|
ÂHİRET
YOLCULUĞU
Meşhûr velîlerden Ali
Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalpte, âhiret
arzusu çoğaldıkça, dünyâ düşüncesi o kalpten kaybolur."
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Âhirette sana lâzım olacak şeye bugün (dünyâda) öncelik ver.
Âhirette sana zarar verecek şeyi de terk et."
Abdülazîz Bekkine
(rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri
Allah'ın muhabbetidir."
Konya'ya gelen büyük
velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âhireti
kazanmak için çalışmak lâzımdır. Bu, insanı Cennet'e götürüp, Allahü teâlânın
cemâlini görmekle şereflenmesine sebeb olur."
Evliyânın meşhurlarından ve
Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey
lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi
öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci
olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı
ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden
sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka
şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn
lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört
şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur."
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âhiret işlerini önce
yapmak husûsunda buyurdular ki: "Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı
yap. Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini,
geçimini temin için harca. Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde
yapma. Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu
zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye,
rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin
düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi
yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi
olursun. Âhiretini dünyâya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği
olursun. Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet
yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen,
nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline
verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun. Sonunda dünyâ ve
âhiretin hayırlısını kaçırdın. Dünyâ ve âhiretini zarara soktun. Böyle olursa,
Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı
olursun. Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini
âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve
âhiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer
dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat
edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun."
Evlîyadan Daygam bin
Mâlik (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Mevlânâ Ebû
Eyyûb şöyle anlatır: "Daygam bin Mâlik bir gün bana; "Ey Ebâ Eyyûb!
Nefsinin düşmanlığından sakın. Ben insanların dünyâda üzüntülerinin bitmediğini
gördüm. Allahü teâlâya yemin ederim ki, âhirette mümin sürûr, sevinç görmezse
iki şeyle karşılaşır: Dünyâda iken yaptıklarına pişman olur. Bunu niye yaptım
der. Diğeri âhirette hor ve hakir olur." dedi. Bunun üzerine ona; "Mümine
âhirette sevinç neden olmasın, zîrâ o dünyâda, Allah'ı için yorulup didiniyor?"
dedim. Bana; "Ey Ebû Eyyûb! Nasıl kabûl görsün nasıl selâmete ersin? Zîrâ nice
kimseler işinin gücünün; îmân, ibâdet ve ihlâsının doğru olduğunu zanneder.
Sonra da artık kurtuldum, der. Bunların yaptıkları işler, Allahü teâlânın
rızâsına uygun olmadığı için, işleri âhirette yüzlerine vurulur." dedi."
Gâziantep velîlerinden
Derviş Hacı (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Âhiret seferi uzak
seferdir. Yollarında nice korkular vardır. Fakat bu dünyâ fânidir. Bâki olan
ancak Allahü teâlâdır. Bunun böyle olduğuna yüz yirmi dört binden ziyâde
peygamberin ölümü şâhittir. Herkes onların gittiği yola gidecektir. Allahü
teâlânın buyruğu böyledir. Zamânı gelince can emânetini geri vermek zarûridir.
Ah edip döğünmek, ağlamak, çırpınmak nâfiledir. İnsan Allah tarafından
çağrılınca dil dolaşır, gözlerin önündeki gaflet perdeleri açılır, gidilecek yol
görünür. Artık yerlere yüz süre süre gitmekten başka çâre yoktur."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Dünyâya gönül
vermezdi. Bir defâ Bağdat'ta bakırcıların bulunduğu çarşıda çıkan büyük yangında
pekçok kimse yandı. Dükkânlardan birinde iki tâne çocuk vardı. Ateş etraflarını
sarınca, çocuklar imdâd istemeye başladılar. Ateş çok şiddetli olduğundan, hiç
kimse bu çocukları kurtarmak için ateşe girmeye cesâret edemiyordu. Çocukların
ustası ise; "Kim bunları kurtarırsa kendisine bin altın vereceğim." dedi. Bu
sırada Ebü'l-Hüseyin Nûrî rahmetullahi aleyh oraya gelmişti. Durumu görünce,
Besmele çekip ateşe girdi ve çocukları tutup çıkardı. Hiç birine zarar gelmedi.
Çocukların ustası, Ebü'l-Hüseyin hazretlerine bin altını takdim edince, o kabûl
etmeyip; "Sen Allahü teâlâya şükret ve o altınları al. Allahü teâlâ bize bu
mertebeyi paraya pula meyl etmememiz sebebiyle verdi. Biz dünyâyı değil âhireti
istiyoruz." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara dünyânın fâni geçici ve
değersiz, âhiretin bâki, kalıcı ve paha biçilmez olduğunu anlatırdı ve;
"Dünyânın tamâmı altından olsaydı, yine yok olurdu. Âhiret ise, çanak-çömlek
gibi topraktan olsaydı, yine bâkî olurdu. Akıllı kimse, geçici olan dünyâyı,
altın da olsa reddeder. Bâkî olan âhireti, çanak çömlek gibi topraktan da olsa
kabûl eder. İşin aslı, âhiret bâkî ve altın gibi kıymetlidir. Dünyâ ise, fâni ve
çanak-çömlek gibi kıymetsizdir." buyurdu.
Osmanlı âlim ve velîlerinden
Ziyâeddîn Nurşînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından yedi ay kadar
önce Zirnacur taraflarında hastalandı. Babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin
gezdiği yerleri ve oralardaki dostlarının misâfirhânelerini, evlerini hasret ve
özlemle ziyâret etti. Misafirhâne sâhiplerini anarak onların hallerini anlattı.
Sık sık ölümden bahsederek ölüme hazırlıklı olmak gerektiğini ifâde etti.
Halbuki daha önceleri sohbetleri sırasında daha çok muhabbetten ve muhabbeti
meydana çıkaran sebeplerden bahsederdi. Din ve dünyâ ehli hakkında yâni
peygamberler, âlimler, evliyâlar ve devlet adamlarının hallerini anlatarak; “Bu
âkibetten hiç kimse kurtulamaz. Üzerinde durulacak şey kişinin âhirete hazırlık
olarak işlediği amellerdir.” buyururdu.
Vefâtından beş ay kadar önce
sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, âhir zamân insanlarından şikâyet
ederek buyurdu ki: “Bu adamlar daha doğrusu zamâne insanları ne kimseyi
dinlerler, ne kimseye boyun eğerler, ne de herhangi bir şeyden ders alırlar. Bu
yüzden hiç kimse onlara faydalı olamaz. Allahü teâlâ beni onların arasından alsa
ne iyi olur. O zaman yaptıklarına pişman olurlar, ama o pişmanlıkların hiçbir
faydası olmaz.”
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî
hazretleri vefâtından üç ay kadar önce kışın Bitlis’e gitmeye karar verdi.
Âilesi havanın soğukluğunu mevsimin uygun olmadığını ve hastalığını ileri
sürerek bu yolculuğa mâni olmak istedi. Ancak karârından vaz geçmedi. Yola
çıkmadan hocasının kabrini ziyâret ederken; “Bu sefer Bitlis’e gidişimizin tek
sebebi Şeyhü’l-A'zam hazretlerinin kabrini ziyâret etmektir. Çünkü ilkbahara
kadar yüce Mevlânın neyi yaratacağını bilmiyoruz.” buyurarak ilkbahardan önce
vefât edeceğini işâret etti.
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ferkad es-Sebîhî'den
naklederek buyurdu ki: "Dünyâyı süt anneniz, âhireti de öz anneniz kabûl ediniz.
Küçük çocuk süt annesine gitmek için feryâd edip çırpınır. Akıllandığı zaman ise
öz annesine gitmeyi çok ister. Siz de akıl sâhibi iseniz öz anneniz olan âhirete
yöneliniz."
Tâbiîn devrinin büyük hadîs,
kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A'meş (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "İçinizde Allahü teâlâya âsi olanlar, işledikleri o çirkin
işlerin isli bir duman olup yüzlerine çökeceğinden, mahşer günü halkın önünde
başlarına böyle bir hâl geleceğinden niçin korkmuyorlar?"
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âhiret,
mümin kullara mükâfat verme yeri olarak yapılmıştır. Çünkü bu dünyâ, onlara
yapılacak ihsânlara müsâit değildir. Çünkü mümin kulların değeri, mükâfâtlarının
fâni olan bir yerde verilmesinden üstündür." |
|