CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

ÂHİRET YOLCULUĞU

Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kalpte, âhiret arzusu çoğaldıkça, dünyâ düşüncesi o kalpten kaybolur."

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âhirette sana lâzım olacak şeye bugün (dünyâda) öncelik ver. Âhirette sana zarar verecek şeyi de terk et."

Abdülazîz Bekkine (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."

Konya'ya gelen büyük velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âhireti kazanmak için çalışmak lâzımdır. Bu, insanı Cennet'e götürüp, Allahü teâlânın cemâlini görmekle şereflenmesine sebeb olur."

Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur."

Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âhiret işlerini önce yapmak husûsunda buyurdular ki: "Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap. Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun. Âhiretini dünyâya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun. Sonunda dünyâ ve âhiretin hayırlısını kaçırdın. Dünyâ ve âhiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun."

Evlîyadan Daygam bin Mâlik (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Mevlânâ Ebû Eyyûb şöyle anlatır: "Daygam bin Mâlik bir gün bana; "Ey Ebâ Eyyûb! Nefsinin düşmanlığından sakın. Ben insanların dünyâda üzüntülerinin bitmediğini gördüm. Allahü teâlâya yemin ederim ki, âhirette mümin sürûr, sevinç görmezse iki şeyle karşılaşır: Dünyâda iken yaptıklarına pişman olur. Bunu niye yaptım der. Diğeri âhirette hor ve hakir olur." dedi. Bunun üzerine ona; "Mümine âhirette sevinç neden olmasın, zîrâ o dünyâda, Allah'ı için yorulup didiniyor?" dedim. Bana; "Ey Ebû Eyyûb! Nasıl kabûl görsün nasıl selâmete ersin? Zîrâ nice kimseler işinin gücünün; îmân, ibâdet ve ihlâsının doğru olduğunu zanneder. Sonra da artık kurtuldum, der. Bunların yaptıkları işler, Allahü teâlânın rızâsına uygun olmadığı için, işleri âhirette yüzlerine vurulur." dedi."

Gâziantep velîlerinden Derviş Hacı (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Âhiret seferi uzak seferdir. Yollarında nice korkular vardır. Fakat bu dünyâ fânidir. Bâki olan ancak Allahü teâlâdır. Bunun böyle olduğuna yüz yirmi dört binden ziyâde peygamberin ölümü şâhittir. Herkes onların gittiği yola gidecektir. Allahü teâlânın buyruğu böyledir. Zamânı gelince can emânetini geri vermek zarûridir. Ah edip döğünmek, ağlamak, çırpınmak nâfiledir. İnsan Allah tarafından çağrılınca dil dolaşır, gözlerin önündeki gaflet perdeleri açılır, gidilecek yol görünür. Artık yerlere yüz süre süre gitmekten başka çâre yoktur."

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri,  Dünyâya gönül vermezdi. Bir defâ Bağdat'ta bakırcıların bulunduğu çarşıda çıkan büyük yangında pekçok kimse yandı. Dükkânlardan birinde iki tâne çocuk vardı. Ateş etraflarını sarınca, çocuklar imdâd istemeye başladılar. Ateş çok şiddetli olduğundan, hiç kimse bu çocukları kurtarmak için ateşe girmeye cesâret edemiyordu. Çocukların ustası ise; "Kim bunları kurtarırsa kendisine bin altın vereceğim." dedi. Bu sırada Ebü'l-Hüseyin Nûrî rahmetullahi aleyh oraya gelmişti. Durumu görünce, Besmele çekip ateşe girdi ve çocukları tutup çıkardı. Hiç birine zarar gelmedi. Çocukların ustası, Ebü'l-Hüseyin hazretlerine bin altını takdim edince, o kabûl etmeyip; "Sen Allahü teâlâya şükret ve o altınları al. Allahü teâlâ bize bu mertebeyi paraya pula meyl etmememiz sebebiyle verdi. Biz dünyâyı değil âhireti istiyoruz." buyurdu.

Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara dünyânın fâni geçici ve değersiz, âhiretin bâki, kalıcı ve paha biçilmez olduğunu anlatırdı ve; "Dünyânın tamâmı altından olsaydı, yine yok olurdu. Âhiret ise, çanak-çömlek gibi topraktan olsaydı, yine bâkî olurdu. Akıllı kimse, geçici olan dünyâyı, altın da olsa reddeder. Bâkî olan âhireti, çanak çömlek gibi topraktan da olsa kabûl eder. İşin aslı, âhiret bâkî ve altın gibi kıymetlidir. Dünyâ ise, fâni ve çanak-çömlek gibi kıymetsizdir." buyurdu.

Osmanlı âlim ve velîlerinden Ziyâeddîn Nurşînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından yedi ay kadar önce Zirnacur taraflarında hastalandı. Babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin gezdiği yerleri ve oralardaki dostlarının misâfirhânelerini, evlerini hasret ve özlemle ziyâret etti. Misafirhâne sâhiplerini anarak onların hallerini anlattı. Sık sık ölümden bahsederek ölüme hazırlıklı olmak gerektiğini ifâde etti. Halbuki daha önceleri sohbetleri sırasında daha çok muhabbetten ve muhabbeti meydana çıkaran sebeplerden bahsederdi. Din ve dünyâ ehli hakkında yâni peygamberler, âlimler, evliyâlar ve devlet adamlarının hallerini anlatarak; “Bu âkibetten hiç kimse kurtulamaz. Üzerinde durulacak şey kişinin âhirete hazırlık olarak işlediği amellerdir.” buyururdu.

Vefâtından beş ay kadar önce sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, âhir zamân insanlarından şikâyet ederek buyurdu ki: “Bu adamlar daha doğrusu zamâne insanları ne kimseyi dinlerler, ne kimseye boyun eğerler, ne de herhangi bir şeyden ders alırlar. Bu yüzden hiç kimse onlara faydalı olamaz. Allahü teâlâ beni onların arasından alsa ne iyi olur. O zaman yaptıklarına pişman olurlar, ama o pişmanlıkların hiçbir faydası olmaz.”

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri vefâtından üç ay kadar önce kışın Bitlis’e gitmeye karar verdi. Âilesi havanın soğukluğunu mevsimin uygun olmadığını ve hastalığını ileri sürerek bu yolculuğa mâni olmak istedi. Ancak karârından vaz geçmedi. Yola çıkmadan hocasının kabrini ziyâret ederken; “Bu sefer Bitlis’e gidişimizin tek sebebi Şeyhü’l-A'zam hazretlerinin kabrini ziyâret etmektir. Çünkü ilkbahara kadar yüce Mevlânın neyi yaratacağını bilmiyoruz.” buyurarak ilkbahardan önce vefât edeceğini işâret etti.

Evliyânın büyüklerinden Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ferkad es-Sebîhî'den naklederek buyurdu ki: "Dünyâyı süt anneniz, âhireti de öz anneniz kabûl ediniz. Küçük çocuk süt annesine gitmek için feryâd edip çırpınır. Akıllandığı zaman ise öz annesine gitmeyi çok ister. Siz de akıl sâhibi iseniz öz anneniz olan âhirete yöneliniz."

Tâbiîn devrinin büyük hadîs, kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A'meş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İçinizde Allahü teâlâya âsi olanlar, işledikleri o çirkin işlerin isli bir duman olup yüzlerine çökeceğinden, mahşer günü halkın önünde başlarına böyle bir hâl geleceğinden niçin korkmuyorlar?"

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Âhiret, mümin kullara mükâfat verme yeri olarak yapılmıştır. Çünkü bu dünyâ, onlara yapılacak ihsânlara müsâit değildir. Çünkü mümin kulların değeri, mükâfâtlarının fâni olan bir yerde verilmesinden üstündür."