CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

ANA – BABA

Âlim ve evliyâdan Amr bin Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret-  lerinin talebesi Selîm bin Rüstem anlatır: Amr bin Mürre talebelerine ana-baba hakkına çok riâyet etmelerini söyler ve Peygamber efendimizin bu hususta buyurdukları şu hadîs-i şerîfi rivâyet ederlerdi. "Birisi Resûlullah efendimizin yanına geldi ve; "Ey Allahü teâlânın peygamberi! Ben beş vakit namazı kılıyorum, Ramazân-ı şerîf orucunu tutuyorum. Zekâtımı veriyor ve haccımı yapıyorum. Benim için başka bir şey var mı?" diye sordu. Peygamber efendimiz de; "Kim ana ve baba hakkına riâyet ederek bunları yerine getirirse, peygamberlerle ve sıddîklarla berâber olur." buyurdu.

 

ANNEYE HİZMET

 

Bâyezîd-i Bistâmî, çocuk iken kendisi,

İlim için mektebe, göndermişti, annesi,

 

Hocasını büyük bir dikkatle dinliyordu,

Öğrendiği şeyleri, hemen ezberliyordu.

 

Bir gün normal vaktinden, erken geldi evine,

Annesi merak edip, sorduğunda kendine,

 

Dedi ki: "Anneciğim, bugün birşey öğrendim,

Duânı almak için, erkenden eve geldim.

 

Hak teâlâ Kur'ânda, buyuruyor ki bana,

İtâat eyleyeyim, kendisine ve sana.

 

Duâ et de yapayım, Rabbime çok ibâdet,

Sana da lâyıkıyla, yapayım iyi hizmet."

 

O günden itibâren, sarıldı ibâdete,

Koyuldu annesine, gece gündüz hizmete.

 

Karlı ve dondurucu, soğuk bir kış gecesi,

Yatağından seslenip, su istedi annesi.

 

Fırladı annesinin, emri için yerinden,

Lâkin testi boş idi, çeşmeye koştu hemen.

 

Testisini doldurup, döndüğünde evine,

Gördü ki vâlidesi, uykuya dalmış yine.

.

Onu uyandırmağa, gönlü râzı gelmedi,

Buzla kaplı testiyle, başucunda bekledi.

 

Biraz sonra annesi, uyandı "Su, su" diye,

Gördü ki oğlu bekler, elinde testi ile.

 

Dedi ki: "Ey evlâdım, niçin oturmuyorsun?

Başucumda, ayakta, öylece bekliyorsun?"

 

Dedi ki: "Anneciğim, beklerim şu sebepten,

Hemen verebileyim suyu geciktirmeden."

 

Vâlidesi silerek, yaşaran gözlerini,

Oğluna duâ için, kaldırdı ellerini:

 

"Yâ Rabbî, ben oğlumdan râzıyım sonsuz kere,

Sen de ondan râzı ol, kavuştur nimetlere."

 

Bâyezîd-i Bistâmî, hürmetine ilâhî,

Anne duâsı almak, nasîb et bize dahî.

 

Tâbiînden, meşhur hadîs âlimi ve velî İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) anne babaya çok hürmet edilmesini emir ve tavsiye buyurur, onlara hürmetsizlik edilmesini istemezdi. "Kim anne ve babasının önünde yürürse, haklarına riayet etmemiş olur. Ancak anne ve babasının yolu üzerindeki ezâ ve cefâ veren bir şeyi almak için öne geçmesinde bir mahzur yoktur. Kim anne ve babasını ismiyle veya lakabıyla çağırırsa edebsizlik etmiş olur. Ancak babacığım, anneciğim diye söylemesi müstesnâdır."

Tâbiînden, meşhûr hadîs hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ana babaya itâat, büyük günâhlara keffârettir. Bir kimse âilesi içinde yaşlılar bulunduğu müddetçe, Allahü teâlânın rızâsını kazanma imkânına sâhiptir.”

Nişâbur'da yetişen velîlerin büyüklerinden Ebû Bekr el-Ferrâ (rah-metullahi teâlâ aleyh) hazretleri sohbetlerinde büyüklere hürmet etmenin ve ana-babanın rızâsını almanın ehemmiyeti üzerinde çok durdu. Evliyâdan olan Ammû-ı Hirevî rahmetullahi aleyh şöyle anlatır: "Bir zaman bir cemâatle, hacca gitmek üzere yola çıktık. Nişâbur'a vardığımızda, ben Ebû Bekr el-Ferrâ ile görüşmek istedim. Arkadaşlarım bana; "Onu ziyâret edersen, anne ve babanın rızâsını alman için seni geri gönderir. Kendisini hacdan dönüşte ziyâret edersin." dediler. Fakat bende bu arzu çok fazla olduğu için, arkadaşlarımın tavsiyelerine aldırmayıp, Ebû Bekr el-Ferrâ'nın rahmetullahi aleyh bulunduğu mescide gittim. Selâm verdim. Selâmıma karşılık verip; "Nerelisin?" diye sordu. "Heratlıyım." dedim. "Nereye gidiyorsun?" dedi. "Hacca gidiyorum?" deyince; "Baban var mı?" diye sordu. "Evet." dedim. Geri dön ve onun rızâsını al." buyurdu. "Peki efendim, dediğiniz gibi yapacağım." dedim. Oradan ayrılıp yol arkadaşlarımın yanına gittim. Bana geri dönmemem için ısrâr ettiler. Ben; "Acaba eve dönmesem mi?" diye düşündüm. Ertesi gün tekrar huzûruna vardığımda bana; "Ahdini bozdun." dedi. O hâlime tövbe ettim. "Söylediğinize uygun hareket edeceğim." deyince, bana teveccüh ettiler ve duâ buyurdular. Eğer kendisini görmeyip, duâ ve teveccühlerine kavuşmasaydım, tasavvuf yolunda ilerleyemezdim."

Yemen'in büyük velîlerinden Ebû Muhammed Talhâ bin Îsâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Abdullah Yâfiî'nin oğlu gelip, bir mesele için hakem yapmak istedi. Bunu kabûl etmedi. Niçin kabûl etmediği sorulunca; "Bana kendi meselesi için hakemlik yapmamı teklif edince, babası bana göründü ve; "O benim oğlumdur, fakat boynumda bir yüktür." dedi. Babasının ondan râzı olmadığını bildiğim için, bu teklifini kabûl etmedim." buyurdu. Yine bir gün Mekke-i mükerremede, aynı zâtın oğullarından biri kendisinden duâ istedi. O zaman yine babası göründü ve; "Efendim, bu oğlumu gözetmenizi istiyorum." dedi. Ebû Muhammed Talhâ da o gence dönüp; "Evlâdım, şunu bil ki, hoca talebesini gözetir ve korur." buyurdu. Daha sonra Ebû Muhammed Talhâ yanındakilere; "Ben, Abdullah Yâfiî gibi evlâdını bu derece gözetip kollayan başka birini görmedim." buyurdu.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü'l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: "İki kardeş vardı. Her gece sırayla annelerinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allahü teâlâya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allahü teâlâya ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdet, duyduğu hazdan dolayı çok memnun oldu. Bu sebepten ertesi gün kardeşine; "Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim." dedi. Kardeşi kabûl etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüyâ gördü. Rüyâsında bir ses ona; "Kardeşini affettik, seni de onun hâtırı için bağışladık." deyince, genç; "Ben, Allahü teâlâya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni, onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz." dedi. Ses ona; "Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyâcımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere, annenin ihtiyâcı vardı." dedi."

Tâbiînin, zâhid, âbid ve müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) gecelerini ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna; "Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir." derdi.

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ana-babaya, helâl ve mubah olan işlerde itâat edilir. Haram ve şüphelilerde değil."

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, Reşehât kitabının müellifi şöyle anlatmıştır: "Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ın huzûruna ilk gelişimde, Mevlânâ Sa'deddîn Kaşgârî hazretlerinin oğlu Mevlânâ Hâce Külân ile berâberdim. Senelerce sohbet ve hizmetinde bulunmakla şereflendim. Bâzan sohbet sırasında bana; "Niçin Horasan'a dönmüyorsun? Dön! Annen ve baban benim rahatımı bozuyor" buyururdu. Ben, başkaları arasında bu sözü işitince çok utanırdım. Nihâyet berâber geldiğim Hâce Külân, Horasan'a dönmek üzere izin istemişti. Ona izin verip, bana da; "Sen de bununla birlikte süratle Horasan'a anne ve babanın hizmetine dön! Benim rahatımı bozuyorlar" buyurdu. Bunun üzerine onunla berâber Horasan'a döndüm. Annemin ve babamın yanına ulaşınca, hocam Ubeydullah-ı Ahrâr'ın kendileri hakkında buyurduğu sözü söyledim. İkisi birden ağlaşmaya başladılar ve; "Biz her namazdan sonra, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine teveccüh edip, seni göndermesi için ağlayıp, duâ ediyorduk" dediler. Bir müddet annemin ve babamın yanında kaldım. Sonra tekrar hocamın yanına dönmem için ağlayarak, yalvararak müsâade etmelerini isteyince izin verdiler. İkinci defâ hocamın sohbetiyle şereflendim. Sonra bir daha, Horasan'a git buyurmadı.

Tâbiîn devrinde Medîne'de yetişen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlattı: Yolculuk yapmakta olan bir kervân, bir yerde mola vermişti. Fakat bu sırada bir merkebin sesi onların uyumalarına mâni oldu. Bunun üzerine bu sesin geldiği tarafa doğru gittiler. Sesin geldiği yere varınca kıldan yapılmış çadır içerisinde, yaşlı bir kadınla karşılaştılar. O kadına; "Bu merkep sesi nereden geliyor. Onun sesinden bir türlü uyuyamadık?" dediklerinde, kadın; "O merkep gibi ses çıkaran benim oğlumdur. Hayatta iken bana eşek diye hitâb ederdi. Allahü teâlâya onu eşek yapması için bedduâ ettim. Onun için böyle her gece sabaha kadar merkep gibi ses çıkarır." dedi. Bunun üzerine kervan sâhipleri o kadına; "Bizi onun kabrine götür, onun kabirdeki hâline bir bakalım." dediler. Kabre gidip, açıp baktıklarında, boynunun eşek boynu gibi olduğunu gördüler.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) küçük yaşta iken annesi, kendisini mektebe gönderdi. Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm ediyordu. Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü. Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi: "Bir ayet-i kerîme gördüm. Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor. Ya benim için Allahü teâlâya duâ et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım." dedi. Annesi; "Seni Allahü teâlâya emânet ettim. Kendini O'na ver." dedi. Bundan sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır: "Hayâtımda yalnız iki defâ annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defâsında mutlaka bana zararı dokundu. Birincide düştüm burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı.

Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı. Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi. Bunun üzerine annesi; "Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol!" diye cân u gönülden duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.

Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî buyuruyor ki: "Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızâsını almakta buldum. Çok basit gibi gelen anne rızâsını almanın, bütün işlerin evvelinde lâzım olduğunu anladım."

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ebû Amr-ı Bikendî bir mahalleden geçiyordu. Mahalle halkı, gencin birisini tutmuşlar, kendilerini rahatsız ediyor diye mahalleden dışarı atmaya çalışıyorlardı. Gencin annesi olduğu anlaşılan bir kadın ise ağlıyordu. Ebû Amr, kadıncağıza acıdığı için mahalle halkına ricâda bulunup, kendi hatırı için, bir defâya mahsus olmak üzere genci affetmelerini tekrar rahatsız etmesi hâlinde, hemen çıkarmalarını istedi. Ebû Amr'ın hatırı için, halk genci serbest bıraktı. Bir zaman sonra, Ebû Amr yine o yerden geçerken, o kadının yine ağladığını gördü. Sebebini sorunca, gencin vefât ettiğini öğrendi. "Peki, hâlinde düzelme olmuş muydu?" diye sordu. Kadın şöyle anlattı: "Vefâtı yaklaştığında beni yanına çağırdı ve; "Öldüğüm zaman, ölüm haberimi kimseye duyurma. Onları rahatsız etmiştim. Cenâzeme gelmedikleri gibi, bana da lânet ederler. Ben yaptıklarıma pişman oldum. Çok göz yaşı döktüm. İnşâallah Rabbim beni affeder. Sen de benim için Allahü teâlâya duâ et. Beni kabre defnederken, senden başka kimse bulunmasın. Defin işi bittikten sonra da, beni affetmesi ve hesâbımın kolay geçmesi için Allahü teâlâya duâ et. Zîrâ, ana duâsı kabûl olunur." dedi ve biraz sonra vefât etti. Ben vasıyyetini aynen yerine getirdim. Kabrin başından ayrılacağım sırada, kabirden oğlumun sesini işittim. "Anneciğim! Eve dönebilirsin. Rahat ol. Benim için üzülme. Artık ben, kerem sâhibi olan Allahü teâlâya kavuştum." diyordu."

Âlim ve evliyânın büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilim öğrenme arzusu ile yandığı gençlik günlerinde bir gün, iki arkadaşıyla anlaşıp başka yerlere gitmek, oralarda ilmini arttırmak ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmak istedi. Bu karar ve anlaşmayı annesine açıkladı. Annesi buna çok üzüldü ve; "Yavrucuğum! Ben zayıf, kimsesiz ve hastayım. Benim hizmetlerimi sen yapıyorsun. Beni yalnız, çâresiz kime bırakıyorsun?" dedi. Bu sözler üzerine genç Muhammed bin Ali Tirmizî'nin gönlüne dert düştü ve arkadaşlarıyla yaptığı anlaşmayı bozup seferden vazgeçti. İki arkadaşı ise onu yalnız bırakıp, ilim tahsîli için yola çıktılar. Buna ziyâdesiyle üzülen Muhammed bin Ali, ne annesinden ayrılabildi, ne de gönlünden ilim aşkını silip atabildi. Yalnız kaldığı zamanlarda, tenhâ yerlerde uzun uzun ağlardı. Yine bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor, hem de; "Ben burada câhil ve ilimden mahrûm kaldım, arkadaşlarım âlim gelecekler." diye düşünüyordu. Gözlerinden yaşlar boşandığı bir sırada âniden nûrânî yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi ve; "Yavrum niye ağlıyorsun?" diye sorunca, başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine; "Kısa zamanda o iki arkadaşını ilimde geçmen için, her gün sana ders vermemi arzu eder misin?" diye sordu. "Evet arzu ederim." cevâbını verdi. Bunun üzerine bu tatlı sözlü, nur yüzlü mübârek ihtiyar, Muhammed bin Ali'ye her gün ders verdi. Üç yıl devamlı ders okudu. Üç yıl sonra, bu mübârek zâtın Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı. Sonradan kendisi; "Bu büyük devlet, annemin rızâsı ve duâsı bereketiyle ihsân olundu." buyurmuştur. Her Pazar gecesi Hızır aleyhisselâm ona gelir, mânevî hallerini birbirlerine anlatırlardı.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilk günlerine temasla şöyle anlatmıştır: "O günlerde muhterem annem; kararsızlığımın, kudretsizliğimin ve zayıflığımın çokluğunu görünce, kırık ve mahzûn bir kalb ile ihtiyâç ve acz içinde ağlayarak Allahü teâlâya yalvarıp, şöyle duâ etti: "Ey benim ve seni istemekte her şeyden vaz geçmiş ve gençliğin lezzet ve arzularından el çekmiş olan oğlumun Rabbî! Ya onu maksadına kavuştur veya beni daha yaşatma ki, oğlumun maksadına kavuşmamasına ve elemine dayanamıyorum." Annem çok defâ gece yarıları sahralara çıkar, Allahü teâlâya böyle münâcât ve duâ ederdi. O duâ ve yalvarmaları sebebiyle, Allahü teâlâ benim kalb gözümü açtı. Allahü teâlâ bizim tarafımızdan ona en iyi karşılıklar versin."

 

ANA DUÂSI

 

Muhammed Bâkî-billâh, kerâmet hazînesi,

Velîler zincirinin, yirmi sekizincisi,

 

İmâm-ı Rabbânî’yi, yetiştiren büyük zât,

Kırk yaşına gelince, eyledi Hakk’a vuslat.

 

Çocuk yaşta başladı, din ilmini tahsîle,

Zâhirî ilimleri, öğrendi tamâmiyle.

 

Tasavvufa girmeye, pek çoktu muhabbeti,

Herkesi şaşırtırdı, bu yoldaki gayreti.

 

Feyz alacak bir velî, bir büyük arıyordu,

Her nerede işitse, o yere varıyordu.

 

Öyle çok arardı ki, böyle kâmil bir zâtı,

Yetmezdi fazlasına, bir insanın tâkatı.

 

Hattâ Lâhor şehrinin, killi olup toprağı,

Çok çamurlu olurdu, yollarıyla sokağı.

 

Bu çamurlu yollarda, bir miktar yol yürümek,

Çok meşakkatli olup, insanı yorardı pek.

 

Lâkin o, hiç aldırış, etmezdi zerre bile,

Bir gönül sâhibini, arıyordu şevk ile.

 

Bir üstad bulmak için, çırpınıp duruyordu.

Annesi bu hâline, hiç dayanamıyordu.

 

Gece yarılarında çıkarak sahralara,

Oğluna duâ için, yalvarırdı Allaha:

 

.

“Yâ Rabbî, evlâdımın, murâdı neyse şâyet,

Ya kavuştur oğlumu, ne ise, murâdına,

 

Ya beni yaşatma ki, tâkatim yoktur buna.”

Böyle duâ ederdi, göz yaşları dökerek,

 

Dergâhta her hizmeti, o yapardı severek.

Hem her işi, yaşlı hâline rağmen.

 

Tâze dahî birden fazla, hizmetçiler var iken,

O yapardı pişen ekmeği, verip talebelere,

 

Sevdiğin kullarının, hürmetine ihsân et!

Kendisi kuru ekmek yer idi pek çok kere.

 

Zevk ile yapıyordu, bilumum hizmetleri,

Bir hasır üzerinde, yatıyordu ekseri.

 

Oğlu bunu görerek, çok acıdı hâline,

Yemek yapma işini, verdi başka birine.

 

Ve lâkin vâlidesi, öğrendi bu haberi,

Çok üzülüp ağladı, fazlalaştı kederi.

 

Dedi: “Ne kabahatim, oldu ki, bilmiyorum,

Bu kıymetli hizmetten, mahrum ediliyorum.

 

Ömrümün sonlarında, şu mübârek dergâha,

Hem dahî fazîletli, oğlum Bâkî-billâh’a,

 

Hizmet etmekten gayri, yok idi bir sermâyem,

Bu idi bu dünyâda, yaşamaktan tek gâyem.

 

Âhirette kurtuluş, ümîdim bu hizmeti,

Ne yazık ki, kaçırdım, elimden o da gitti.”

 

O, böyle söyleyerek, ağlardı kederinden,

Lâkin söyleyemezdi, oğluna, edebinden.

 

Onun bu üzüntülü, hâlini öğrendiler,

Gelip Bâkî-billâh’a, bunu haber verdiler:

 

.

“Efendim olsun şundan, mâlûmatı âlîniz,

Hizmetten oldum diye, çok ağlıyor anneniz.”

 

Buyurdu ki: “Ben ona, merhamet ettiğimden,

Yemek hizmetlerini, almış idim kendinden,

 

Mâdemki üzülüyor, hizmetin gittiğine,

Eski hizmetlerini, verin yine kendine.”

 

Vâlidesi sevinip, şükreyledi Allah'a,

Ve teşekkür eyledi, oğlu Bâkî-billâh’a,

 

Ganîmet biliyordu, o yaşta bu hizmeti,

Kuvveti az olsa da, pek fazlaydı gayreti.

 

İlâhî, bu anneyle, oğlunun hürmetine,

Dâhil et bizleri de, Cennet ve cemâline.

 

Ömer bin Zer (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri tebe-i tâbiîn devri velîlerindendir. Bir defâsında İmâm-ı A'zam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin annesi, bir meseleyi öğrenmek istedi ve oğluna; "Oğlum git bu meseleyi Ömer bin Zer'e sor?" dedi. İmâm-ı A'zam hazretleri sormak için Ömer bin Zer'e gitti. Ömer bin Zer; "Sen bu meseleyi benden daha iyi bilirsin." deyince, İmâm-ı Âzam; "Annemin emrine muhâlefet etmem." Dedi. Ömer bin Zer; "Bu meselenin cevâbı nedir?" diye sordu. İmâm-ı A'zam meselenin cevâbını söyleyince, Ömer bin Zer de; "Öyleyse git, annene böyle söylediğimi bildir." dedi.