamıştı, Cehennem
ateşini.
O anda bir “Âh!” deyip,
yığıldı bayılarak,
Ve yerde saatlerce, kaldı
baygın olarak.
İbn-i Mes’ûd başında,
bulunurdu o zaman,
Buyurdu ki: Allah'tan, böyle
korkar müslüman
Kendisine kötü söz, söyliyen
olsa bile,
Karşılık verir idi, yine
güzel söz ile.
Hakaret eylemişti, kendine
bir gün biri,
Buyurdu ki: “Rabbimiz,
duyuyor bu sözleri.
Şâyet ben bu dünyadan,
gidersem îmân ile,
Bu sözler zarar vermez, bana
bir zerre bile.
Ve lâkin Cehennem'e, düşer
isem kayarak,
Senin dediğinden de, olurum
daha alçak.”
Bir gün yine Kur’ân-ı
kerîmden okuyordu,
Şu âyete gelince, bir “Âh!”
dedi ve durdu.
“Ey Rabbim, beni tekrar,
dünyaya döndür geri,
Yapayım ben bu sefer,
emrettiğin işleri.”
Sonra kalktı ayağa ve dedi
ki o zaman:
“Ey Rebî, şunu bil ki, dönüş
yoktur oradan.”
Derdi: “İnsan dünyâda, nasıl
yaşarsa eğer,
Son nefesinde dahî, o hâlde
vefât eder.
Zîrâ ben gitmiş idim, bir
ölüm hastasına,
O da çok düşkün idi, bu
“dünyâ parası”na.
.
“Kelime-i tevhîd”i, telkîn
ettim kendine,
Baktım hep “parasını,
sayıklardı” o yine.”
Bir gün kendi kendine,
diyordu ki: “Yâ Rabbî,
Sen merhamet etmezsen,
mahvolur kulun Rebî.”
İlâhî, bu mübârek, velînin
hürmetine
Mazhar eyle bizleri, sonsuz
merhametine.
Tâbiînin, zâhid, âbid ve
müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Sizden birisi, günün bir mikdârında Allahü teâlâyı
anarsa, o günü kazançlı, demektir."
Kendisi anlatıyor: "Sinirli
bir gence, annesi sık sık öğüt verir ve; "Ey oğlum, senin için öyle bir gün
vardır ki, sen hep o günü hatırla!" derdi. Oğlunun ölümü yaklaşınca, annesi
üzerine kapanıp; "Ey Oğlum, seni bugün için ikaz ediyor, uyarıyordum" dedi.
Oğlu; "Anneciğim, benim, magfireti, bağışlaması, affı ve ihsânı bol olan Rabbim
vardır. Bu gün, o lütuf ve ihsânlarından birinden beni uzak tutmayacağına
ümidim, tamdır" diye cevap verdi. Allahü teâlâ, o gence merhamet eyledi. Çünkü
Allahü teâlâ hakkında zannını iyi yaptı. Yâni O lütuf ve ihsân sâhibidir.
Bağışlayıcıdır, diye kalben inanmıştı."
Büyük velîlerden Sehl bin
Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Korku, men
edilenden uzak durmak; ümid, emredileni yapmak için koşmaktır."
Büyük velîlerden Seyyid
Emîr Külâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında, talebeleriyle birlikte
evliyânın meşhûrlarından Hayrûn Atâ'nın kabrini ziyarete gitmek için yola
çıkmıştı. Yolun bir kısmını yürümüşlerdi ki, yolun ilerisinden bir heybetli
arslan ortaya çıkıp, yolda durdu. Arslanı gören talebeler endişelenip, huzursuz
olmaya başladılar. Emîr Külâl hiç aldırmadı. Arslanın yanına yaklaşınca,
yelesinden tutarak çekip yoldan çıkardı ve kenara bıraktı. Talebeleri geçtiler.
Arslan da, Emîr Külâl'e yaklaşıp, başını yere koyarak, saygı gösterir gibi
hareketler yaptı. Sonra oradan uzaklaştılar. Bu hâli gören talebeleri; "Efendim,
bu nasıl bir iştir." diye suâl ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki: "Ey dostlarım,
şunu biliniz ve dikkat ediniz ki, her kim gerçekten Allahü teâlâdan korkarsa,
her şey ondan korkar, zarar vermez. Allah'tan korkmayan kimse, her şeyden
korkar. Bir kimse, dâimâ Allahü teâlâdan korkar bir rhâlde olursa, Allahü teâlâ
ona korkutucu bir şeyi, musallat etmez. Hattâ o kul, Allah'tan korktuğu için her
şey ondan korkup, çekinir."
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gerçekten
Allahü teâlâdan korkan, hâlinin ne olacağını ve nereye varacağını bilinceye
kadar yemesini ve içmesini terk eden ve uykuyu bırakan kimsedir."
Yine buyurdular ki:
"Günahlara ağlamak, ayıpları ıslah etmek, Allahü teâlâya ibâdet etmek, nefsinin
arzu ve isteklerine boyun eğmemek, Allahü teâlâdan korkan kalb, mümin için ne
güzeldir."
Sırrî-yi Sekatî
hazretlerinde Allah korkusu, kendini küçük ve aşağı görme hâli son derece
fazlaydı; "Bağdât'ta ölmek istemem, çünkü bu insanlar, benim hakkımda iyi zan
sâhibidirler. Korkarım ki, toprak beni kabûl etmez de, herkese rezîl olurum."
derdi.
"Kabahatlerimden dolayı
yüzümün kararacağından korkarak, her gün bir kaç defa aynaya bakarım." ve;
"Keşke bütün insanların kalblerindeki sıkıntı ve üzüntüler bende olsa ve
insanlar hep rahat olsalar." buyururdu.
Büyük velîlerden Şâh Şücâ
Kirmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri’ne, Ebû Hafs hazretleri bir
mektup yazarak: “Nefsime, amelime ve kusuruma bakıp ümitsizliğe düştüm.” dedi.
Şâh Şücâ ona cevap yazarak şöyle dedi: “Mektubunu kendi gönlüme ayna yaptım.
Eğer hâlis bir şekilde nefsimden ümit kesecek olursam, saf bir şekilde Allahü
teâlâya ümid bağlamış olurum. Şâyet Allahü teâlâya saf bir şekilde ümit
bağlarsam, Allahü teâlâdan saf bir şekilde korkmuş olurum. O zaman kendi
nefsimden ümit keserim. Nefsimden ümit kesince, Allahü teâlâyı zikredebilirim.
Ben Allahü teâlâyı zikredince, Allahü teâlâ beni affeder. Allahü teâlâ beni
affedince halktan kurtulur, Allah dostları ile berâber olurum.”
Tâbiînden, meşhûr hadîs
âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “Müslümanda ümid ve korku aynı olmalıdır. Eğer tartılırsa eşit
gelmelidir.”
Mekke-i mükerremenin büyük
âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “Bir zaman bir derenin kenarında bulunuyordum. Âniden bir kimse
kolumdan tutup bana; “Ey Vüheyb! Allahü teâlânın kudreti, senin kudretinden ne
kadar çok ise, sen de O’ndan o kadar kork! Allahü teâlâ sana ne kadar yakın ise,
sen de O’ndan o kadar hayâ et!” dedi. O kimse ile daha fazla konuşmak istedim.
Lâkin birden kayboldu.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyâda, Allahü
teâlâdan en çok korkan kimse, kıyâmet günü insanların en emîni olur.”
Yine buyurdular ki: “Allah
korkusu, kalbde yerleşmiş olan bir ağaç gibidir.”
“Allah korkusu, ibâdetin
süsüdür.”
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Allah
korkusunun alâmeti nedir?” denilince; “Bu korkunun, diğer bütün korkulardan
kişiyi emin kılmasıdır” cevâbını verdi. |